BİR DE BU TERAZİDEN...
Ümmü Sinan Hazretleri ne güzel der:
Seyrimde bir şehre vardım
Gördüm sarayı güldür gül
Sultanının tâcı tahtı
Bağı duvarı güldür gül
Gül alırlar gül satarlar
Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Çarşı Pazar güldür gül
Sokaklarda ‘Gel hanımefendi, beyefendi, güzel güllerim, çiçeklerim var!’ diyerek satarlar gülleri.
Ya, hayat terazisinin güllerini alıp, satmak?
Ya da, gönül güllerini vermek, almak? Çok mu zordur cann?
Rabb’imin hayatta verdiği her nimeti anladığımız takdirde hayat güldür cann! Anladığın zaman gülü, güllerinin içinde tartarsın, değeriyle terazi tutarsın. Her daim durmadan, yorulmadan, usanmadan terazileri karşılıksız sunarsın.
Yahu kardeş! Bildiğimiz şu dünyada karşılıksız bir şey vermek var mıymış? Hiç beklentisi olmadan sadece vermek? Bu nasıl olsa gerektir?
Cann! Bu öyle güzel bir bahçedir ki; Bahçıvanı da, araçları da hepsi güldür ve birdir. Bir’den gelir, Bir’e gider. Alıcısı da Bir, satıcısı da Bir…Alan razı, satan razı. İşte öyle bir durum…
Buradaki şehir yani şâr; kalp ülkesidir cann. Biz istersen kalp ülkesinden başlayalım. Çünkü Efendimiz (s.a.v.) ne güzel söylüyor:
“İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücud sağlıklı olur. Eğer o bozulursa bütün vücud bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.”1
Kalp ülkesinin özelliklerine girersek, orası çıkmaz sokaktır cann. Zenginler diyarıdır. Biz kalbimizi nasıl güller diyarına çevirebiliriz ona bakalım.
Şu dünyada; kendimi, nefsimi bileyim o zaman, Rabb’imi de bilirim. Rabb’imi kâmil şekilde bildiğim zaman, hayatımı güller diyarına çevirerek yaşarım. Ve hayatı sadece gönülden, beklentisiz yaşarım. Sadece Rabb’im için; hatta Rabb’imden de karşılık beklemeden yaşamak. Yani bir gül bahçesine her daim dönüşebilmek. Öyle bir gül bahçesi olmak ki, senden toprak isteyen toprak alsın, gonca isteyen gonca alsın, ne renk gül isteyen varsa istediği renk gülünü alsın. Ama herkes istediğini alabilsin senden. Sen de her daim veren ol, ama hep veren…
İnsan hayattaki tercihleri ile hayrı da, kendinden olan şerri de kendisi seçer. Rabb’imden şer gelmez cann. İnsanoğlu nefsini temize çıkarmak için şerrin Rabb’imden geldiğini söyleyerek sığınmaya geçer. Halbuki güller Rabb’den yağar durur, ama görmesini, almasını bilene… Veren vermede hiç eksiltmez. Cömertliği gani ganidir. Ne mutlu gülleri bilip de alana, aldığını da satana.
Aslında Rabb’im gül bahçesine uygun toprağı, aleti, güneşi, suyu vb. her türlü ihtiyacı vermiş be cann. Ona kendini teslim etsen, o bahçeyi güllerle donatacak zaten. Ama sürekli şöyle-böyle, sorgu-sual, neden-niçinlerle dolu bir şehirde sence güller solmaz da ne olur? Dikenler eksik olmaz da ne olur?
İşte cann. Her şey Rabb’imde, Rabb’imden, Rabb’imle alınır; yine Rabb’imle verilir. Rabb’ine karşı, sadakat ve vefa timsali ol. Ol ki, sende de bağlar, bahçeler yetişsin.
Güller açılmış o gül bahçesinde, ya da güller solmuş o bahçenin kenarında, can! O, bize kalmış. Soldurma emi güzel güllerle dolu kalpceğizini..
Bu zor işte dostum.
Cann! Hayatta zor diye bir durum yoktur. Hayatı biz zorlaştırırız. Her kahrı da gül görmek, imanı bahçe haline getrimekten geçer. Kalp bahçemiz ne kadar gül ile dolu ise her olaya karşı gül uzatır, gül dağıtırız. Kolaylatıran Rabb’imdir. Yeter ki kalbimizde gülü yetiştiren ile her daim var olalım, bir olalım.
“Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.”2 Bu şehirdeki gül bahçelerinde lütuf da güldür, kahır da güldür. Bu yüzden gülü alırlar ve gülü gül ile satarlar. Satışın terazisi bile güldür. Bu bahçede diken satılmaz. Dikene yer yoktur. Kalbinde dikenden teller dahi örme cann…
Olay burada değil mi dostlar? Rıza-ı İlâhi’de değil mi?
Gülü gül ile tartarlar olayına bir de Mevlânâ ve Hacı Bektâş-ı Velî’nin menkabesinden bakalım:
“Adamın biri, kötü yoldan kazandığı parayla bir inek satın almış. Sonra yaptığından pişman olmuş. İyi bir şey yapmak için ineği Hacı Bektâş-ı Velî’nin dergâhına bağışlamak istemiş. O zamanlar dergâhlar aşevi görevi de görüyormuş. Hacı Bektâş-ı Velî’ye danışmış. Hacı Bektâş-ı Velî, “Helal değil!” diye ineği geri çevirmiş. Bunun üzerine adam, Mevlânâ dergâhına gitmiş. Mevlânâ hediyeyi kabul etmiş. Adam, daha önce Hacı Bektâş-ı Velî’nin bu ineği kabul etmediğini söylemiş ve Mevlânâ’ya bunun sebebini sormuş. Mevlânâ, “Biz bir karga isek Hacı Bektâş-ı Velî bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden biz senin hediyeni kabul ederiz. Ama o kabul etmeyebilir.” demiş. Adam üşenmemiş kalkmış Hacı Bektâş Velî’nin dergâhına gitmiş. Hacı Bektâş’ Velî’ye, Mevlânâ’nın kurbanı kabul ettiğini söylemiş. “Bunun sebebini bir de siz açıklar mısınız?” diye sormuş. Hacı Bektâş Velî de şöyle söylemiş: ”Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlânâ’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir. Ama onun engin
gönlü kirlenmez. Onun için, hediyeni kabul etmiştir.”
Yunus’um ne güzel der:
‘Ben gelmedim da’vi için
Benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir
Gönüller yapmağa geldim.’
İşte gülü gül ile tartarlar budur, kardeş!
Vesselâm...
Dipnot
1. Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107
2. İnşirah Suresi, 5-6.