ASYA'NIN KUBBELERİ
Buhara¸ yanıp yıkılmış¸ kale ve surları yerle bir edilmiş¸ halkı darmadağın olmuş ve bir enkaz yığını haline gelmişti. Bu hadiseleri¸ Horasan'a kaçan bir Buharalı kısaca; "Moğollar yıktılar¸ yaktılar¸ öldürdüler ve gittiler." diyerek veciz bir şekilde dile getirmiştir.
Asya'nın kubbeleri deyince ilk önce aklımıza turkuaz çinili Buhara şehri geliyor. Özbekistan sınırları içinde bulunan tarihi şehir¸ Zerefşan Irmağının aşağı havzasındaki büyük vahada yer alır. Denizden yüksekliği 220 metredir. Kara ikliminin tesirinde olup kışlar soğuk¸ yazlar ise çok sıcak geçer. Eskiden beri idari bir bölge olan Buhara'nın merkezi Numicker (Bumickes) idi. Horasan Valisi Said bin Osman bin Affan Buhara'yı İslâm hâkimiyetine aldı. Ancak buradaki İslâm hâkimiyeti devamlı olamadı. Şehir zaman zaman Müslümanların kontrolünden çıktı. Emevilerin Horasan valisi Kuteybe bin Müslim 706-709 yılları arasında düzenlediği seferler neticesinde Buhara'yı tamamen fethetti. Kuteybe bin Müslim burada İslâmiyetin yayılması için geceli gündüzlü çalıştı. Birçok mescid yaptırdı. 712 senesinde kale içinde bulunan puthanenin yerine büyük bir cami yaptırdı. Tuğşade Bey Buhara Valisi tayin edildi.
Arslan Han devrinde Buhara en sakin ve huzurlu dönemlerini yaşadı. Bu hükümdar¸ Cuma Camiini ve iki yeni saray inşa ettirdi. Buhara¸ İslâm orduları tarafından fethedildikten sonra ilk defa 9 Eylül 1141 tarihinde meydana gelen Katvan Savaşından sonra putperest olan Karahıtayların idaresine geçti. Bundan sonra Buhara'da Sadr ünvanlı hükümdarların nüfuzu devam etti. Harezmşah Alaeddin Muhammed Tekiş bin İlarslan 1182'de Buhara'ya bir sefer düzenledi. 1207 senesinde Karahıtaylar Devletine son vererek Buhara'yı hâkimiyeti altına aldı. Harezmşahlar döneminde Buhara mamur hale getirildi. Şehrin çeşitli yerlerine medreseler¸ kütüphaneler ve camiler yapıldı¸ şehrin kalesi tamir ettirildi. Harezmşahların otoritesi bir müddet daha devam etti. Moğol hükümdarı Cengiz Han 1220 senesinde Buhara'yı kuşattı. Üç gün müddetle yaptığı şiddetli hücumlar neticesinde kaleyi almak mümkün olmadı. Bu sırada kale savunmasını lüzumsuz sayan vali ve bazı komutanlar hücuma karar verdiler. Kuşatmanın üçüncü günü ani bir taarruzla Moğol çemberini yarıp çıktılar. Fakat Ceyhun Nehri kıyısına varmadan Moğol süvarileri tarafından imha edildiler. Ertesi gün şehrin etrafındaki sahra güneş ışıkları altında kan ile dolmuş büyük bir gölü andırıyordu. Bu durum karşısında Buhara ahalisi aman dilemek üzere Cengiz Hana Kadı Bedrüddin'i elçi gönderdi. Yapılan görüşmeler sonucunda halka dokunulmayacağı vadiyle Moğol ordusu 1220 senesi Şubat ayının on birinde Buhara'ya girdi. Bir kısım Türkmenler teslim olmayı kabul etmeyerek iç kaleye çekildiler. Verdiği sözde durmayan Cengiz¸ şehrin yağmalanmasını ve ateşe verilmesini emretti. Binaların çoğu ahşap olduğu için birkaç gün içinde Cuma Mescidi ile tuğladan yapılmış bazı binaların dışında şehrin tamamı yandı. İç kaleye çekilen Türkmenler şehri kahramanca savundular. Her saldırılarında Moğollara büyük kayıplar verdirdiler. Kum tanesi gibi kalabalık olan Moğol sürüsü karşısında iç kale de fazla dayanamadı.
Buhara¸ yanıp yıkılmış¸ kale ve surları yerle bir edilmiş¸ halkı darmadağın olmuş ve bir enkaz yığını haline gelmişti. Bu hadiseleri¸ Horasan'a kaçan bir Buharalı kısaca; "Moğollar yıktılar¸ yaktılar¸ öldürdüler ve gittiler." diyerek veciz bir şekilde dile getirmiştir. Cengiz'in yerine geçen Ögeday¸ Buhara'yı tekrar mamur hale getirdi. Bu devirde Buhara'da meydana gelen en önemli olay Şah-ı Behaeddin Nakşibend tarafından kurulan Nakşibendiyye tarikatının ortaya çıkmasıdır. Buhara ve civarında insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatan Şah-ı Nakşibend Behaeddin Buhari'nin talebelerinden Hace Muhammed Parisa¸ Buhara'da çok etkili oldu. Bu devirde yetişen Uluğ Bey de Buhara şehrinin merkezinde bir medrese yaptırdı. 1500 senesinde Buhara'yı bu sefer Özbekler ele geçirdi. Özbeklerden Muhammed Şeybek¸ Şeybaniler Hanedanına Buhara'yı payitaht yaptı. Buhara¸ Şeybanilerden Ubeydullah bin Mahmud ile Abdullah bin İskender Han zamanında¸ siyasî ve manevî hayatın merkezi durumuna geldi. Şehir bu durumunu bölgede kurulan Astırhanlar (Estarhanlar) ve Mangıthanlar döneminde de devam ettirdi. Astırhanlar hanlıkları¸ Ruslar tarafından işgal edilince¸ reislerinden Yar Muhammed ile oğlu Can¸ Buhara'ya sığındılar. İskender'in kızı ile evli olan Can'ın oğlu Baki Muhammed¸ on altıncı yüzyılın sonlarında Canoğulları sülalesini kurdu. Abdülaziz devri¸ Buhara Hanlığının son parlak devri oldu. Daha sonraları zayıflayan Buhara Hanlığı¸ 1740 yılında Nadir Şah tarafından yıkıldı.
Orta Asya¸ özellikle Özbekistan dünya kültürünün eski ocaklarından birisidir. Burada IX-X.yüzyıllarında sanat ve ticaret gelişmiştir. Şehirler genişleyip¸ köşklerin yanı sıra ticaret tezgâhları¸ kervansaraylar kurulmuştur. Mimarlığın güzel başarıları ve örnekleri¸ özellikle mescit ve medreselerin yapımındagörülmektedir. O dönemlerde ülkeye gelen sanatçılar ve ilim adamlarının şehirleri tanımlarken esas binalar olarak mescit ve medreseleri dile getirmesi bundandır. Mescit binaları yanında minare¸ hücre¸ âlim ve evliyaların türbeleri çok muhteşemdir.
IX. Yüzyıla kadar çamur ve pişmemiş tuğladan yapılan binalar yerine yüksek kaliteli evlere olan talep arttı. Şehir kurma çalışmalarında binaların görkemliliği ve ömrünü uzatmaya yarayan pişmiş tuğla kullanılmaya başladı. Halk arasında şimdiye kadar Müslüman tuğla adıyla tanınan bu inşaat malzemesi sarı çamurdan hazırlanarak özel kaplarda pişiriliyordu.Yeni mimari üslupta inşa edilen en ender ve eski anıt şüphesiz ki Buhara'da ki İsmail Samani Türbesidir (IX-X. Yüzyıllar). Türbe doğru dörtgen şeklinde pişmiş tuğladan yapılmış¸ duvarları üzerine kubbe kurulmuştur. Son beş asır süresince Maveraunnehir'de aynen bu üslup kullanılmıştır. Bina projesinin mükemmel bir şekilde planlanması ona bin yıl korunma imkânını sağlamıştır. Binada her şey uygun¸ kabartma tuğlalar o kadar maharetle kurulmuş ki sonuçta bina cazip bir biçim almıştır. İsmail Samani türbesinin Özbekistan Cumhuriyeti topraklarındaki tarihî anıtlar arasında Unesco'nun bütün dünya medeniyeti mirası listesine dâhil etmesi boşuna değildir.
XI-XII. yüzyıllarda pişmiş tuğladan binalar yapma mahareti yüksek seviyeye ulaştı. Binaları genelde sekizgenli olarak ön tarafı yukarıya kaldırılmış ve haşmetli kubbelerle kapatma gelenek haline geldi. Tuğlaları kâh kabartma¸ kâh oyuk¸ kâh dik¸ kâh düz şekilde sırayla koyma usulleri ortak olmasına rağmen her şehir ve vilayette kendine özgü usuller gelişti.
Büyük İpek Yolu üzerinde yerleşmiş olan Buhara'nın şu andaki durumuna bakarak da buranın eski mimarlığının seviyesi hakkında izlenim elde edilebilir. Örneğin¸ XII. Yüzyıla ait Mağaki Attari mescidinin güzellikte eşsiz bir parçası muhafaza edilmiştir. Binanın yapımında mevcut olan tüm süsleme usulleri¸ bu cümleden olmak üzere küçücük tuğlaları nakışlı olarak koyma¸ çiçek nakışlı çanaktan faydalanma ve oyma işleri ve alçı usullerinden genişçe yararlanılmıştır. Ustaların mahareti ve süsleme sanatı uygunlaşarak kendine özgü eserler meydana gelmiştir. Ülkenin güzelliklerinden biri de turistlerin zevkle seyrettikleri Buhara'daki Mescid-i Kelan camisidir. Cami XII. Yüzyılda bina edilmiş olup XVI. Yüzyılda yeniden inşa edilerek bugünkü durumuna getirilmiştir. XII. Yüzyıla ait mimari külliyenin bugün sadece 1127 yılında yaptırılan ve yüksekliği 76 metre olan Minare-i Kelan (Yüksek minare) kalmıştır. Minarenin duvar yapısı gerçek sanat eseri örneğidir. Minare-i Kelan'dan okunan ezan sesi bütün Buhara'ya duyulurdu. Minarenin etrafı genişçe bahçe ve üstü kubbeyle kapatılmıştır. Burada namaz kılmışlardır. Öyle ki okunan ezanlar tüm step bozkırlarında duyulmuş gönülleri mutmain kılmıştır.
Tirmiz şehri yakınındaki Carkorgan minaresi (1108 ) de kendine özgü üsluba sahiptir. Yukarı kısmı Kur'an-ı Kerim ayetleriyle süslenmiş olup¸ yazılar sanki bir kuşak halindedir. On altı sütun minarenin temelini oluşturmaktadır. Minarenin en yüksek kısmı bozulmuş¸ ancak korunan kısmının parçaları da bu abidenin ilk cazibesi hususunda tasavvur verebilir. Orta Asya mimari sanatında Amir Timur ve Timuriler dönemi ayrı¸ özel bir dönemi oluşturmaktadır. XIV. yüzyılın son yıllarında merkezleşmiş saltanat kuran Amir Timur Semerkant'ı kendisine başkent olarak seçti ve şehri yeryüzünün cevherine dönüştürmeye çalıştı. Bibi Hanım mescidi¸ Şah-ı Zinde Külliyesi¸ Gür-i Amir türbeleri külliyesi Amir Timur'un devleti yönettiği döneme ait en tanınmış ve görkemli abidelerdendir. Şah-ı Zinde külliyesindeki en eski abideler Peygamberimizin (s.a.v) amcazadelerine ait Kusam b. Abbas ve Hace Ahmet türbeleri olup sırlanmış seramik parçalarla kaplıdır¸ güzellikte eşsiz ön kısımdan içeri girilir. Şehrisebzde yapılan heybetli Aksaray ve Semerkant'ta o dönem için en büyük cami kabul edilen Bibi Hanım Camisi benzersiz inşaatlardandır. Maalesef¸ bu iki güzelim binaların günümüze kadar sadece bazı parçaları korunmuştur.
Timurîlerin damgasını bastığı ve Orta Asya'nın sanat değerini gösteren XV. yüzyıldan bizim dönemimize kadar kendi cazibesi ve güzelliğini koruyan abideler ulaşmıştır. Buhara ve Semerkant'taki Uluğbey medreseleri¸ Şah-ı Zinde külliyesine giren mimari inşaatlar¸ Şehrisebzdeki Kökgümbaz mescidi bunların içindedir. XVI. yüzyılda gelişmiş şehirlerden biri de Taşkent'tir. Bu dönemde XV. yüzyılın ikinci yarısında kurulmaya başlayan Şeyh Havendi Tahur ve Yunushan türbelerinin yapımı tamamlandı. Barakhan medresesi ve Şeyh Ebu Bekir Muhammed Keffali Şaşi Türbesi inşa edildi. XVI. yüzyıl mimarisinde geçmiş dönemlerin geleneklerinden geniş anlamda istifade edilmiştir. 1514 yılında Buhara'da kurulan Mescid-i Kelan'ın yüksek seviye ve maharetle süslenmesi fikrimizi kanıtlar. XVIII. yüzyılın sonlarında yeniden yapılan ve genişletilen Cuma mescidi dört taraftan tuğladan örülmüş duvarlarla çevrili olup¸ 227 sütunun kaldırdığı eyvandan ibarettir. Uzmanların tespitine göre¸ 24 sütun X-XII. yüzyıllara ait olup¸ Hive'ye özgü ağaç oymacılığı geleneklerine göre yapılmıştır. Allakulihan medresesi¸ (1835) döneminin Hive'deki eğitim ocaklarından biri olmuştur. Medresenin ön kısmı¸ giriş ve bahçeyi çevreleyen duvarların bazı kısımları Hive mimarlık geleneklerini kendinde bulundurmaktadır. Bağımsızlık yıllarında İslâm kültürüyle ilgili dünyaca ün yapmış mimarî anıtlarımızdan Buhara'daki Mescidi Kelan ve Minarei Kelan¸ medreseler¸ Hace Bahauddin ziyaret yeri¸ Semerkanttaki Registan meydanı¸ Şahı Zinde külliyesi¸ Gür-i Amir¸ Taşkentteki Kökeldaş medresesi¸ Zengiata ziyaret yeri gibi birçok abideler tamamen tamir edilmiş¸ Kermene şehrindeki Kasım Şeyh Azizan türbesi¸ Semerkant'taki İmam el-Buhari külliyesi¸ İmam el-Maturudi mezarlığı¸ Margilan'daki Burhaniddin el-Marginani anıtı ve başka ziyaret yerleri yeniden inşa edilmiştir. Gerçekten harika sanat eserleriyle dolu olan bu yerler mutlaka görülmeli¸ tarihin derinliklerindeki izler anlamaya çalışılmalıdır.
Resul KESENCELİ
YazarSultan I. Abdülhamid’in yedinci kadınefendisi ve II. Mahmud'un annesidir. Eski hayatı ve Osmanlı Sarayı’ndaki yaşantısı hakkında çok sağlam ve tatmin edici bir bilgi yoktur. Kafkas kökenli olması muht...
Yazar: Zühal ÇOLAK
“Hazret-i Peygamber (s.a.v) Efendimiz, muhtaç, zayıf ve fakirlere yardımı sever, nerede yardıma muhtaç kimse olursa onun yardımına koşar, ashabına bu hususta emirler verirdi. İyiliksever ve cömertti. ...
Yazar: Es-Seyyid Osman Hulusi Ateş Efendi
Âl-i Osman’a kim ki kılıç çekerGönül bağına mihnet dikenin ekerOnların ululuğunu Hak diledi(Hoca Sadettin Efendi)Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan Trabzon Rum Krallığı prensesi Despina ile izdivaç ...
Yazar: Resul KESENCELİ
İstanbul’da bir sohbette Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri askerlik hatıralarını anlatırken şöyle buyurur: “Diyarbakır’da askerdik. Bir pazar günü arkadaşlarla beraber Dicle Nehrinin kenarınd...
Yazar: Resul KESENCELİ