EY ADL-İ İLÂHÎ
Meşhur hikâyedir, yaşlı kadın üç yetim torunuyla yaşamaktadır. Büyük yoksulluğun acımasız kollarında gün bulup gün yedirir yavrucakları. Baba savaşta şehit olmuş, anne çocukları terk edip kaçmıştır. Nene yalnız başına bu yetimlere kol kanat gerer. Gündüz kendince çalışıp toplar, akşam yer bitirirler. Nene her gün evden ayrılınca en büyük kardeşin reisliğinde yumurcaklar kâh küçük, eski kulübenin önünde oynar, kâh uyur, kâh kavga edip ağlaşarak babaannenin geliş saatini beklerler. Kulübe de kulübe olsa. Paslı-eğri tenekeler iğreti, birbirine iliştirilmiş, kışın soğuktan yazın sıcaktan içinde durulamayacak kadar kötüdür. Tamir için ne adam var ne para. Velhasıl bu sersefil-perperişan hayatın hüküm sürdüğü bahçenin bitişiğinde ülkenin padişah hazretlerinin koruluğu vardır. Ara sıra atıyla hava almak için etrafı dolaşır, havasından yanına kimseyi yaklaştırmazmış. Mağrur, zalim, kelimenin tam manasıyla insanlıktan nasibini almamış bir despottur bu adam. Dehşetengiz saltanatı dillere destan oladursun, bir gün yine keyfini yelpazelemek için ormana dalar. Şırıldayan sular, uğuldayan ağaçlar, seke seke giden ceylanlar, pır pır uçuşan kelebeklerle arayı açıp koruluğun hemen yanındaki bu kulübeyi görünce beyninden vurulmuşa döner. Doğru ya, onun gibi haşmetmeâb ulu (!) bir padişahın şanına yakışır mı hemen komşu bahçede böyle bir baraka! Olacak iş mi??? Hemen emir yerini bulur ve bu kümes artığı ev, yerle bir edilir. Hükümdar, bütün çevre düzenlemesini hakkaniyetle yapmıştır. O gece huzurla uyumaya hazırlanır. Derken, nene akşamüstü kulübeye gelir. Bir de ne görsün? Barakanın yerinde yeller esiyor. Yavruların her biri, bir köşede kâh yıkıntı yanında kâh ağaç altında ağlamaktadır. Babaanneyi görünce feryat figan koşup eteğine sarılırlar. Olup biteni dinleyen nene, dermanı kalmayan dizleri üzerine çöker, gözyaşlarıyla başını semaya kaldırır ve inler: “Ya Rab! Evim yıkılırken ben burada değildim, ya sen neredeydin?” Bu noktada, Allah Rasûlü’ne kulak verelim. Bize çok çarpıcı bir bilgi verir ve teyakkuzda olmamızı ister. “Mazlumun duası ile Yüce Yaradan Rabb’imiz arasında hiçbir perde yoktur. O dua direkt Allah’a ulaşır.” buyururlar. El-Hak bu kocakarının ahı da öyle ulaşır ki yedi kat göğü delerek el-Müntekîm olana, ne hedefe varmak için yaydan çıkan ok, ne yuvasından fırlatılan füze, ne ışık hızı bu duanın hızına yetişemez. Bu acûze kadın daha gözyaşını silmemiştir ki büyük bir sarsıntı ile sarayın sütunları çatır çatır yarılıp yere düşer, koca mâlikâne yere serilir ve zalim padişahın mezarı oluverir. Değişmeyen kaide şudur ki insanoğlu ektiğini biçer. Ziya Paşa’nın şu beyti birçok ayet-i kerimenin hülasasıdır: Hâşâ kuluna zulmetmez Hüdâ’sı Kulun çektiği kendi cezası! Kul isyan eder, günah işler, haddi aşar ancak hemen akabinde nasuh tevbesi gelmezse son damla bardağı taşırır da Allah’ın adaletine dokunur. Hele mazlumun ahı arşı titretir, dengeleri altüst eder. Yine bir hadis-i şerifte İki Cihan Güneşi (s.a.v.): “Kıyametin kopmasına yakın, gece karanlığı gibi zulümler yeryüzünü saracak. Sabah mü’min olarak evinden çıkan, akşama kâfir olarak, sabah kâfir olarak çıkan kişi, akşama mü’min olarak dönecek. O zaman evlerinize kapanın, dışarı çıkmayın.” buyuruyorlar. Filhakika, asrımızda zulüm bütün yeryüzünü dalga dalga öyle sardı ve salâhiyet sahibi umerâ o kadar pasif kaldı ki elektro mikroskopla ancak görülebilen bir mikrop, bir yaptırım olarak hadis-i şerifin gereğini yerine getirdi. Akabinde dışarı çıkma yasakları, karantinalar, kepenk indirmeler birbirini izledi. Bütün sistemleri, plan-programları, hayal ve hedefleri hâk ile yeksan etti. Târumar olan değerler, pespâye edilen mukaddesatımız, nimet-i küfran olan yani kıymeti bilinmeyen nice nimetler ve dahası, insanları çıkmaza soktu. Büyük bir dönemeçte savrulan insanlığın çareleri tükendi ve toparlanmanın uzun zaman alacağı bir eşiğe getirdi. Bunun klasik ifadeyle “bir imtihan” olduğunu kabul ediyoruz. Ancak şunu bilemiyoruz ki başına vurulup elinden ekmeği alınan bir savaş mağduru çocuk mu, fosfor bombasıyla yara alıp annesinin kucağında son nefesini veren bebek mi, eli altında çalışanlara zulmeden âmir mi, emanet olarak yüce Yaratan’ından aldığı çocuğu terbiyede helal lokma -temiz ağız- dinî hassasiyete özen göstermeyen ebeveyn mi, kamu malını talan edip Allah korkusundan yoksun görev ifa eden memur mu, kim, kim? Müsebbibi kim olursa olsun tek gerçek var ki “pandemi” başlığı altında boy gösteren bir çatırtı, zulüm sütunlarını kırdı ve bir kocakarının âhı arşın perdelerini delip el-Kahhar’a ulaştı. Gerisi lâf u güzaf oldu vesselâm.
A. Tuba BÂKİLER SÜTDEDE
Yazar“Hiçbir kapı, altından geçerken, Âkif’i eğilmeye mecbur edemedi.” ...
Yazar: A. Tuba BÂKİLER SÜTDEDE
Benim çocukluğumda hanımeli bir başka açar, leylaklar daha asil kokardı. İnce uzun bir sokaktaydı evimiz. Sokağın başköşesinde mahalle camii, en sonunda muhtarın evi, orta yerde bizim ‘köşkümüz’ vardı...
Yazar: A. Tuba BÂKİLER SÜTDEDE
Bir gün, Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.)’in yanına azılı müşrik Ebu Cehil çıkagelir. Bir nazarıyla kışları bahar eden, varlığıyla el-Emîn olan, sohbetiyle güller derilen, susuşuyla ayrı bir asalet se...
Yazar: A. Tuba BÂKİLER SÜTDEDE
Ey oğul! Sen, dünyada ebedî kalmak için yaratılmadın. Allah'ın yoluna uymayan bir yaşayış içindesin. İçinde bulunduğun bu hali hemen değiştir. Kendini Allah'ın takdirine teslim et. Sonra O'nunla bi...
Yazar: Editör