BU GİDİŞ NEREYE?
Bazen yıldızların üzerinde oturup dünyayı izliyorum kuşbakışı. Mavi geoidin üzerine konup göçenler, gelip gidenler takılıyor ağıma. Kara kıtadan buzullara, ekvatordan Lût Gölü çukuruna varıncaya deyin ince ince elerim var olanı. Sonra da büyüğünden küçüğüne, gencinden yaşlısına kadar sorarım sessiz çığlıklarla zaman zaman: “Fe eyne tezhebûn/Nereye gidiyorsunuz?”[1] Beyoğlu’nun, New York’un, Şam el Şeyh’in renkli ışıkları altında eğlenip, dünyanın en güzel sahillerini mülkiyetine geçiren, küfür ve isyan mekânlarında sabahlayan insancıklara… Yahut işgal altında olmasına rağmen şükründen, sabrından, İslâm’ın verdiği asaletten bir şey kaybetmeden tevekkül yudumlayan mazlumlara… Ya da baş döndüren konfor ve israfla lüks yaşamaya çalışan çılgınlara, özellikle de alış-veriş çılgınlarına yöneltiyorum sorumu, kısık sesimle: “Fe eyne tezhebûn?” Depremlerden kaçıp sellerden bunalan, mikroskopla zor görülen küçük mikrobun esiri olup sağlığını, keyfini, kurduğu planları kaybeden bey amcalara, hanım teyzelere de ithaf ediyorum bu ayet-i kerimedeki dehşetengiz soruyu: “Fe eyne tezhebûn?” Koltuğu pahasına gözü perdelenenlere, iktidarı uğruna ihtilaller yapanlara, millet meclislerinde, milletin gözü önünde rezil duruma düşenlere, dünya menfaati uğruna ahiretini satanlara -hafazanAllah- , zimmete geçirdiği malı ganimet bilenlere… Bunun yanında çelik iradesiyle dürüstlüğünden ödün vermeyen kahraman vatan evlatlarına, “Âsım’ın Nesli”ne, Afra Hatun’dan Ümmü Ümâre, Nesîbe Hatun’lara, Kara Fatma’lardan Nene Hatun’lara kadar geçen silsile içindeki mücahide kadınlara da soruyorum: “Fe eyne tezhebûn?” Güneşin sarartıp solduran ışıkları altında bitkin düşen, derisi kemiğine yapışmış yavrucağın suyuna, ilacına, mamasına göz diken sömürücü vampirlere, “hızlı yeme yarışması” düzenleyip “ölünceye, tıksırıncaya, patlayıncaya” kadar yiyenlere, lokanta, hastane, yurt yemekhanelerinde çöpe giden, israf edilen mis gibi yemekleri heba edenlere… Çöpten yiyecek arayıp hayatını idame ettirmeye çalışanlara ve Hesap Günü ilâhî huzurda davacı olmaya hazırlananlara da soruyorum yıldızların üzerinden, bu sefer kısık sesle değil, bütün insanlığın kulağını sağır edecek desibelle sesleniyorum: “Fe eyne tezhebûn?” Ve sen ey okuyucu! Aziz kardeş, sadık dost, iyi günümün yoldaşı, kederli günümün sırdaşı güzel insan! Sen, ben, insanlık, bütün bir beşeriyet olarak, yıldızların ötesinden süzülen şu kutlu sorunun muhatabıyız: “Fe eyne tezhebûn?” Elimi sana doğru yöneltip şehadet parmağımla iki kez seni, üç kez kendimi gösterip soruyorum. Senden daha çok kendimi muhatap alarak : “Fe eyne tezhebûn?”diyorum. “Eyne’l-mefer/Kaçış nereye?”[2] sorusu ile de çıktığımız noktaya dönüşümüzü hatırlamış oluyorum. Çınlıyor zihnimde “Ey Âdemoğlu! Fe eyne tezhebûn, eyne’l-mefer?” Mahşer günü yüzümüzü aklayacak bir cevap vermeyi arzu ettiğimiz kadar bu mezrada çapa yapmak, çaba göstermek gerekiyor dostlar. Defterler uçuşurken sağdan almayı, hesabınızın asan geçmesini ve bu fakiri de dualarınıza ulamanızı diler sizi güzel yüreğinizin sahibine emanet ederim efendim. Sağlıcakla… [1] 81/Tekvir, 26 [2] 75/Kıyame, 10
A. Tuba BÂKİLER SÜTDEDE
Yazar
Bir gün, Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.)’in yanına azılı müşrik Ebu Cehil çıkagelir. Bir nazarıyla kışları bahar eden, varlığıyla el-Emîn olan, sohbetiyle güller derilen, susuşuyla ayrı bir asalet se...
Yazar: A. Tuba BÂKİLER SÜTDEDE
Sınavlara hazırlanma aşamasında sürekli ders çalışan bir öğrencimiz vardı. Kendisini sürekli ders çalışırken görürdüm. Okulda, evde, dershanede hiç durmadan ders çalışırdı. Boş derslerde, teneffüslerd...
Yazar: M. Emin KARABACAK
Her bahar yeni ümitler, taze fikirler ve can suyuyla gelir. Türk edebiyatında baharla ilgili birçok deyim ve atasözü vardır. Hepsi de iç ferahlatan, teselli eden, umut bahşeden ve biraz da dünyanın fâ...
Yazar: A. Tuba BÂKİLER SÜTDEDE
Mü’minin belli-başlı vasıflarını sayan Allah Rasûlü (sav) temel ahlakî öğretilere dikkat çeker : sabır, şükür, hayâ, cihad şuuru, tevâzu, cömertlik, kanaat, nezâket, merhamet, zühd-ü takva, kusur ört...
Yazar: A. Tuba BÂKİLER SÜTDEDE