BÜLBÜLÜN GÜLE AŞKI
Divan şiirinde şair, şiirlerinde söylemek istediklerini, kimi zaman kendi ağzından kimi zaman âşık tipinin ağzından kimi zaman da teşhis/kişileştirme sanatını kullanarak farklı bir varlığın ağzından söyler. Aslında bu farklı anlatımlara rağmen şair, hâlini anlattığı âşık tipinin bizzat kendisidir. Bu şekilde şiirin çeşitli kişilerin ağzından söylenmesinin sebebi edebiyatın, anlatımın, ifadenin zenginleştirilmek istenmesindendir. Şeyhülislâm Yahya Efendi’nin divanında yirmi dördüncü gazel olan “it” redifli şiirde, matla/ilk beytinde âşık, bir bülbül; makta/son beytinde de âşık, şairin kendisi olmuştur. Şair, farklı anlatımlarla böylece okuyucunun farklı âlemlerde dolaşmasını arzu etmiştir. Cân-bahş sadân ile bize feyz-i hayât it Bülbül ne gamun var ne turursun nagamât it (Ey bülbül! Ne derdin var, niye sessiz duruyorsun? Nağmeli nağmeli öt ve can bağışlayan sesinle bize yaşama sevinci ver.) Şair, sessiz kalmasından dolayı bülbüle seslenmektedir. Bülbül, âşıktır. Gül de sevgili. Ve gül bahçesi kûy-ı yâr/sevgilinin mahallesidir. Bülbül, gül bahçesinde günün ilk ışıklarıyla birlikte gülü görünce ötmeye başlar. Çünkü bülbül, güle sevdalıdır. Sabahtan akşama kadar nağmeli bir şekilde ötüp gülün ilgisini çekmek ister. Ama gül, bülbüle dönüp bakmaz bile. Âdeta gül, naz için; bülbül de niyaz için yaratılmıştır. Bülbül, gül bahçesinde gülle baş başa değildir; bülbülün rakipleri vardır. Bu rakipler, kimi zaman kargalar çoğu zaman da gülün çevresindeki dikenlerdir. Bülbül, sevgilinin yanında olmak için güle konmak ister ancak gülün dikenleri buna izin vermez. Bu durum, bülbülün üzülmesine, kederlenmesine sebep olur. Rakiplerin bülbüle türlü oyunları ve gülün bülbüle ilgi göstermemesi, bülbülün heyecanını, şevkini, aşkını öldürür. Bu eziyete bir ana kadar dayanabilen bülbül, ümidini yitirerek ötmeyi bırakır. Boş gözlerle sadece gülü izlemeye başlar; gül bahçesi, eski neşeli günlerinden uzak kalır. Bu durumu gören şair, bülbüle derdini sorar; yeniden nağmeli nağmeli ötmesi için ondan ricada bulunur. İlk mısradaki “can-bahş” ve “feyz-i hayât” kelimeleri, bir canlılığı ifade etmektedir. Can bağışlanmasına ve yaşama sevincine ihtiyacı olan bülbüldür ancak can bağışlayan ve yaşama sevinci veren yine bülbüldür. Buradaki durum, “derdin derman olması” gerçeğiyle açıklanabilir. Aşk, âşık için bir hastalık, aynı zamanda da bir ilaçtır. Âşığın hastalıktan kurtulabilmesi için aşka ve sevgiliye ihtiyacı vardır. Bülbül, eğer ötmeyi bırakırsa öldü demektir, aşk sınavından geçemedi demektir. Şair, bülbülün vazgeçmemesi için onu cesaretlendirmektedir. Şair bülbüle “derdin mi var” derken aşkı bir “dert” olarak değil, “derman” olarak görmesi gerektiğini söyler. Bülbül, aşka derman gözüyle bakarsa kendisine hem can bağışlayacak hem de yaşama sevinci verecektir. Evrâk-ı sipihri karala her gice Yahyâ Âh-ı dil-i sevdâ-zedeyi kilk ü devât it (Ey Yahya! Âşığın gönlündeki feryatları, her gece kalem ve divitle gökyüzünün sayfalarına yaz.) Beyitte, vakit gece; defter gökyüzü; kalem divit; şiir âşığın âhı ve şair Şeyhülİslâm Yahya Efendi… Bütün unsurlar, şiirin güzelliği için bir araya gelmiş gibidir. Gece, şiir yazmak için şairlere en uygun zamandır. Evin sessiz bir köşesinde, odayı tamamen aydınlatmayan ufak bir kandilin yanında şiir yazmaya koyulur şair… Gece aşkın, hüznün, gurbetin en yoğun hissedildiği zamandır. Şair, beyitte kendisine seslenir ve sevdâ-zede olan âşığın gönlündeki âhların kaleme almasını söyler. Bunun sebebi, âşığın çektiği dertlerin artık çekilmez hâle gelmesidir. Âşık, her an sevgili için can vermeye hazırdır. Tek isteği, sevgilinin biraz olsun âşığa ilgi göstermesidir. Sevgili, ilgi yerine âşığa sürekli cevr ve cefa vererek âşığı feryat figan ettirmektedir. Âşık, bu feryat figanla sürekli âh çekmeye başlar. Bu “âh”, artık âşığın zikri olur. “Âh” sembolik olarak “Allah” lafzıdır. “Allah” isminin başındaki “a” ve sonundaki “h” harfleri, bir araya gelerek “âh”ı oluşturur. Çektiği dertlerden dolayı takati kalmayan âşık, bu zikir ile kendini rahatlatmaya çalışır. Âşığın âhının gökyüzü sayfalarına yazılmasının istenme sebebi, iki şekildedir. Birincisi; âşığın âhı, gönülden çıkar ve gökyüzüne doğru yükselir. Gökyüzü burada Allah’ı simgeler. Âh da âşığın duası olup Allah’a varır. İkinci sebep de âşığın derdi, âhı o kadar çoktur ki bunu yazacak defter, kitap yoktur. Bu yüzden uçsuz bucaksız gökyüzü, âşığın hâlinin yazılabileceği en uygun defter olur.
Ömer Faruk YİĞİTEROL
Yazar1. Kalk bak ki bî-çâre aceb seyrân olur vakt-i seher Her nesneye bin lutf-ı Rabb ihsân olur vakt-i seher 2. Gün tek cemâli perdesin Leylâ yüzünden ref’ eder Mecnûn’u rüsvâlar görüp handân olur...
Yazar: Es-Seyyid Osman Hulusi Ateş Efendi
Şuursuz bir parmağın tetiğinden fırlayan, Serseri bir mermidir bedenin, dokunan. Satılmış bu güruhun her yaptığı rezalet Haine vurmak düşer, vurulana şehadet. Alçağın mermisidir, yiğidi şehit eden...
Yazar: Mukadder Ârif YÜKSEL
Din duygusunun insanda doğuştan var olduğu bir gerçektir. İnsanların din seçimi, seçtiği dini doğru usullerle öğrenmeleri, dindar olmaları ve dindarlığını diğer toplum alanlarına ve bireylere yansıtma...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
Sabâ, Divan şiirinde sıklıkla kullanılan tabiat unsurlarından biridir. Hafif ve latif esmesiyle meşhurdur. Divan şiirinde yer edinmesini sağlayan sebep ise bir postacı gibi sevgiliden koku ve haber ge...
Yazar: Ömer Faruk YİĞİTEROL