BİR OLANIN ADI İLE
Bahar mevsimi gül mevsimi olduğu gibi¸ lâle devri olarak da nitelenir. Baharın bütün güzelliğiyle bizlere gülümsediği şu günlerde İstanbul'un her tarafında açan lâleler¸ eşyada hakikati keşfedenlere birliği¸ bir olanı hatırlatıyor.
Bahar mevsimi gül mevsimi olduğu gibi¸ lâle devri olarak da nitelenir. Baharın bütün güzelliğiyle bizlere gülümsediği şu günlerde İstanbul'un her tarafında açan lâleler¸ eşyada hakikati keşfedenlere birliği¸ bir olanı hatırlatıyor.
Lâle'nin Arapça yazılışı; Allah'ın büyüklük¸ ululuk¸ azamet ve saygınlık anlamlarını içeren sıfatlarının hepsini kapsayan Lafza-i Celâl'e benzemektedir. Yâni Allah kelimesindeki Elif¸ lâm ve he harflerinin lâle kelimesinde bulunmaktadır. Yine lâledeki Arapça 3 harf lamelif¸ lâm ve he ile Osmanlı Devleti'nin amblemi olan hilâl¸ ay kelimesi yazılmaktadır. Ayrıca lâle; bir kök¸ sap ve çiçekten oluşup¸ tevhidi remzetmektedir. Lâle kelimesindeki harflerin sıraları değiştirildiğinde "Allah" ve "hilâl" kelimeleri elde edilmektedir.
Tevhidin sembolü olduğu için¸ Selçuklular döneminden itibaren mimarîde özel bir motif olarak kullanılmıştır. Şimdi İstanbul'da da laleyi belki de ilk kez gören çocuklar¸ 'İstanbul Lalesine Kavuştu' sözünün yazılı olduğu afişleri okudukça geçmişin izlerin araştıracaklardır umarım. O kısa ömürlü çiçeğin halılara¸ duvar çinilerine¸ vitraylara¸ ebrulara¸ tezhiblere¸ kumaşlara¸ sultan kaftanlarına¸ döşemeliklere¸ şiirlere kattığı anlamların çok uzun ömürlü olmasının sırrının bir olanın adı hürmetine olduğunu daha iyi anlayacaklardır.
Vahdet'in¸ yani birliğin timsali olan lâle¸ Türklerle birlikte Anadolu topraklarına düşen tohumlar olarak¸ boy verdi yapraklar açtı. Sonra Selçukluların taç kapılarında¸ Osmanlı'nın ebrusunda kendini buldu. Saraylara ve camilere çini olarak renk kattı. Motif motif eşyalara kazındı. Fetihle birlikte İstanbul'a geldi¸ burayı sevdi ve İstanbullu oldu. En çok bu topraklarda serpildi¸ büyüdü¸ "İstanbul çiçeği" diye anıldı. Renk renk yüreğimize¸ nakış nakış gönlümüze girdi. Fermanlara çizgi¸ beratlara yazgı oldu. Hanımların tülbentlerinde¸ yazmalarında asırlardır süs olarak işlendi. Herkes ona hürmet duydu. Zira Tevhid'in sembolü¸ Lâfza-i Celâl'in remziydi.
İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti ilan edilmesi için kolları sıvayan ekip başarıya ulaştı. Jürinin kararı¸ AB kurumları tarafından gözden geçirildikten sonra¸ AB Konseyi tarafından da onaylanırsa -ki onaylanacağına kesin gözüyle bakılıyor- Kasım ayında resmen açıklanacaktır.
"Güller Kitabı"nın yazarı Beşir Ayvazoğlu çiçek kültürümüzün bir başka zenginliğini şöyle anlatıyor:
"XV. yüzyılda bir Alman sefaret heyetiyle birlikte İstanbul'a gelen Protestan teolog Stephan Gearlach'ın Ruzname'sinde Kanunî ile veziri Rüstem Paşa arasında geçen bir konuşmadan söz edilir. İstanbul'da zengin Hıristiyan ve Yahudiler¸ Türk paşalarıyla rekabet edercesine ihtişamlı konaklarda oturup müreffeh bir hayat yaşamaktadırlar. Öyle ki ulema ve ümera arasında İstanbul'un hücum yoluyla mı yoksa amanla mı alındığı tartışılmaya başlanmış¸ hatta Şeyhülislam Ebussuud Efendi bu konudaki fikri sorulduğunda¸ alaycı bir ifadeyle¸ 'Şehir bilindiği kadarıyla hücumla düştü¸ ancak bu kadar kilise ve Hıristiyan'ın varlığı amanla ele geçirilmiş olduğunu gösteriyor' demiştir. Bir gün bu meseleyi Kanunî'ye açarak halkın şikâyetlerinden söz eden Rüstem Paşa'nın muhteşem hünkârdan aldığı cevap¸ Avrupa Birliği üyelerinin kulaklarına küpe olmalıdır:
'Çiçekler ne kadar çok renkli olursa o kadar güzeldir. İstanbul tabiattaki renk renk çiçekler gibidir. İşte beyaz ve yeşil renkli sarıklarıyla Türkler ve Müslümanlar¸ beyaz¸ kırmızı¸ mavi¸ karışımı serpuşlarıyla Ermeniler ve diğerleri... Hepsi tabiattaki çiçekler gibi binbir renk!"
Bu lâle devri¸ bir olanın adı ile birlik zamanıdır
İsmail PALAKOĞLU
YazarHer milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme ve yönlendirmeler hayata geçirilir.Her milletin kendi geçmişini bir ayna ...
Yazar: İsmail PALAKOĞLU
1. DİLEDİĞİNE MADDÎ VE MÂNEVÎ NİMETLERİNİ BOL BOL VEREN, RUHLARI BEDENLERE YAYAN El-Bâsıt da bir şeyi yayan ve genişleten demektir. Yüce Allah'ın en güzel isimleri arasında yer alan ‘el-...
Yazar: somuncueditor
Yavuz Sultan Selim’in kısa süren saltanatından sonra Osmanlı Devleti’nin başına geçen oğlu Kanûnî Sultan Süleyman da babası ve dedeleri gibi tasavvufa meyilli bir padişahtı. Hatta o tasavvufa meyli ba...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
“Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek” mefhumu, insanlara genel manada güzellikleri telkin eder. Yaratılmışların en şereflisi olan insan elbette ki, “ahsen-i takvim” olduğu için fıtrî olarak da, cismî o...
Yazar: Musa TEKTAŞ