GÖZYAŞIM YAĞMUR GİBİ
O hilâl ebrûnı gördükce gözüm giryân olur ‘Âdet oldur kim görünse mâh-ı nevbârân olur Ahmed Paşa (Ebrû: kaş. giryân: gözyaşı döken, ağlayan.mâh-ı nev: yeni ay.bârân: yağmur. O, hilale benzeyen, ay gibi olan kaşını görünce gözüm ağlamaklı olur. Yeni ay görününce yağmurun yağması usuldendir, âdettendir.) Klasik şiirimizde bazı mazmunlar, remizler, kalıplaşmış anlayışlar vardır. Divan şairleri bu anlayışların dışına çıkmadan farklı söyleyişler gerçekleştirerek şiirlerini diğer şairlerin şiirlerinden farklı kılmaya çalışırlar. Divan şiirinde, genellikle sevgili görünmez. Âşık, sevgiliyi düşünür, onu hayal eder ve gördüğünü farz eder. Ancak belirli günlerde, belirli koşullarda sevgili ile âşık bir araya gelebilir. Ahmed Paşa’nın bu beytinde, düşünmeden ziyade bir görme durumu söz konusudur. Âşık, sevgiliyi ve onun hilal kaşını görünce gözyaşı dökmüştür. Âşığın, sevgiliyi gördüğü zaman ağlamaması gerekir. Normalde sevgiliyi gördüğü için sevinip mutlu olması, olağan ve olması gereken bir durumdur. Ama beyitte, âşığın ağlamasına neden olan bir şey vardır. Buradaki ipucu “hilâl”dir. Hilâl, ince bir çizgi şeklindedir. Şair, beyitte sevgilinin kaşını hilâle benzetmiştir. Hilâl, yeniliktir, tazeliktir, ayın ilk hâlidir. Bu tazelik, âşığa, sevgilinin gençliğini, tazeliğini düşündürmektedir. Hilâl, şekil olarak bir de hançere benzetilmektedir. Hançerin özelliği kesiciliğidir, can almasıdır. Kaşın da hançer gibi öldürme özelliği vardır. Sevgilinin, âşığı öldürmesi, ona yüz vermemesi ve kaşlarını çatması demektir. Bu durumda âşık, o hançer gibi olan kaşların kendisini öldürmesinden korkar ve ağlar. Böylelikle âşık, sevgiliye ne yaklaşabilir ne de ulaşabilir. Âşığın gönlünde elem ve hüzün vardır. Bu elem ve hüzün yoğunlaştıkça dışa yansır. Âşığın ağlaması da gönlündeki elemin dışa yansımasıdır. Şair, ikinci mısrada bunun doğal bir durum olduğundan söz etmektedir. Yeni ay çıktığı zaman yağmur yağar. Yağmur da en çok baharda görülmektedir. Yeni ay, hilâl şeklinde net olarak bahar aylarında gözükmektedir. Bu olağandır. Yeni ay her zaman vardır ama en çok bahar aylarında yağmur yağarken görülür. Şair, bu durum nasıl doğal ise sevgilinin görünmesiyle âşığın ağlaması da normaldir, diyor. Yani sevgilinin göründüğü mevsim bahardır. Kışın insanlar evlerine kapanır ve bahar aylarında mesire yerlerine çıkarlar. Âşıklar ve sevgililer, birbirlerini ancak o zaman görürler. O hâlde baharın gelişi, sevgilinin yüzünü göstermesi demektir. Âşık, sevgiliyi kışın bile görse o kış onun için bahardır. Âşığın baharı, sevgiliyi gördüğü andır. Baharda duygular coşar, canlanır. Yine baharda sular çoğalır, çiçekler açar, tabiat süslenir. Bu canlılık, sevgili ile olur. Sevgili yoksa, âşık sevgiliyi görmezse mevsim değişmez. Gerçi dilber pend eder setr eyle râz-ı ‘aşkı der ‘Âkıbet inen bilürem ‘âleme destân olur Ahmed Paşa (Dilber: gönül alan güzel, sevgili. pend: öğüt. setr: gizleme.râz-ı ‘aşk: aşk sırrı, Her ne kadar sevgili, aşk sırrını sakla, gizle diye öğüt verse de sonunda onun dile düşeceğini çok iyi biliyorum.) Aşk bir sırdır. Sır, gizlilik demektir. Âşığın, âşık olduğunu sadece âşığın kendisi ve sevgili bilmelidir. Çünkü aşk, sadece iki kişi arasında bir sırdır. Sevgili, bunu gizlemesi için âşığa öğüt vermiştir. Bu sırrın saklanamayacağı endişesi vardır. Bu endişeyi taşıyan sevgilidir. Sevgili kendisini düşündüğü için, âşığa bu sırrı saklamasını tembihlemektedir. Sır saklanmazsa sevgilinin adı çıkmış olacak ve bu durum sevgiliye zarar verecektir. Beyitte, sevgili öğüt verirken âşığı düşünüyor gibi gözükse de aslında kendini düşünmektedir. Âşık, bu öğüde uyamayacağını ve sırrın ortaya çıkacağını çok iyi biliyor. Bu sırrın, neden ortaya çıkacağı beyitte belli değildir. Ama aşk sırrı saklanamaz. Divan şiirinde, âşığın bu sırrı saklayamamasının sebebi gözyaşlarıdır. Âşığın hâli, bu sırrı açık etmektedir. Gönüldeki aşk, âşığı dertli eder. Çünkü sevgiliye kavuşma yoktur, ayrılık vardır ve ayrılık, dert, keder, elem demektir. Âşık, bu durumlarla başa çıkamayınca ferahlamak için ağlar. Ağlamak, âşığın rahatlaması demektir. Âşığın çektiği dertler, onun rengini sarartmış ve zayıflatmıştır. Âşığı görenler, o bir şey söylemese de onun âşık olduğunu anlarlar. Beyitte aşkın destana benzetilme sebebi, onun bilindiğini, ünlü olduğunu, Leyla ile Mecnun misali bir aşk olduğunu göstermek içindir. Böyle bir benzetmeyle hem aşkın büyüklüğü hem de aşk sırrının saklanamayacağı anlatılmıştır. Âşığın, destana benzer bir aşkı yaşayabilmesi için sevgilinin de güzel olması gerekmektedir. Beyitte ayrıca öğüt verme ifadesi vardır. Öğüdü büyük, küçüğe verir. Âşık küçük, sevgili ise büyüktür. Divan şiirinde sevgili, genellikle padişah, âşık ise kul, köledir. Padişah hep yukarıdan bakar, hâkimdir, hükmeder; sarayın dışına çıkmadığı için görünmez, onu sadece yakınları görür. Bunun yanı sıra padişahlar cömert kimselerdir. Genelde padişahlar saraydan çıktıkları zaman halka altın dağıtırlar, onların yüzünü güldürürler. Bu yüzden yolları dört gözle beklenir. Âşık da sevgilinin yollarını böyle bekler. Sevgilinin ihsanı, yüzünü göstermesi, âşığa gülmesi, tatlı söz söylemesidir. Ama sevgili bunu pek yapmaz. Bazı beyitlerde görüldüğü üzere, sevgilinin kılıca, oka benzeyen kaşını, öfkeli bakışlarını göstermesi bile âşık için bir ihsandır.
Ömer Faruk YİĞİTEROL
YazarEski edebiyatımızı isimlendirme konusunda Tanzimat’tan günümüze dek birbirinden farklı birçok fikir sunulmuştur. Divan edebiyatı, yüksek zümre edebiyatı, saray edebiyatı, ümmet edebiyatı bunlardan yal...
Yazar: Ömer Faruk YİĞİTEROL
Divan şiirinde, özellikle de tekke ya da tasavvuf şiiri olarak adlandırılan şiirimizde sıkça bahsi geçen konulardan biri “vahdet-i vücud”dur. Vahdet-i vücud, “varlığın birliği” ya da “varlıkta birlik”...
Yazar: Ömer Faruk YİĞİTEROL
Bilindiği üzere peygamberlerin mucizeleri, kendi devirlerinde revaçta bulunan ve gelişmiş olan bilim ve sanata göre farklılık arz etmektedir. Bu durum, onların gönderildikleri kavimde kabul edilmeleri...
Yazar: Hamit DEMİR
Osmanlı Devleti’nin her cihetten fetihlerle genişlemesinde büyük pay sahibi olan hükümdar Kanûnî Sultan Süleyman Han’dır. Onun döneminde ordunun özellikle Batı’ya yönelmesi ve gemilerin Akdeniz’e sürü...
Yazar: Hamit DEMİR