ECDADIN KÖK SALMIŞ YAZILI VİCDANI: ÂŞIKPAŞAZÂDE TARİHİ
Tarihi, milletlerin dünü olmakla beraber yarınına ışık tutan yaşanmışlıklar bütünü diye tarif edebiliriz. Milletlerin kahramanları tarih yapar, bilim ehli bunu satır satır yazarak kayda geçer. Başka bir ifade ile tarihi kahramanlar yapar, erbabı ve ehli başka bir titizlik içinde yazar. Bu bir anlamda, dünün fotoğrafını kare kare çekmek gibi bütünlüktür. Sağlamlığı, yalınlığı, güvenilir ve etkili olması, tarih yazarının olaylara baktığı göz, kaydettiği olay ve aktardığı mekânla da bir ilişkisi vardır. Kale kumandanın kahramanlığını anlatan tarihçi, o bölgenin iklimini, geçim kaynağını, halkın giyim tarzını, örf ve adetlerine ışık tutmayı ihmal etmez. Hatta bu tanımlar ve tasvirler ile başka ilimlerin ortaya çıkmasına da yardımcı olur. Tarih dendiğinde, Herodot akla gelir. Herodot’un eseri incelendiğinde bir yerde olayları anlatıyor; fakat olayları anlatmaktan çok o yerin coğrafyasının, çevrenin tahlili yapıyor. Bu tahlili yapırken bir müesseseyi, bir âdeti, bir olayı anlatmak için kimi zaman rivayetlere dayanıyor; hatta kimi zaman mitolojiye kadar gittiği oluyor. Ancak destandan ayrılan yanı ise doğrudan doğruya yaşadığı gün ve çevreden hareket ederek kültürel yapıyı ortaya koymasıdır. (Ortaylı, 2011; 11-12). Sosyal olaylar, yapısı gereği kırılgan ve sübjektif değişkenlerdir. Daha beş dakika önce, kapımızın önünde olan bir olay hakkında gerçeği ortaya çıkarmaya çalışırken dahi, bir birine zıt ifade ve tanıklıkları yaşarız. Objektif ve güvenilir olması, tarihi yazan kişinin bilgi dünyasına, kelime hazinesine, üslupta ki yöntemine bakarız birazda. Evliya Çelebi, bir nefeslik uğradığı yeri dahi, kaleminin kıvraklığı ve bilgileri ile bir istatistik uzmanı edasıyla sıralaması, hangi gözle bakıp, bugüne taşımış olmasını hayret ve memnuniyetle okumuyor muyuz? Bugün birçok mobil kamerayı kullanarak, görseli ekranlara taşıyan film yönetmenin rolünü, dün tarihçi ilmek ilmek dokuduğu, hafızamız olan geçmişle yapıyordu. Doğru, sağlam ve estetize edilmiş bir derinlik, bize tarihin soylu sayfaları arasında aynısını yaşatmadı mı? Unutmayalım ki, sosyal bilimler, yapısını gerçeklik ve tarafsızlık ilkesinin yerine getirmesi ölçüsünden alır. Yoksa aynı olayı farklı birçok uzman ve ilim ehli size anlatır ve aktarır. Farklı kaynaktan, farklı yöntem ve üsluptan tarih okumak, belki de güvenilirliği ve gerçekliği biraz daha gün yüzüne çıkarmada yardımcı olur. Tarih ilmi, sık sık değişen ve yarına kalıp kalmaması, yazarının ve okuyanın iç dünyasında bırakacağı etki ile doğru orantılıdır. Bilimleri kabul görmüş kuralları içinde, daha duyarlı ve tutarlı bir tanım olarak da kayıt altına alabiliriz. Dünden Yarına Soylu Bir Yolculuk: Âşıkpaşazâde Tarihi(Tevarih-i Al-i Osman) Âşıkpaşazâde tarihi, insanların giyim tarzından, bölgenin yetiştirdiği ürünlere kadar varan bir antrolploji zenginliğinde yazılmıştır. Osmanlı ailesinin, nasıl bir medeniyet kurarak, imparatorluğa yükselmesini, adım adım sayfalar arasında bulabiliriz. Osman Bey’in yakın çevresi, ailesi, dönemin kültür ve etnografik çeşitliliği, adeta tarihin derinliklerinde sizi narin bir şekilde gezdiriyor. Âşıkpaşazâde, elimizde mevcut ilk Osmanlı kroniklerinden Menâkıb-u Tevârîh-i Âl-i Osman’ın yazarıdır. Eserin yazılış hikâyesi ve gerçek öyküsü, kendi diliyle; “Âşıkî! Osmanoğulları’nın menkıbelerini yaz Yedi ceddin senin, bu sülaleyle birlikte geçti.” diye yalın ve içten ifade eder. Âşıkpaşa’nın, ilim ehli bir çevrede bulunması ve tecessüs yüklü hafızaya sahip bir çevrede yaşaması, aynı zamanda Osmanlı oğullarının çok yakınlarında bulunması, eseri kaleme almada en gerçekçi neden olarak söylenmektedir. Âşıkpaşazâde’nin, bahsettiği olayların birçoğuna bizzat tanık olduğu düşünülürse eserin kıymeti daha iyi anlaşılır. Âşıkpaşazâde eserinde bu durumu şöyle dile getirmektedir: “Hey azizler, vallahi bu menâkıbı kim fakîr yazdum cemî‘sine ilmüm irişüp turur, andan yazdum. Siz sanmanuz kim güzâfın yazdum.” 1494 yılına kadar olan bölümün Âşıkpaşazâde tarafından yazıldığı, geri kalanının ise öğrencileri tarafından eklendiği düşüncesindedir. Babinger ise “Eserin tamamının Âşıkpaşazâde tarafından yazılmış olmadığı muhakkaktır.” diyerek, ancak küçük bir kısmının ona ait olduğunu, geri kalanının ise belki de ondan kalan müsveddelerden istifade eden torun veya hısımlarından biri tarafından, yine muhtemelen Mısır’da tamamlandığını iddia eder. Âşıkpaşazâde’nin vurguladığı diğer bir nokta, Osmanlı sultanının ve yönetici sınıfın dervişlerle olan yakın ilişkisidir. Henüz sünnî Müslümanlığı tam olarak özümsememiş göçebe Türkmenlerin dervişlere bağlılık göstermeleri ve göçebe yapıya uygun şekilde bir örgütlenme içine girerek tekke ve zaviyeler kurmaları, dönemin şartlarıyla yakından ilgilidir. Eserde, sultanın büyük saygı gösterdiği dervişler, dünya malından uzak duran ve devlet işlerine karışmayan kişiler olarak tasvir edilmektedir. (Turhan,2003) Mücahede ile Geçmiş Ulu Çınar: Âşıkpaşa’nın Kısa Hayat Hikâyesi Genel kanaate göre Âşıkpaşazâde 1393’te Amasya’ya bağlı Elvan Çelebi köyünde doğmuştur. Ölüm tarihi konusunda ise rivayetler muhteliftir. Babinger, ölüm tarihini Hicrî 889, Miladî 1484 olarak verir. Halil İnalcık’a göre ise Âşıkpaşazâde 1502’de vefat etmiş ve İstanbul’da kendi yaptırdığı Âşıkpaşa Camii’nin bahçesine defnedilmiştir. Âşıkpaşazâde 1413 yılında 20’li yaşlarında iken, Çelebi Mehmed’le kardeşi Musa Çelebi arasında yaşanan taht mücadelesi sırasında Çelebi Mehmed’in maiyetinde Geyve’ye gitmiştir. Burada hastalanan Âşıkpaşazâde Orhan Gazi’nin imamının oğlu olan Yahşı Fakıh’ın evinde kalmıştır. Kaldığı bu evde, Yahşı Fakıh’ın hazırladığı Osmanlı tarihinin Yıldırım Bâyezîd’in sonuna kadar olan kısmını anlatan eseri gören Âşıkpaşazâde tarihini yazarken bu eserden faydalandığını belirtmektedir. Âşıkpaşazâde’nin Geyve’den sonra yine memleketine döndüğü ve bir süre Elvan Çelebi’de kaldığı görülmektedir. 1436-1437 civarında hacca giden Âşıkpaşazâde, ardından Mihaloğlu Muhammed Bey vasıtasıyla II. Murad’ın ordusuna katılarak 1437’de Semendire’ye yapılan seferde bulunduğundan bahsetmektedir. Âşıkpaşazâde, Yıldırım Bâyezîd’in İstanbul kuşatmasını ve padişahın 1391’de Macarlarla yaptığı savaşı, Karatimurtaşoğlu Umur Bey’den dinlemiştir. Eserin temel özelliği, dönemine göre oldukça akıcı bir dille kaleme alınmasıdır. Kitap, sade üslûbu sayesinde orta tabaka ve askerî zümreler arasında destan gibi okunan bir eser olmuştur. Zaman zaman soru cevaplarla, zaman zaman da manzum parçalarla sağlanan dil akıcılığı eserin canlılığını daha da artırmıştır. Konuşma üslûbuna yaklaşan dil tercihiyle eser, dönemin dil yapısının anlaşılması açısından da önemli bir kaynaktır. Tevârih-i Âli Osman’lar Âşıkpaşazâde’nin eseri Osmanlı tarih yazıcılığında çok önemli bir yeri olan Tevârih-i Âli Osman, kendi içinde tutarlı bir bütünlük oluşturmaktadır. Yalnızca Osmanlıları konu etmesi, açık bir biçimde yazarının kişiliğinin damgasını da taşıyan ve birinci elden bilgiler veren ilk eser olmuştur. “İşte Orhan Gazi'nin imamının oğlu olan Yahşı Fakıh, Sultan Bâyezîd Han'a gelinceye kadar bu hadise ve menkıbeleri yazmış. Ben de Orhan Gazi'nin imamının oğlu Yahşı Fakıh'e bağlı kalarak, başkalarından duyduklarımla birlikte, Osmanoğulları'nın sözlerinden ve olaylarla dolu menkıbelerinden bazılarını kısa ve öz olarak kaleme aldım.” Metinde anlaşılacağı üzere Yahşı Fakıh’ın Osmanlı kuruluş dönemiyle ilgili yazmış olduğu bir eseri olduğu ve Âşıkpaşazâde’nin bu tarihî eseri okuduğu görülmektedir. Ancak Yahşı Fakıh’ın yazmış olduğu bu eser günümüze ulaşılamamıştır. Bu nedenle Osmanlı kuruluş dönemi ile ilgili yazılı ilk eser olarak günümüze ulaşan ilk yapıt Âşıkpaşazâde’nin kaleme almış olduğu eserdir. Osmanlı kuruluş dönemi ile ilgili gönümüze ulaşan ilk yapıt olması nedeniyle Âşıkpaşazâde tarihi, dönemle ilgili yazılan diğer Tevârih-i Âli Osman’ları etkisinde bırakmıştır Toplumun Dört Temel Omurgası: Gaziyan-ı Rum, Ahiyan-ı Rum, Bacıyan-ı Rum, Abdalan-ı Rum Âşıkpaşazâde’nin eseri incelendiğinde Anadolu’da varlık gösteren sosyal hayattaki teşkilatlanmalara da rastlanmaktadır. Bu unsurlar Osmanlı Devleti’nin kurulmasında çok önemli roller oynamıştır. Dinî yapı ile oluşmuş olan bu unsurların teşkilat yapıları esere aktarılması ise şu şekilde olmuştur. Âşıkpaşazâde, Hacı Bektaş’tan söz ederken Anadolu’da dört misafir taifesinden söz eder. Bunlar;
Ramazan YILDIZ
YazarTarım toplumundan, sanayi toplumuna geçişimiz hiç de kolay olmadı. Sancılı, tereddütlü, ikilemi bol bir vahada izlek sürdük. Toplumlar, değişime direnerek karşı koyarlar. Sonrası iyisi ile kötüsü ile ...
Yazar: Ramazan YILDIZ
Tarım toplumundan bilgi toplumuna geçiş, hiç de sanıldığı gibi kolay olmadı. Avrupa, kendi içinde sanayisini zorluklarla tamamladı. 18. yüzyılı buharlı makina ve matbaanın bulunması ile sancılı geçird...
Yazar: Ramazan YILDIZ
İslâm düşünce geleneğinde, bir arayış, bir hakîkat yolcusu, ilk felsefî roman olarak İbn Tufeyl’in Hayy b. Yekzan adlı eseri gösterilir. Roman, sembollerle anlatılan alegorik bir çalışma olarak hâlâ y...
Yazar: Ramazan YILDIZ
Milletlerin, hayatlarını canlı tutan, kültür dünyalarını süsleyen değerler vardır. Bunların başında, masal, hikâye anlatıcılığı, menakıbnâme, destanlar gibi dilden dile çoğalarak, kartopu gibi bugüne ...
Yazar: Ramazan YILDIZ