Hakîkat Cevherine Erişmek
Gönül nefsine hâkim oluben eyle zafer peydâ
Ziyâsı kalbi rûşen kılmağa et bir kamer peydâ
(Ey gönül sen nefsine hâkim olursan, onun dediğini yapmazsan, nefsine boyun eğmezsen zafere ulaşırsın, başarılı olursun. Sen; ışığı, nuru, seni aydınlatacak bir ay/Mürşid-i Kamil bul. Nasıl ki ay geceleri aydınlatırsa mürşid de karanlık gönülleri nurlandırır, aydınlatır.)
Peygamber Efendimiz “Cihadın en büyüğü nefisle cihattır.” buyurarak nefse karşı sabır ile mücâdele hâlinde olunmasının önemini vurgular. Bunu tek başına gerçekleştirmek pek güçtür. Bunun içinde bir mürşid-i kâmile bağlanmak gerekir, çünkü O büyükler bağlılarının âhiretini kurtarmak doğrultusunda nasihatler verirler.
İslâm’ı en güzel hâliyle yaşatmaya çalışırlar. Amaçları bu dünyada tertemiz bir hayat yaşatarak emâneti yine tertemiz bir şekilde teslim edilmesini sağlamaktır. Mürşidin manevî ışığı, içimizdeki ve önümüzdeki karanlıkları aydınlatabilir. Bu sebeple bağlı bulunulan kapıya tam olarak bağlanmalı, Pir Hazretleri’nin söylemiş olduğu sözleri can kulağı ile dinlemeli ve kendi hayatına tatbik etmelidir. Tarihten şu güzel kıssayı nakledelim.
Akşemseddin Hazretleri müderrisken Hacı Bayram-ı Velî’ye talebe olmak üzere Ankara'ya gelmişti. Fakat şeyhin dükkân dükkân dolaşıp para topladığını görünce, oradan ayrıldı. Zeynüddîn Hafî Hazretleri’ne talebe olmak üzere Mısır'a doğru yola çıktı. Haleb'e vardığı gece bir rüya gördü.
Rüyasında, boynuna bir zincir takılmış Ankara'da Hacı Bayram-ı Velî'nin eşiğine bırakılmıştı. Zincirin ucu ise Hacı Bayram'ın elindeydi. Bu rüya üzerine, Akşemseddin yaptığı hatayı anlayarak derhal Ankara'ya geri döndü. Şehre ulaştığında Hacı Bayram-ı Velî'nin talebeleriyle ekin biçmeye gittiğini öğrendi. Tarlaya gitti. Fakat Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri ona hiç iltifat etmediler. Akşemseddin, diğer talebelerle birlikte ekin biçmeye başladı. Yemek vakti geldiğinde, insanların ve orada bulunan köpeklerin yiyecekleri ayrıldı.
Hacı Bayram-ı Velî, talebeleriyle yemek yemeye başladı. Yine Akşemseddin'e hiç iltifat etmeyip, yemeğe çağırmadı. Akşemseddin yaptığı hatayı bildiği için, kendi kendine; "Ey nefsim! Sen, Allahu Teâlâ'nın büyük bir veli kulunu beğenmezsen, işte böyle yüzüne bile bakmazlar. Senin lâyık olduğun yer burasıdır." diyerek, köpeklerin yanına yaklaşıp, onlarla beraber yemeye başladı.
Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri, Akşemseddin'in bu tevazuuna dayanamayarak; "Köse! Kalbimize çabuk girdin, yanımıza gel." deyip iltifat etti, kendi sofrasına oturttu. Sonra ona; "Zincirle gelen misafiri, böyle ağırlarlar." diyerek, onun gördüğü rüyayı, keramet göstererek bildiğini belirtti.
Bu göz ile görülmez rü'yet-i dil-dâre ey gönlüm
Edegör bir bakışda dostu görmeğe basar peydâ
(Ey gönlüm baş gözüyle sevgiliyi göreceğini sanma dostunu, sevdiğini bir bakışta görebilecek kalp gözüne, gönül gözüne sahip ol. Öyle ki gözlerini yumduğunda sevdiğinle beraber ol. Sen onu her andığında o senin yanındadır.)
İlk mısra için dikkate değer ilk kelime dil-dâre’dir. Kelime birinin gönlünü almış olan sevgili demektir. Gönül alma bakış/nazar ile olur. Çünkü tasavvufta göz çok önemlidir, nazar çok önemlidir. Bir nazar ile her şey değişebilir, gönlün derinliklerine kadar nüfuz eder.
Gönül sırlarla dolu bir Hale’dir, dostu/sevdiğini bir bakışta görmek için gönül gözüne sahip olmak gerekir. Çünkü her şey gönül deryasında yer alır, bu sebeple gönlün çok temiz olması gerekir, orada misafir olarak ağırladığın dostuna lâyık bir hâlde bulunması gerekir. Gönül öyledir ki sınırsız bir deryadır. Şu örnek ne kadar manidardır.
Gazneli Mahmut küffar ile savaş hâlindedir, düşman ordusu ise hem çok kalabalık hem de çok güçlüdür. Kendisi birden atından inip bir köşeye çekilir, yüzünü toprağa koyar ve Ebu’l-Hasan Harakânî Hazretleri’nin hırkasını eline alıp; “İlâhî! Şu hırkanın sahibinin yüzü suyu hürmetine şu kâfirlere karşı bize zafer verirsen, ganimet olarak ele geçireceğim her şeyi dervişlere vereceğim.” diye duâ eder etmez küffâr tarafından bir toz ve duman kopar.
Karanlıkta kılıçlarını birbirine saplayıp yekdiğerini katlederler ve dağılıp giderler. Böylece İslâm askeri zafer kazanmış olur. O gece Sultan Mahmut bir rüya görür. Harakani Hazretleri ona şunları söyler: “Hakk’ın dergâhında, hırkamızın yüzü suyu hürmetine muzaffer oldun, eğer o anda isteseydin, Allah’ım şu küffar ordusu Müslüman olsun deseydin, tamamı İslâm ile şerefyap olacaktı.”
Zahir Hükümdarı olan Gazneli Mahmud, Hasan El- Harakânî’nin mânâ/gönül sultanlığına bu şekilde hayranlık besler. Muti ve tabi olur.
Gönül pasın silip at cümle pâk olsun için dışın
Hakâyık gevherine et derûnunda makarr peydâ
(Gönlündeki kiri pası kötülükleri çıkar, at, İçin-dışın temizlensin pak olsun. İçinde hakîkat incilerini, cevherini ağırlayacak bir makam hazırla. Öyle bir makam hazırla ki gelecek o nadide misafir o makamda ağırlansın.)
Gönül ilâhî aşkın tecellî ettiği yerdir, ilâhî sırlara açık kapıdır, Allah’ın evidir. O kapı açıksa, gönül gözü de açıktır; kapalıysa gerçeklerden uzaksınız, demektir. O kapı durup dururken açılmaz. Kişi, gönül kapısının ve basiret gözünün açılması için gayret etmelidir.
Bu da Hakk dostlarının rahle-i tedrisatından geçmekle olur. Tarîk-i âliyenin sohbetlerine devam etmek insanı kâmil hâle getirir saliki... Sohbette iki gönül, Allah için bir araya gelirse, Cenâb-ı Allah’ın füyuzatı, gönüllere tecellî eder. Beyitte için dışın ikilemesi çok önemlidir. Çünkü kişi önce içini güzelleştirecektir. İnsanın içi güzelleşirse dışı da güzelleşir. Zira iç güzelliği dışa yansır. Bu iç güzelliğinin belireceği ve güzelliğin idame edileceği yer ise gönüldür.
Figân ü zâr edip tâ subha dek akıt gözünden yaş
Derûnunda edegör aşk ile âh u şerer peydâ
(Sabahlara kadar ağlayıp inleyerek gözlerinden yaşlar akıt. İçinden öyle bir ‘Ah!' çek ki Allah aşkı ile aşk kıvılcımları ortaya çıksın.)
Âşık devamlı, özellikle seher vakti ah eder. Bu ah, içindeki ateşten dolayı dumanlı ve kıvılcımlıdır. Ah, o kadar tesirlidir ki yerleri gökleri yakıp tutuşturabilir. Bu yüzden ah âşıklık alâmetidir ve ah gönülden çıkar. Gönül ise Allah’ın evdir. Aşkın yeri de gönüldür.
Ayrıca ah kelimesi Allah’ın remzidir. Çünkü bu kelimenin harfleri Allah kelimesinin ilk ve son harfleridir. Yani ah kelimesi Allah kelimesinin kısaltılmışıdır. Bu sebepten dolayı dervişler aşk ile ah ettiklerinde Allah’ı zikretmiş olurlar. Böylece beyitte geçen âh u şerer ifadesinin anlamı ortaya çıkar. Gözyaşları ise içten söylenen ah’ı kuvvetlendirir.
Allah için dökülen gözyaşı muhabbetin sevginin alametidir. Gönlü, kalbi, rûhu temizler. Can-ı gönülden bir ah çekmek yani Allah demek dervişin duasını Cenâb-ı Mevlâ’ya eriştirir ki duaların kabulüne vesile olduğu gibi vuslat kapılarını sonuna kadar açar. Yeter ki gönülden bir ah çekilsin, bir Allah denilsin.
5.Beyit
Dil-i bî-mârına dermânı gözle fecr-i sâdıkda
Kamu derde devâlar bahş olur vakt-i seher peydâ
(Gerçek fecirde, şafak sökmeden önce sıkıntılı hasta gönlüne bir derman/çare ara şunu bil ki her türlü derdin devası seher vaktinde ihsan olur, seher vaktinde bütün dertlere devalar verilir.)
Seyyid Osman Hulûsi Efendi seher vaktine ayrı bir önem verirdi. Sevenlerine ve bağlılarına bu vakti çok iyi değerlendirmelerini söylerdi. Seher vaktiyle ilgili de pek çok beyit kaleme almıştır. Seher vaktinin gizemi ve sırları ise bu beyitler içerisinde gizlidir.
Âşıklar için en bereketli vakit gecedir. Onlar geceleri uyumazlar. Ah u vah ederek vuslatı arzular ve bu arzularını gözyaşları ile sükût bir hâlde haykırırlar. Yani seherler hâl ehlinin sevdiği ile gizlice buluştuğu zamanlardır. Âşıklar kesretten kurtulmayı ümit ederler.
Onların gece boyunca ah u figân ederek dertlerini ifade edip derman istemelerinden kasıt vuslata nail olmaktır. Aslında dert Hak’kın derdiyle dertlenmek, dertlenirken de O’nu unutmamak her an sevdiğiyle beraber olmaktır. Sevdiği ile bir olduktan sonra geriye kalanı ise kıyl ü kal dir.
Oturtub ey gönül tahta o Yûsuf meh-likâyı çün
Erişdirsin hemen Ya'kûb-ı zâra bir haber peydâ
(Ey gönül ay yüzlü Yusuf’u/sevdiğini, dostunu gönül tahtına oturt ki Yusuf'un/sevdiğinin hasretiyle inleyen ağlayan Yakub'a bir haber uçurulsun, ulaştırılsın.)
Bu beyitte Yusuf Sûresi’ne atıfta bulunulmuştur. Kıssaların en güzeli olan Yusuf (a.s.) kıssası anlatılmıştır. Yusuf (a.s.) gönül tahtına oturtulduktan sonra, onun hasretiyle yanıp tutuşan acılı babası Yakup’a bir haber ulaştırılması istenmektedir. Böylece hasretle yanıp tutuşan iki yürek, büyük bir bayram sevinci yaşayacaktır.
Zira sevilenin; sevenin gönül tahtında oturması, sevenlerin birbirine kavuşması en makul ve en yakışan davranıştır. Bu sevgi öyledir ki on günlük mesafeden sevdiğinin kokusunu alır. Aslında Yakup, nasıl oğlu Yusuf’un hasretiyle yanıp tutuşmuşsa, maneviyatla dolan hicranlı gönüller de Allah’ın, Rasûlullah’ın ve pîrânın aşkıyla yanıp tutuşmaktadır. Şu da unutulmamalıdır ki; sevgi büyükten küçüğe doğru gelir, büyükler sevsin ki küçüklerde bu sevginin ulviyeti ile büyükleri sevebilsin.
Hulûsî ismini yâd etmeğe ihvân u yârânın
Fenâ dârında et sen kudretince bir eser peydâ
(Ey Hulûsi! İhvanlarının, sevenlerinin, insanların senden sonra da ismini anmaları için bu fânî dünyada elinden geldiği kadar çalış güzel eser/eserler meydana getir.)
Seyyid Osman Hulûsi Efendi hizmete çok önem vermiş pek çok eser vücuda getirmiştir. Öyle ki bu beyiti okuduğumuzda şu hadis-i şerifi hatırlıyoruz. "Kişi vefât ettiğinde üç hâlde amel defteri kapanmaz: İlmî eser verdiğinde, sadaka-i cariye bıraktığında, hayırlı evlât yetiştirdiğinde."
Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri’nin hayatında bu üç haslet ise net bir şekilde görülmektedir. Gelecek kuşaklara yönelik muhteşem telif eserler bırakmıştır, Bunlar; Dîvân’ı, Mektûbât’ı ve Hutbeleridir. Yaptığı hizmetleri, imar ve ihya faaliyetleriyle çok sayıda eserleri günümüze kadar gelmiştir.
Seyyid Osman Hulûsi Efendi'nin tüm misyonunu ve çalışmalarını, yetiştirdiği ve emânetini teslim ettiği halefi ve evladı Hamid Hamideddin Ateş Efendi tarafından günümüzde en iyi şekilde temsil edilmekte, tüm hizmetler artarak devam etmektedir.
Resul KESENCELİ
YazarOsmanlı Devleti, hâkim olduğu her alanda inşâ ve ihyâ faaliyetlerini geliştirmiş, o bölgeyi ulaşım ve ekonomi adına kalkındırmıştır. Osmanlı egemenliğine giren topraklarda çok sayıda köprü inşâ edilmi...
Yazar: Resul KESENCELİ
Filistin siyaseti, bölgesel jeopolitik dengelerle şekillenmektedir ve bu süreç 1950'lere kadar uzanır. Arap siyasetindeki bölünmeler Filistin siyaseti üzerinde etkili olmuştur. Fetih hareketi, erken d...
Yazar: Kemal DEMİR
İstanbul, Konya gibiKudüs bizim canımız.Senden miraca çıktıBiricik Sultânımız.Övülmüş kutlu şehir,İlk kıblemiz Kudüs’tür.Her dem yüreğimizdeSolmayan güzel süstür.Beş vakit gönüllerdeAçan Mescid-i Aksâ...
Şair: Bestami YAZGAN
İbâdet; kulluk yapmak, itâat etmek ve boyun eğmek demek olup Rabb’imizin bildirdiği ölçüler dâhilinde yaşarken bütün hareketlerimizde, sözlerimizde, duygu ve düşüncelerimizde ilâhî ölçülere riâyet etm...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE