GÜZELLİĞİN SEYRİNİ PAYLAŞMAK
Gazelin Metni :
1. Gel ey dil-ber cemâlin seyrin uşşâka salâ eyle
Nikâb-ı vechini aç zülf ü hâle âşinâ eyle
Gazelin Metni :
1. Gel ey dil-ber cemâlin seyrin uşşâka salâ eyle
Nikâb-ı vechini aç zülf ü hâle âşinâ eyle
2. Yüzümün karasıyla kapına geldim kerem-kânım
Gedâyım lutfunun muhtâcıyım lutf u atâ eyle
3. Sararıp soldu benzim hasretinden ey gül-i ra'nâ
Onulmaz derdlere düşdüm bu derdime devâ eyle
4. Aceb bî-çâreyim derdim değildir kâbil-i dermân
Habîbimsin tabîbimsin bu hastana şifâ eyle
5. Senin bir bendenim baş ile cânım yoluna kurbân
Gerek afv et gerek öldür gerek cevr ü cefâ eyle
6. Hulûsî bir gedâyındır kapında derd ile ağlar
Acıyıp hâline rahm et ana arz-ı likâ eyle
Gazelin Açıklaması :
Bu gazelin birinci beytine baktığımız zaman sanki bir sevgilinin güzelliğini¸ zülüflerini¸ benlerini doya doya seyretmek için ondan yüzündeki örtüyü kaldırması istenmektedir. Çünkü insanın yüzündeki her hareket¸ her tavır¸ her bir kısım sevgili için ayrı bir anlam¸ ayrı bir ümit ifade etmektedir. Ancak bu beytin ilk mısraındaki " Cemâlin seyrin uşşâka salâ eyle" ifadesi az önce bahs ettiğimiz sevgili anlamıyla ters düşmektedir. Çünkü bir güzele âşık olan onu herkesten kıskanır. Oysa bu mısrada şâirimiz gönüller açan o güzelin güzelliğini seyretmek için âşıklara haber verilmesini istemektedir. Bu da sevgilisinin güzelliğini herkesle paylaşmak demektir. Çünkü buradaki "dil-ber"den ilk bakışta akla gelen maddî bir güzeldir. O halde bu beyiti böyle anlamak doğru görünmemektedir.
Hulûsi Efendi mutasavvıf bir şâirdir. Şiirlerinde İslâmî¸ tasavvufî muhtevâ hâkimdir.Onun ifadelerini bu çerçevede düşünmezsek şiirini anlamamız güçleşir. Belki de farklı ve yerinde olmayan bir takım manaları kastettiği hükmüne varırız ki bu da onun hakkında sû-i zanna düşmemeize yol açar. Daha önceki açıklamalarımızda sık sık vurguladığımız gibi Divan Şiiri'ndeki bir çok kelimenin sözlük anlamı yanında bir de tasavvufî anlamları vardır. İşte bu beyitte geçen dil-ber¸ cemâl¸ uşşâk¸ nikâb-ı vech¸ zülüf¸ hâl kelimelerinin de manalarını bu esaslar dahilinde değerlendirmemiz daha doğrudur. Buna göre dil-ber = Gönüller feth eden yani Allah; cemâl = cemâlu'llâh; uşşâk = âşıklar¸ârifler; nikâb-ı vech = yüzdeki nikâb yani Allah'ın tecellilerinin önündeki perde; zülüf yani kesreti ifade eden saçların yanında vahdeti temsil; hâl de yine yüzdeki siyah ben ki o da tasavvufî anlamda vahdeti ifâde etmektedir. Zâten sonraki beyitlere de baktığımız zaman buradaki sevgiliden Cenâb-ı Hakk'ın kastedildiği açıkça anlaşılmaktadır. Bu ve benzeri kelimelerin böyle farklı anlamlara geldiği konusunda Mehmed Vehbi Efendi Hâfız Divanı Şerhi'nin mukaddimesinde bu bilgilere genişçe yer vermektedir. Bu yönüyle gazelin anlamını genel olarak düşündüğümüz zaman buradaki ifadelerden şairin Cenâb-ı Hakk'a münâcat¸ ona yalvarma¸ ondan lutuf ve ihsan taleb etmekte olduğunu anlamaktayız.
Yukarıdaki bu açıklamalarımızdan sonra şimdi gazelden bizim anladığımıza geçebiliriz.
1. Gönlümü ferahlatan ey sevgili! Cemâlini görmek¸ marifetine ermek¸ kâinâttaki tecellîlerinin farkına varmak için âşıklara imkân ver. Marifetinin önündeki her türlü örtüyü¸ engeli kaldır da¸ onlar senin vahdâniyetine¸ yegâne bir olduğun hakikatine ulaşsınlar.
2. Ey cömertlik ve ihsânı bol olan! Ben yüzümün karasına bakmadan senin kapına geldim. Ben fakir bir dilenciyim. Senin lutfuna muhtacım. Ne olur bana lutf et¸ bana bağışta bulun.
3. Ey güllerin en güzeli! Sana olan hasretimden benzim¸ yüzüp sararıp soldu. Bunun sonucunda da âdetâ tedâvisi olmayan dertlere düştüm. Benim derdimin devası ancak sendedir. Ne olur çare ol bana¸ derdime derman ol.
4. Ben çâresi olmayan acâyip bir hastalığa düştüm. Çâresizim. Sen ise benim en çok sevdiğimsin. Benim tek tabibim de sensin. Senin aşkından hasta olan bu kuluna şifâ ver.
5. Beni affeylesen de¸ çeşitli sıkıntılar¸ belâ ve cefâlar versen de ben senin kulunum¸ kölenim. Başım da¸ canım da senin yoluna kurban olsun.
6. Bu Hulûsî kulun senin kapında dertli dertli ağlayıp sızlayan bir dilencindir. Ne olur onun bu hâline acıyıp merhamet eyle de cemâlini ona gösteriver.
Mehmet AKKUŞ
YazarYavuz Sultan Selim’in kısa süren saltanatından sonra Osmanlı Devleti’nin başına geçen oğlu Kanûnî Sultan Süleyman da babası ve dedeleri gibi tasavvufa meyilli bir padişahtı. Hatta o tasavvufa meyli ba...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Millî şairlerimizden Orhan Şaik Gökyay’ın “Bu Vatan Kimin” adlı şiirinden iki dörtlükle yazımıza başlayalım. Bu vatan toprağın kara bağrında Sıradağlar gibi duranlarındır, Bir tarih boyunca onun ...
Yazar: Sırrı ER
“Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek” mefhumu, insanlara genel manada güzellikleri telkin eder. Yaratılmışların en şereflisi olan insan elbette ki, “ahsen-i takvim” olduğu için fıtrî olarak da, cismî o...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Osmanlı padişahlarının onuncusu, 89. İslâm halifesi olan ve “Muhteşem Süleyman” olarak anılan Kanûnî Sultan Süleyman 1494 (bir rivayete göre ise 1495)’te, babası Yavuz Sultan Selim’in sancakbeyi (vali...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ