Can Sermâyesini Fedâ Edenler
Allah’a yakın olabilmek için iyilik yolunda yürümek, iyiliğe gönül vermek, gerekirse can vermek gerekir. Sahâbe-i kirâm bütün hayatını, malını, canını Allah’ın dinine ve Rasûlullah’ın emri üzere fedâ ederek bizlere örnek olmuşlardır. Onun için de iyilik erleri olarak, asr-ı saâdet denilen kutlu zaman diliminde Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’e yakın olmuş, kurbiyyet kazanmışlardır.
Kurban; fedakârlıktır. Yardımlaşma ve dayanışma ruhunun olgunluk anahtarıdır. Allahu Teâlâ’nın emretmiş olduğu bir ibâdettir. Elbette ki sayısız hikmetleri vardır. Allah’ın adını anarak bize verilen hayvanların kesilmesi, teslimiyettir, samîmîyettir. Hakk’a yakınlaşmadır, manevî kurbiyettir… Hakîkî kulluğu hatırlamak, gerçek mânâda Yüce Rabb’imize kulluğumuzu yerine getirmektir.
Can Sermâyesini Fedâ Edenler
Tasavvuf edebiyatında, âşığın elindeki tek sermâyesi candır. Canını, sevdiği uğruna fedâ edenler, sadâkat göstermiş olurlar. Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî’deki bir beyitte Hulûsi Efendi şöyle buyurur:
Gönlüm sana hayrânedir dîdelerim giryânedir
Bu can dahi kurbânedir ey yâr-ı sâdık yâr yâr
Kurban; paylaşmanın, yakınlaşmanın, mü’minlerin birbirinin hâlinden haberdâr olmanın kapılarını aralar.
Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de: “Kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın dininin nişânelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban edeceğinizde) üzerlerine Allah’ın adını anın...”[1] diye emredilmektedir.
Osman Hulûsi Efendi Şeyh Hâmid-i Veli Minberinden Hutbeler aldı eserindeki bir hutbelerinde şöyle buyururlar:
“Kurban, insanı Allah’a yakınlaştıran, Allah’a yakınlaşmaya vesîle olan şeydir. Kurbanda ihlâs ve takvâ aranır. Hac Sûresi’nin 37. âyetine göre kurbanda, bizi Allah’ın rızâsına ulaştıracak şey etleri ve akıtılan kanları değil, mâneviyâtımızdan doğan kalplerimizi Allah’ın emrine uymaya ve O’na tazime ihlâs ile yakınlaşmaya dâvet eden takvâmızdır.
İnsan kurban kesmekle, Allah’a ve Allah’ın emirlerine karşı olan teslîmiyetini, itâat ve inkıyâdını, îcâbında her fedâkarlığa âmâde bulunduğunu göstermiş olur. Fedâkarlık, maldan başlar. Hz. İbrahim (a.s.)’ın kurban hâdisesinde olduğu gibi Allah yolunda canı seve seve fedâ etmeyi göze almakta nihâyet bulur.
Peygamberler hep böyle olurlar. Allah’a bağlılıklarını, teslîmiyetlerini en ağır şartlar altında bile isbât ederler. Hazret-i İbrahim (a.s.), Allah rızâsı için kurban kesmekte devam etmiş bir peygamberdir. Rasûl-i Ekrem Efendimiz bunu, “Kurbanınızı kesiniz, kurban kesmek babanız İbrahim’in sünnetidir.”[2] meâlindeki hadîs-i şerifleriyle haber vermişlerdir.
Kurban, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e, Kevser Sûresi’nde emredilmiştir. Bu sûrede buyuruluyor ki: “Hiç şüphesiz biz sana atiyye ve ihsân olarak Kevser’i verdik, öyle ise sen de Rabb’in için namaz kıl ve kurban kes. Nesli, adı sanı kesilecek olan sen değil, asıl sana buğz eden, kin tutanın kendisidir.”[3]
“Cömert Kişi Allah’a Yakındır”
Zengin olan Müslümanlar bu ibâdet vesîlesiyle, malını Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak sûretiyle yalnızca rızâ-i Bâri için verir. Vicdânen, ihtiyaçlı bir Müslüman yardımda bulunmanın zevkiyle mesrûr olur. Cimrilik hastalığından kurtulur.
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur: “Cömert kişi, Allah’a yakın, cennete yakın, insanlara yakın ve cehennem ateşinden uzaktır. Hasis insan, Allah’tan uzak, cennetten uzak ve cehennem ateşine yakındır. Cömert câhil, ibâdet eden cimriden Allah’a daha sevimlidir.”[4]
Sevdiği uğruna canını veren âşık; vuslata kavuştuğu gibi, kurbanını Rabb’inin rızâsı için kesen bu vecibeyi yerine getiren mü’min de mutlu olur.
Benim canım sana kurbân olursa
Diyem yüzbin kerre eş-şükrü li’llâh
Sevgili için bin canı olsa kurban etmeyi göze alan gerçek sâdıklar, Allah’ın rahmet ve iyilik kapısına sırt çevirmezler. Bir dörtlükte şöyle buyrulur:
Gördüm yüzünü hayrânın oldum
Yandım oduna sûzânın oldum
Bin can ile hem kurbânın oldum
Yüz dönmek olmaz yârım kapından
Malını, kurbanını, Allah için fedâ edemeyenler, aşk meydanında, muhabbet pazarında can sermâyesini de sevdiklerine veremezler.
Kurban, kulların şükran ifâdesidir. Fakirler de karamsarlıktan kurtulur, kendine Allah’ın bayram gününde bir ikrâmı olarak kabul eder, Rabb’ine şükreder, hayır sahibine teşekkür eder, duâ eder…
Bayramlar neşe, sevinç, birlik ve beraberlik günleridir. Bayramlar paylaşma, yardımlaşma ve kardeşlik günleridir. Canını fedâ edenlerin hâlini tasvir eden bir beyit daha:
Îd-ı vaslını bulan canını etmiş fedâ
Mansûr gibi yoluna hep kurbâna gelmişler
Peygamberimiz’in, “İmkânı olup da kurban kesmeyen bizim namazgâhımıza yaklaşmasın.”[5] hadîs-i şerifi kulaklarımıza küpe olmalıdır. İnanan insan elindeki nimetin, imkânın şükrânesi olarak Yüce Yaratıcı’ya karşı vazifesini en güzel bir şekilde yerine getirmelidir.
Rasûllullah Efendimiz (s.a.v.), “Hiçbir kul, kurban günü, Allah indinde kan akıtmaktan daha sevimli bir iş yapamaz. Zira kesilen hayvan, kıyâmet günü boynuzlarıyla, kıllarıyla, tırnaklarıyla gelecektir. Hayvanın kanı yere düşmezden önce Allah indinde yüce bir mevkie ulaşır. Öyle ise, onu gönül hoşluğu ile ifa edin.”[6] buyurmaktadır.
Kurban kesmenin sevabını soran sahâbeye, Peygamber Efendimiz, “Kurbanın her bir kılı için bir sevap vardır.”[7] buyurmuşlardır.
Kurban Teslimiyettir
Dîvân-ı Hulûsî’deki bir beyitte; Hz. İbrahim’in, oğlu Hz. İsmail’in kurban edilmesi emrine göstermiş olduğu teslimiyete binâen Hak katından kurban gönderildiğini anlatan Kur’ân’daki kıssa konu edilerek şöyle buyurulur:
Bir yerde karârın yok iken nice durursun
Ferzend-i Halîl-veş sana kurbân mı erişdi
Cenâb-ı Hak, ihsân buyurduğu şu kadar nimetler karşılığında kullarından canlarını, evlâtlarını istemiyor, nâil olduğu nimetlerin pek az bir miktarını kendi rızâsı için fedâ etmesini emrediyor. Acaba bu kadar fedâkârlıkta bulunmayan insanlardan kendi canların fedâ etmeleri istenilse idi o zaman ne yaparlardı. Nitekim Hz. İbrahim (a.s.) böyle bir emir karşısında teslimiyet gösterince ona bir kurban ihsân buyurulmuştu.
Bayram; sevenin sevdiğine kavuştuğu andır. Bayram, fakirin kimsesizin sevindiği zamandır. İyilik için adım atan gönüllerin her güzel günü bir bayramdır. Dünyanın neresinde olursa olsun ihtiyaç sahibi insanlara el uzatmayı, iyilik yolunda hizmet etmeyi ibâdet olarak kabul eden, omuzlarında her zaman manevî yük olduğunu hisseden samîmî, sadâkatli, cömert ve fedâkâr bahtiyarlar için iyilik gönüllerin kurbiyyeti/yakınlaşması manevî bir bayramdır…
İyilik penceresinden bakınca kurban; kişiye, gerektiğinde malını ve canını Allah yolunda fedâ edebilme bilincini ve servetini başkalarıyla paylaşabilme ahlâkını kazandırır; onu cimrilik hastalığından, dünya malına aşırı derecede tutkunluktan kurtarır.
Zengin ve fakirlerin birbirleriyle kaynaşmalarına ve bayram boyunca fakir ve yetimlerin sevinmelerine vesile olur. Kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma rûhunu canlı tutup, sosyal adâletin gerçekleşmesine katkı sağlar. Ayrıca dünyanın değişik bölgelerinden dilleri, renkleri ve ırkları farklı olan milyonlarca Müslüman’ın haccetmek niyetiyle bir araya gelerek hac ibâdetini bu günlerde yapıyor olmaları da Kurbana ve Kurban Bayramı’na farklı bir anlam ve mânâ yükler.
[1] 22/Hac, 36.
[2] İbn-i Mâce, Edâhî, 3; Ahmed b. Hanbel, 4/3
[3] 108/Kevser, 1-3.
[4] Tirmizî, “Birr”, 40.
[5] İbn Mâce, Edâhî, 2; Ahmed b. Hanbel, II/321; Hâkim, II/422.
[6] Tirmizî, Edâhî 1, (1493); İbnu Mâce, Edâhî 3, (3126).
[7] Tirmizî Edâhî; İ. Mace, Edâhî 1; Müsned, 4/368.
Musa TEKTAŞ
YazarAllah’ın sevgili kulları hep dert sahibi olmuştur. İyilik için dertlenmek, ideal olana kavuşmak için dert çekmek vuslatın vesilesi kabul edilmiştir.Derdi olan dermânın peşindedir, ama bulsa mı bulmasa...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Değerli eğitimciler ve sevgili anne-babalar. Geleceğimiz olan çocuklarımızın dünya ve âhiretini kurtarmak istiyorsak gelin elimizi taşın altına koyalım ve onları en güzel şekilde yetiştirelim.Güller u...
Yazar: Ali ÖZKANLI
Gitme kardeş yanlış yöne,En son Hak din İslâmiyet...Bundan sonra başka dîne,Olur mu hiç teslîmiyet?Hakaretler hobi oldu,Saldırılar tabiî oldu,Sözde İslâmfobi oldu,Uyanınca câhiliyet...Şakıyan dillerde...
Şair: Halil GÖKKAYA
(Buhûrîzâde Mustafa) Itrî (1640-1712)Sâyesi düşmez yere bir böyle nahl-i Tûr’sunMihr-i âlem-gîrsin başdan ayağa nûrsunTarîk-i gülzâr-ı âlem, mâlik-i mülk-i âdemMünkîrine mahz-ı mâtem mü’minine s...
Yazar: Vedat Ali TOK