Fiko
1986 yılının başlarıydı. Müdür Bey, öğrenim gördüğümüz yatılı okulumuzdaki sınıfa Fikret isminde bir çocuk getirmişti. Yüzü gözü çirkin sayılabilecek bu çocuğa, daha ilk dakikalardan kafayı takmış, Fiko demeye başlamıştık. Aramıza katılan yeni çocuklara yaptığımız gibi, tartaklamalarımıza o da ilk günden maruz kalmıştı. Müdür Bey, durumu görüp yere düşen Fiko’yu kaldırarak:
- Onun kalbi bozuk, kalbinden sorunu var. Arkadaşınız hasta. Bir daha ona böyle davranmayın, diye kızıp bağırınca, o sınıftan çıkar çıkmaz, oturduğu sıranın etrafında "Kalbi bozukmuş!" diye dönüp eğlenmeye başlamıştık.
Müdür Bey, "Kalbi bozuk!" sözünü, köy yerinde yetişmişliğin şivesiyle söylemişti o an için, ama biz Fiko’nun hastalığını bile dilimize dolamıştık bir kere. Onu aramıza almıyor, onunla oynamıyor, hatta konuşmuyor, onu fazlasıyla dışlıyorduk.
Yapmadığı yaramazlıklarda bile, onu öğretmenlere şikâyet edip birçok dersin sonuna kadar tek ayak üzerinde durmasını keyifle ve dalga geçerek izliyorduk. Fakat onun tek isteği bizimle arkadaş olmak, aramıza karışmaktı. Sınıfta yapayalnız kalmıştı. Sınıfın en köşesindeki sırada tek başına otururdu, çoğu zaman da başını kollarının arasına alıp ağladığını görürdük.
Sınıfta en çok sözü geçen Şefik ismindeki çocuk, bir gün sırıtarak Fiko'nun yanına gitti. Eğilip fısıldayarak kulağına bir şeyler söyledi. Fiko’yu gülerken hiç görmemiştim o zamana kadar. Sonra birden gülümseyerek, sevinçle kapıdan çıkıp gitti. Neler olacağını merak ediyorduk. Ertesi gün, okulun en dayakçı öğretmenlerinden Tahsin Öğretmen’in, Fiko’yu bağıra çağıra kulağından sıkıca tutmuş halde okulun bahçesine getirdiğini görmüştük.
- Bu veledi öğretmenler odasında yazılı kâğıtlarında düzeltmeler yaparken yakaladım, diye bağırırken bir yandan da hiç acımadan çocuğun eline tahta cetveliyle vuruyordu. Fiko ise ağlamaklı gözlerle bize bakıyordu sesini çıkarmadan. Tahsin Öğretmen’in ellerinden sonra birkaç defa sırtına ve kollarına vurduğu da olmuştu.
Tam o sırada Şefik’in yanına gittim ve kulağına eğildim:
- Dün Fiko’ya ne yapmasını söyledin, diye sordum.
Aynı saniye Fiko, sanki bir kriz geçirir gibi yerde titremeye başlamıştı. Şefik:
- Eğer yazılı kâğıtlarımızdaki yanlış cevapları kitaptan bakıp doğru cevaplarla değiştirirsen işte o zaman seni de aramıza alırız, dedim demişti.
Yerde yatan Fiko’ya bakarken ikimizin de yüzü bembeyaz olmuştu. Tam o sırada Müdür Bey koşarak merdivenlerden iniyor, bir yandan da:
- Tahsin Bey, durun! Yapmayın!.. Onun kalbi bozuk, diye bağırıyordu.
Müdür Bey gelene kadar Fiko’nun hali çok daha kötü olmuştu. Zavallı çocuk, ambulans gelene kadar dayanamamıştı. Gözleri hareketsiz bir halde bir noktaya bakarken, Müdür Bey hâlâ telaşla;
- Onun kalbi bozuktu. Kalbinden sorunu vardı, diye bağırıyordu.
Daha fazla dayanamamış ve sınıftaki herkes gibi yanaklarımdan dökülen gözyaşlarına mani olamamıştım. O zaman anlamıştım ki asıl kalbinde sorunu olan bizlerdik. Fiko'nun öyle güzel bir kalbi vardı ki... Ve ne yazık ki hastaneye yetişemeden vefat etti.
Ayşe Gül PINAR
YazarAmr bin Sâbit, “Uhayrim” lakabıyla tanınıyordu. Amr (r.a.) Medineliydi. Bütün kavmi Müslüman olduğu hâlde, o tek başına Müslümanlara muhalefete etmeye devam ediyordu.Uhud Savaşı devam ederken Medine’d...
Yazar: N.Nida DURAN
Yalan nedir?Doğru olmayan sözdür. Aldatmak amacıyla gerçeğe aykırı olarak söylenen sözdür. Yalan söylemek büyük günahlardandır ve bütün kötülüklerin temelidir. Yalan söylemek, toplumda güveni yok eder...
Yazar: Ayşe Gül PINAR
Veda Hutbesi nedir?Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hicret’in onuncu senesinde yaptığı Veda Haccı sırasında okuduğu hutbedir. Peygamberimiz Arefe günü Arafat Vadisi’nde öğleden sonra Kusvâ adındaki devesi...
Yazar: Ayşe Gül PINAR
Olay 1506'da Frankfurt'ta kaydedilmiştir.Bir tüccar, 800 lonca kaybeder. (Lonca, o zamanın para birimi gibi bir şeydir.)Yoldan geçen bir marangoz da tesadüfen bu tüccarın çantasını bulur. Son derece d...
Yazar: Ayşe Gül PINAR