Bir Aşk Bahçıvanı Beşiktaşlı Yahyâ Efendi
İstanbul’un Beşiktaş ilçesi, Yıldız mahallesi’ni Çırağan Caddesi’ne bağlayan Yahyâ Efendi çıkmazında yer alan Yahyâ Efendi Külliyesi… Mescid-tevhidhâne, medrese, hamam ve çeşme gibi birçok yapıdan meydana gelmektedir.
Lâhûtî tesiri ile akılları baştan alan, bir aşk bahçesi izlenimi veren bu kompleks, yapının sahibi Beşiktaşlı Yahyâ Efendi’nin türbesiyle birlikte, tarifi zor maddî ve mânevî bir güzellikle insanı saran bir merkezdir. Mekânın zâhirî ve bâtınî tesirini en güzel tarif eden isimlerden biri Ahmet Hamdi Tanpınar (ö. 1962), bu özel yapı için şunları söylemiştir: “İlâhî mağfiret Yahyâ Efendi Dergâhı’nda âdeta güzel bir insan yüzü takınır. Ölüm burada, hemen iki üç basamak merdiven ve bir iki sedle çıkılıveren bu bahçede hayatla o kadar kardeştir ki bir nevi erme yolu yahut aşk bahçesi sayılabilir.” Bu çalışmada Tanpınar’ın bir aşk bahçesi olarak tarif ettiği Yahyâ Efendi Külliyesi ve bu aşk bahçesinin bahçıvanı Yahyâ Efendi’nin aşk konusundaki yol göstericiliği üzerinde durulacaktır.
Bir Aşk Bahçıvanı: Beşiktaşlı Yahyâ Efendi ve Aşka Rehber Kişiliği 900/1495’te Trabzon’da dünyaya gelen Yahyâ Efendi, genel olarak, Kanûnî Sultan Süleyman’ın (ö. 974/1566) sütkardeşi olması ve devletin çeşitli kademelerindeki birçok isimle olan yakın ilişkileri ile bilinse de aslında bu büyük ismin en temel özelliği ilmî ve irfânî kişiliğidir. Trabzon kadısı olan ve Şam’da vefât eden Sami Ömer Efendi ile Afîfe Hanım’ın oğlu olan Yahyâ Efendi, çocukluk ve gençlik dönemlerini Trabzon’da geçirmiştir. Bazı kaynaklarda onun yedi yıl boyunca zaman zaman şehir dışına çıkıp bir mağarada inzivaya çekildiği ve bu esnada Trabzon’daki medreselerden birinde tahsilini tamamladığı belirtilmektedir. Daha sonra İstanbul’a giden Yahyâ Efendi, burada Zenbilli Ali Efendi’nin (ö. 932/1526) yanında ilmî gelişimini tamamlamış ve hocasının vefâtı üzerine Canbaz Mustafa Medresesi’nde müderrislik yapmıştır.
Sonrasında Hacıhasanzâde, Efdâliye, Gebze’de Çoban Mustafa Paşa, Üsküdar’da Mihrimah Sultan ve Sahn-ı Semân Medresesi’nde müderrislik yapmıştır. Âşık Çelebi, Yahyâ Efendi’nin tabiat ilimlerinde (tabi’iyyat), riyâziyyât (matematik), hikmet, nücûm (astronomi), esîriyyat, hendese (geometri), mimarî ve tıpta herkesten ileri olduğu bilgisini nakletmiştir. Yahyâ Efendi’nin vefâtından sonra dergâhı Kâdiriyye ve Nakşbendiyye Tarîkatlarına ev sahipliği yapmış, bu işleyiş Hazret’in de bu tarîkatlara mensup olduğu yönünde bir kanaat oluşmasına neden olmuştur. Genel kanaat, Yahyâ Efendi’nin Hızır (a.s.) ile görüşüp ondan icâzet alan Üveysî meşrep bir sûfî olduğu yönündedir. Yahyâ Efendi’nin bir tarîkat silsilesinin bulunmaması, kendisinden sonra tarîkatını sürdüren şeyhlerden söz edilmemesi, kaynaklarda daha ziyâde müderrislik yönünün ön plana çıkarılması ve adının dönemin ulemâsı arasında zikredilmesi, onun sûfî kişiliğinin bu boyutuna delil olarak zikredilen başlıklardır.
Bir aşk Dîvânı olarak kabul edilebilecek eseri, onun vefâtından sonra şiirlerinin bir araya getirilmesiyle derlenmiştir. Şiirlerinde “Müderris” mahlasını kullanan Yahyâ Efendi’nin Dîvân’ının bilinen tek nüshası Millî Kütüphane, Fahri Bilge Bölümü, nr. 210’da bulunmaktadır. Cömert, müşfik, güler yüzlü ve zekâsı ile şöhret bulan Yahyâ Efendi’nin gönül dünyası aşkın rehberliğinde şekillenen duygularla inşâ edilmiştir. O, kanâat, uzlet, tevâzu ve diğer birçok ahlâkî ilkeden ve mânevî seyre tecrübelerini yansıttığı vahdet-i vücûd merkezli anlatıları ile Dîvân’ında birçok konuya değinmiş olsa da onun Dîvân’ında en çok dikkat çeken konu aşktır. Yahyâ Efendi, aşkı şöyle tarif eder:
‘Işk harf-i ‘ayn u şın u kâfdur/‘İllet ü şiddetle kurb-ı sâfdur
‘İlletile şiddeti çekdün tamam/Vakt-i kurb irdi ola insâfdur.
Bu şiirinde aşkı, aşk kelimesini meydana getiren harfler üzerinden tanımlayan Yahyâ Efendi’ye göre aşk, Hakk’a yakın olmanın (kurbiyetin) kişiye verdiği sâfâdır. Yine aşk, Hak yolunda katlanılan nice sıkıntılar ardından O’na ulaşmaya vesile olan yoldur. Yahyâ Efendi’nin ifadesine göre aşkın tesiri ile varlığından sıyrılıp toprak gibi tevâzu ve yokluk sahrasına bende olan kimse Hakk’a vuslat için canını kurban edip vuslat bayramına erer ve böylece kulluk sırrını çözmüş bir birey olur: “Ey ten reh-i ‘ışk içre gel hâkile yeksân ol yüri/‘Îd-i visâl-i yâr içün ey cân kurbân ol yüri.” Aşk deryasında Hakk’ı zikre dalan mânevîyat yolcusunun gönlünden her türlü şüphe ve kaygıların gideceğini belirten Yahyâ Efendi, âşıkların ellerinde olmadan kalp ve dilleri ile Hakk’ı zikre devam edecek bir süreci tecrübe edeceklerini söylemiş ve bu şekilde mânâ âleminde seyr eden sâlikin Hakk’ın Zât’ından kendisine ulaşan misk kokuları nedeniyle kendini kaybedip vahdet sırrına ereceğini şöyle dile getirmiştir:
‘Işkile Hû Hû didikçe ‘âşık-ı dîvâneler/Yapılur ma’mûr olur gönüldeki vîrâneler.
İhtiyârsuz ehl-i ‘ışkdan her zamân kim hû gelür/Hazret-i Zât’a o hûdan misk gibi hoş bû gelür.
Kendisine de bu tecrübenin lütfedildiğini aktaran Yahyâ Efendi, Hakk’a vuslatın tesiri ile dağlara taşlara kendisini atmazsa perişan olacağını ifade etmiştir: “Âteş-i ‘ışkdur ulaşmış bu Müderris sûhteye/Tutuşur gitmezse ger tağlara seyrândan yana.” Aşk ateşi ile dolan beden ve rûhunun kendisindeki yokluğa, varlık bakımından Hakk’ın dışında hiçbir şeyin varlık iddiasında olmaması gerektiği sırrına kendisini ulaştırdığını ise bir başka beytinde şöyle dillendirmiştir: “Bu Müderris sûhte ise nâr-ı ‘ışka sûhtedür/Ol sebebden görinür mîr ü gedâ yeksân ana.”
Aşkın marifet yolundaki tesirini şerîat, tarîkat, marifet ve hakikat aşamalarını içeren boyutu ile bir şiirinde ele alan Yahyâ Efendi, şunları söylemiştir:
Gelüp meydân-ı ‘ışk içre ‘alemler dikdi dört server
İrişen rube-ı meskûna bulardan nakl-i fetvâdur
Tarîkat ehli olanlar tarîke dökdi ‘âdâtı
Bu dünyâ resmine bakmazlar anlar ehl-i ‘ukbâdur
Hakîkat ehl[i] olanlar Hak’a rabt eyledi sırrın
Ne gelse gördiler Hak’dan didiler ki bu evlâdur.
Aşk meydanında ulaşılması gereken dört boyuttan bahsettiği görülen Yahyâ Efendi, ilk aşamanın fetvâ ehlinin sınırlarını çizdiği şerîat, ikinci aşamanın âdetleri terk edenlerin temsil ettiği tarîkat, üçüncüsünün dünya engelini aşmayı başarmış ehl-i ukbâ kimselerin mensubu olduğu marifet ve dördüncü aşamasının ise Hakk’a bağlanmış, her ne gelirse onu Hak’tan bilen kimselerin diyarı olan hakîkat aşaması olduğunu belirtmiştir. Yahyâ Efendi, aşkın vuslata erdirici bir katalizör işlevi gördüğünü hatırlatıp aşkın kıymetini bilmenin vâsıl-ı ilallâh olmak için çalışanlar açısından değerini de dile getirmiştir: Gel Müderris sûhte ol bil nâr-ı ‘ışkun kadrini/‘Işk ile cân virelüm makbûl ola îmânumuz. Aşkın kadrini bilenlerin ve aşk ile varlık iddiasından sıyırılanların makbul bir imana sahip olabilecekleri şeklinde görüş bildirdiği fark edilen Yahyâ Efendi, aşkı tarifi, aşkı tarifte kullandığı safa, kurb, zikir, divanelik, gönül ve gönlün şüpheden kurtulmasına dair aktarımları, marifet aşamalarını şerîat, tarîkat, marifet ve hakikat şeklinde sınıflandırarak tanımlaması ve makbul iman ile aşk arasında kurduğu derin bağ ile aşkı çok boyutlu ele alan bir âşık portresi ortaya koymuştur. Yahyâ Efendi’nin aşka bakışını burada nakledilen şiirleri ve bu şiirlerden çıkarılan bakış açısı ile sınırlamak mümkün değildir. Ancak burada zikredilen verilerle Yahyâ Efendi’nin bir aşk bahçesinin bahçıvanı olduğunu rahatlıkla söylemek mümkündür.
Beşiktaş’ta Bir Aşk Bahçesi: Yahyâ Efendi Külliyesi
Yahyâ Efendi’nin adıyla özdeşleşen Beşiktaş semtinde başta Yahyâ Efendi’nin türbesi olmak üzere çeşitli yapılardan oluşan kompleks bir mekân olan Yahyâ Efendi Külliyesi, âdeta bir aşk bahçesini andıran, insanın gönlünü huzura kavuşturan ve mânevî esintileri ile insana yaratılış gayesini fısıldayan lâhûtî bir mekândır. Boğazın kenarında Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın buluştuğu yer olarak kabul edilen Hıdırlık adıyla anılan bu mekânın, bir zatın rüyasında görerek Yahyâ Efendi’ye bunu haber vermesi üzere inşâ edilmiş bir yer olduğu aktarılmaktadır. Bazı kaynaklarda Yahyâ Efendi’nin Beykoz’daki Yuşa Peygamber’in makamını keşfen bulduğu bilgisi de nakledilmektedir. Hakkında böylesine sırlı hâdiselerin aktarıldığı külliyenin bânîsi Yahyâ Efendi’nin Anadolukavağı’nda Yoros’ta bir mescid, medrese ve hamam yaptırdığı bilgisi de nakledilmektedir. Anlaşılan o ki Yahyâ Efendi, bu girişimleri ile dünyayı bir aşk bahçesine çevirmek istemiş ve bu aşk bahçelerinden cennet bahçelerine namzet bireylerin yetişmesini arzulamıştır.
9 Zilhicce 978 (4 Mayıs 1571) tarihinde Kurban Bayramı gecesi vefât eden Yahyâ Efendi’nin Süleymaniye Camii’nde Ebussuûd Efendi (ö. 982/1574) tarafından kıldırılan cenaze namazından sonra naaşı Yahyâ Efendi dergâhının bahçesine emanet edilmiştir. II. Selim’in (ö. 982/1574) emriyle kabri üzerine bir türbe inşâ edilen Yahyâ Efendi’nin bu türbesi Yahyâ Efendi Külliyesinin en etkileyici parçasıdır. Mimar Sinan (ö. 996/1588) eseri olan türbe ile birlikte külliye içerisinde 1030/1621’de vefât eden, Sultan II. Osman (ö. 1031/1622) dönemi sadrazamı İstanköylü Güzelce Ali Paşa’nın da kâgir kubbeli bir türbesi bulunmaktadır. Ayrıca Kaptan-ı Derya ve Veziriazam Cezayirli Gazi Hasan Paşa (ö. 1204/1790), 1777’de Güzelce Ali Paşa Türbesi’nin tam karşısına bir çeşme yaptırmıştır. Sultan II. Mahmut (ö. 1255/1839) tarafından 1812’de tamir edilen tekkeye yeni derviş hücreleri eklenmiş, yapı Sultan Abdülmecid (ö. 1277/1861) döneminde de çeşitli onarımlardan geçirilmiştir. Sultan Abdülaziz’in (ö. 1292/1876) annesi Pertevniyal Valide Sultan (ö. 1300/1884) tarafından 1873’te ciddi bir onarımdan geçirilen külliyenin bugünkü şeklini, geçirdiği bu büyük onarım sonrasında aldığı bilinmektedir. II. Abdülhamid (ö. 1918) döneminde de bazı tamiratlar yapılan külliyeye 1901 senesinde tekke mensûbu olan Hacı Mahmut Efendi, cümle kapısının hemen yanına bir kütüphane yaptırmıştır. Burada bulunan yazma ve basma eserler 1940 senesinde Süleymaniye Kütüphanesine nakledilmiştir. Yine bu dönemde külliye içerisine birçok kadın ve erkek hanedan üyesinin defnedildiği “Şehzadeler ve Kadınlar Türbesi” inşâ edilmiştir. 1925’te tekkelerin kapatılması ile birlikte cami olarak kullanılmaya başlanan tekke yapısı, günümüzde de cami işlevini devam ettirmektedir.
Değerlendirme ve Sonuç
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse kendisi bir hakîkat arayıcısı ve ilâhî aşk şairi olan Yahyâ Efendi’nin tesis ettiği külliyesi de bir aşk bahçesine benzemektedir. Yahyâ Efendi türbesi, burada bulunan çocukları ve torunlarına ait kabirler, Güzelce Ali Paşa türbesi, çeşme, tevhidhâne, cami, derviş hücreleri, kütüphane, Şehzâdeler ve Kadınlar türbesi ve diğer müştemilatları ile Yahyâ Efendi Külliyesi âdeta halk ile devlet erkânının bir araya geldiği, hayat ile ölümün iç içe geçtiği ve mânevî duyguların zirvede yaşandığı bir mekândır. Yahyâ Efendi’nin dergâhını Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın buluştukları yere yaptığı yönündeki mânevî tesir, yine Yahyâ Efendi’nin farklı yerlerde mescid, medrese ve hamam gibi yapılar inşâ ettirip vakıf kültürüne olan katkısı ve Yuşa Peygamber’in makamını keşfen bulması gibi kendisinden aktarılan bazı kerametler ile Yahyâ Efendi ve onun tesis ettiği Yahyâ Efendi Külliyesi tam da Tanpınar’ın işaret ettiği noktada bir yüceliği bünyesinde barındıran bir yerdir. Burada Tanpınar’ın sözünü tekrar hatırlatarak çalışmayı bitirmek istiyoruz: “İlâhî mağfiret Yahyâ Efendi Dergâhı’nda âdeta güzel bir insan yüzü takınır. Ölüm burada, hemen iki üç basamak merdiven ve bir iki sedle çıkılıveren bu bahçede hayatla o kadar kardeştir ki bir nevi erme yolu yahut aşk bahçesi sayılabilir.”
Fatih ÇINAR
Yazar
Darendeli Osman Hulûsi Efendi’nin Ağabeyi Ahmet Nûri Efendi’nin Kültürel MuhîtiAnadolu’nun yakın tarihinde ilmî gayretleri, vakıf hizmetleri ve gönüller ihyâ eden adımları ile derin izler bırakan isim...
Yazar: Fatih ÇINAR
Karadenizli Olan Ve Karadeniz’de Faaliyet Yürüten Şemsiyye (Sivâsiyye) Meşâyihi Anadolu’da etkin olan önemli tarîkatlardan biri Halvetiyye’dir.[1] Dört ana şubesi ve birçok alt kolu ile Halvetiyye Tar...
Yazar: Fatih ÇINAR
Bilge Bir Hükümdârın Gönül Dünyası: Kadı Burhâneddîn Dîvân’ında Gönül Gemisinin Seyri‘Işkı denizine ben biliş idüm ezeldeÂşinâyam nola eşkümde eger yüzer isem[1]Kadı Burhâneddîn, XIV. yüzyılı ilmî, ed...
Yazar: Fatih ÇINAR
Boğazın bir muhkem hisarı gibi,Yatar Beşiktaşlı Yahya Efendi,Beş asırdır sevenleri peşine,Takar Beşiktaşlı Yahya Efendi…Donanma koşarken birçok zafere,Ona uğramadan çıkmaz sefere,Yenilmez bir pehlivan...
Şair: Halil GÖKKAYA