BİR DEMET SÜMBÜL
Sevgi, iç dünyamızı kuşatan muhteşem bir duygudur. Bakışlarımız, ses tonumuz, davranışlarımız, kalbimizdeki sevgiyi dışarı taşır. Sevdiklerimiz karşısında özenli, dikkatli, sevgi ve saygı ifade eden cümleler kurarız. Önemsediğimizi belli edercesine yumuşak tonda kullanırız sesimizi. İlgiyle dinleyerek, paylaşımlarda bulunarak, hediyeler alarak, hal hatır sorarak, elimizden geldiğince yardım ederek gösteririz sevgimizi. Sevdiğimizin ihtiyacına, ilgisine, sevgisine uygun tutumlar sergileyerek ifade ederiz sevgimizi. Su gibi, ekmek gibi ihtiyaç duyarız yaşamak için sevgiye; mayasıdır çünkü insanın, kâinatın. Sözcük kalıplarına sığmayacak kadar sınırsız bir özdür bu; verdikçe çoğalan, verdikçe kazanılan. Yitirilse de nesnesi sevginin, kendini kazanır insan; içindeki özü, onun çoğaldığını fark eder. Sevme kabiliyetini keşfeder sevdiklerini kaybetse de. Kendimizden bir parçayı veririz sevgimizi ifade ederek; yaşam pınarımızdan bir damlayı yahut bir kâseyi. Hakiki bir armağandır bu yaşama, canlı cansız bütün varlıklara. Biliriz bütün bunları ama her nedense öfkemiz, kıskançlığımız, hırsımız bazen de saygımız, çekingenliğimiz önüne geçer sevgimizin; bulut gibi ışığını kesiverir. Huzursuzluk, güvensizlik, mutsuzluk ekilir içimize. Oysa bir tebessüm bile yeterlidir sevgimizi ifade etmek için; bebeklerin yüzlerindeki gibi bir gülücük. Ne muhteşem saflıkta bir gülümsemedir o! Riya yok, hesap yok, sahtelik yok; bütünüyle hakiki. Sevildiğimizi hissettirir bize o gülücükler. Sevgi kokusu taşımayan sahte tebessümleri ne zaman öğrendik! Gülümsemelerimizi dudaklarımızın çevresine nasıl hapsedebildik? Peki, sevgiye nesnelerle kıymet biçmeyi ne zaman, nasıl öğrendik! Onu verilen hediyenin parasal değerine eşitlemeye çalışmak, elle tutulur hale getirip sınırlamak, bir anlamda tüketmek değil midir sevgiyi? Halbuki bazen bir dokunuş, bazen dinleyebilmek ve anladığını hissettirebilmek, bazen paylaşabilmek sessizliği en güzel ifadesi olur sevginin, bazen de bir demet sümbül. Onunla durakta karşılaştım. Elindeki bir demet sümbülü teklifsizce burnuma yaklaştırarak “Kokla!” dedi, “Kokuyor mu?” İri yapılı, ellili yaşlarda bir kadın; göz altlarında zaman birikmiş; yüz hatlarında acımasız bir yaşamın izleri. Tanış değiliz. Eğer yalnızsanız, paylaşma ihtiyacı bazen yabancılar arasındaki mesafeyi ortadan kaldırıverir ya öyle bir samimiyet. Kokladım. Silik ve belirsiz bir kokuydu hissettiğim. “Şu ilerideki çiçekçiden aldım. Mor renklisi de vardı. Kokuyor diye pembe olanını tercih ettim ama bu da kokmuyor sanki!” dedi. Pembe renklisine pek aşina değildim sümbüllerin. Çocukluğumun bahar mevsimlerinde, dağların eteklerinde el değmeden yetişen sümbüller hep mordu, hoş ve keskin kokuluydu. Belki de bu nedenle yapay çiçek gibi algılamış, kokularını ödünç bulmuştum. “Az da olsa kokuyor.” diyerek gönlüne ferahlık vermek istedim. “Annem için aldım.” dedi. “Daha büyük bir hediye almak isterdim ama gücüm buna yetiyor.” Bir anne için en büyük mutluluktur evladının ilgisi, yakınlığı. “Sizin gitmeniz kâfi.” dedim, “Sizden güzel hediye mi olur?” Ne kendisinin ne de benim açıklamam onu tatmin etmişti. Bir noktaya sabitlenmiş gözleriyle geçmişteki bir mekâna bakıyordu. “Kırk beş yıl çalıştım; sabah sekiz, akşam yedi. Patronum onar dakikadan günde üç kez tuvalet izni verirdi. Bağırsaklarım bozuldu. Şimdi emekliyim. Aldığım maaş ev kirama ve faturalarıma ancak yetiyor.” Beklediğimiz otobüs geldi; bindik. Önlerdeki bir koltuğa oturdu. Yanına oturmaya cesaret edemeyip arkalara doğru ilerledim. Anlattıklarını hazmetmeden yenilerini dinleyecek gücü bulamadım kendimde belki de. Modern dünyanın vahşeti, diye geçirdim içimden. İnsandan ucuz bir şey yok! Öyle ya, bedel ödemeden hazır buluyor kendini, birbirini ve diğer varlıkları. Daha çok, daha çok kazanmak için insanı tüketiyor, tabiatı bozuyor, değerler de dâhil her şeyi paraya tahvil ediyor; elde ettiklerinin tamamını verse bir nefes dahi satın alamayacağı paraya. Mal mülk, şan şöhret, eser unvan sahibi olma tutkusu kocaman bir dağ oluşturuyor kalplerde; tahrip ediyor görme gücünü. “Gözbebeği” sağlıklı olmayınca kâinatın dengesini de bozuyor işte. Kör, gerçeği sahte olandan nasıl ayırt edebilir ki? İki durak sonra indi. Gidecek ve annesine verecekti sümbül demetini. Koksun diledim sümbüller en güzel kokularıyla.
Halide YENEN
Yazarİğne ve ipliği, yumak ve şişi ilk ne zaman elime almıştım, kaç yaşlarındaydım, hiç hatırlamıyorum. Çünkü sıradan bir durumdu bu benim çocukluğumda. Kendimize bezden bebekler, çamurdan tabak çanak yapm...
Yazar: Halide YENEN
Şeyh Hamidüddin-i Veli, Horasan erenlerinden Şemseddin Musa Kayseri’nin oğludur. Şeyh Hamid-i Veli olarak da bilinir. Yıldırım Bâyezid zamanında yaşamıştır. İlk eğitimini babasından almıştır. Şam, Teb...
Yazar: Halide YENEN
Evinin geçimini temin için helalinden kazanma yolunu tutan bir erkekle; yuvasına bağlı, çocuklarını iyi bir Müslüman olarak yetiştirme çabasında olan bir kadın, ayrı ayrı yollardan Allah’a kul olma ya...
Yazar: Hatice AKKAYA
Çocukluğumun mahallesinde bir meczup vardı. “Okur âlim, tutmaz zalim.” derdi avlu kapısından girerken de kimse üstüne alınmazdı. Gülüp geçerlerdi. Meczuptu neticede. Ama öyle herkesin evine girerken s...
Yazar: Halide YENEN