Allah Korkusunu Kuşanmak
Hak aramak adına son yıllarda sokaklara dökülen insanların yaptıklarına bir bakınız. Molotof kokteylleri rastgele atılıyor, kaldırım taşları yerlerinden sökülüyor, çöp konteynırları kullanılamaz hâle getiriliyor, işyerleri kundaklanıyor, camlar aşağı indiriliyor, otomobiller ve otobüsler yakılıyor. Özellikle de güvenlik güçlerinin araçları, düşman bir ülkenin istîlâcı güçlerine karşı mücâdele ediliyormuşçasına tahrip ediliyor.
Sizlere anlatmaya çalıştığım bu tabloya bakarak, aklınıza terörle bağlantılı protestolar, taşlamalar gelebilir ve muhtemelen, Güneydoğu ve İstanbul’da bu çerçevede yapılan nümayişleri kastettiğimi sanabilirsiniz. Oysa -spor karşılaşmaları sonrasında yapılanlar da dahil olmak üzere- herhangi bir sebeple yapılan bütün gösterilerde, olay bir noktada çığırından çıkmakta; işyerleri, araçlar ve kamu binaları taşlanmakta veya yakılmaktadır. Ne adına yapılırsa yapılsın, ülkenin her tarafındaki gösterilerde bu çılgınlığı görüyoruz. Zira yakıp yıkmak protestonun bir parçası olmuş durumda.
Protestocu, kendisine ait olmayana zarar vererek azmış olan nefsini teskin etmeye çalışmakta ve bundan büyük bir haz almaktadır. Akşamları bir araya geldiklerinde de, muhtemelen büyük bir keyif içinde, neye ne kadar zarar verdiklerini anlatarak birbirlerini rahatlatmaya ve şeytanın peşine takılmış kalplerini eğlendirmeye çalışıyorlardır.
Hatta yapıp ettiklerini yarıştırarak, hangisinin daha fazla başarı gösterdiğini isbat etmeye gayret ediyorlardır. Onlar için, târumâr edilmiş, yakılmış, yıkılmış ekmek teknesini elinde süpürgeyle lanetler okuyarak, gözlerinden yaşlar dökerek düzenlemeye çalışan insanın hiçbir kıymeti yoktur.
Yine onlar için, attıkları molotof kokteyli ile vücudunun bir tarafı yanmış ve hastanelik olmuş olan insanlar ile, yaşadıkları o korku sebebiyle otobüse binemez hâle gelen, gece kâbuslarla hayatları zehir olan vatandaşların acılarının hiçbir değeri yoktur. Onlar için önemli olan büyük bir başarıyı gerçekleştirmiş olmalarıdır. Akşam televizyonlarda bu yaptıklarını seyrederken büyük bir keyif aldıklarından emin olabilirsiniz.
Şiddete Hepimiz Alıştık
Toplum olarak şiddete o kadar sürükleniyoruz ki, artık bizler de seyrettiklerimizi kanıksıyoruz, alışıyoruz ve sıradan olaylar olarak görmeye başlıyoruz. Belki bir on yıl önce seyrederken içimizde oluşan öfke, artık eskisi kadar değil. Kızmaya devam ediyoruz ancak sinirimizin dozu düşmüş durumda.
Zira biz de bir taraftan şiddete doğru kayıyoruz. Bahsettiğimiz olayları yapanlarla benzeşiyoruz. Televizyonda bir takım gösterileri veya şehit cenazelerini seyrettiğimizde zihnimizden neler geçtiğini bir düşünün. O anda aklımızdan geçenleri yapma imkânımız olsa, her hâlde bunlar dünya vahşet tarihinin baş sayfalarına yazılacak türden şeyler olurdu.
Demek ki, toplum olarak bir yöne doğru savruluyoruz. Nefretle beslenen şiddet artık hayatımızın bir parçası hâline gelmiş durumda. Velhâsıl tahammülsüz bir kuşak olup çıktık. Elimize geçen ilk fırsatta taşkın ve zabtedilemez bir hâle bürünüveriyoruz.
Artan Suç Oranları
Eski dönemlerde insanlar kızgınlık anında nefislerine hâkim olamayarak bir takım suçlar işlerler; karşıdakini yaralar veya öldürürlerdi. Nüfusa oranla suç miktarı da azdı. Ancak şimdilerde nüfusa oranla suç miktarı çok arttığı gibi, suçun boyutları da değişti.
Plânlı bir şekilde insanlar çeşitli amaçlar uğruna öldürülüyor, hatta öldürüldükten sonra parçalara ayrılıyor. Bunların yanında, emekli maaşıyla bir ayı çıkarmak durumunda olan yaşlılara dadananlara, market sahiplerini oyalayarak güpegündüz soygun gerçekleştiren reşit olmayan çocuklara ve diğer hırsızlıklara baktığımızda, toplumun tanınamayacak durumda olduğunu görüyoruz.
Toplumun önemli bir kesimi böyle değil, ancak bu tablodan yarınlar için bir umut çıkarmak oldukça zorlaşmaktadır. Zira genç nüfusun bir kısmı bir yanlış yapmak için fırsat bekler hâle gelmiştir. İmkân bulduklarında, yakalanmayacaklarına eminseler, neler yapabileceklerini varın siz hesap edin.
Neden Böyle Olduk?
Bu kara tabloyu meydana getiren sebepleri yazmak, bu makalenin sınırlarına sığmaz. Ancak insanların etraflarına bu tür zararlar verebilmesini dinden uzaklaşma, başka bir ifadeyle Allah korkusunun eksikliği dışında bir sebeple açıklayamayız. Âhiret hesabı, cennet sevgisi, cehennem korkusu, insanın saygınlığı hayatımızdan çekilip alınmış.
Bu taşkın gurupların kâhir ekseriyetini gençlerin oluşturduğu âşikârdır. Ancak onların din adına neler öğrendiklerine baktığımızda, sorunun cevabının neredeyse sıfır olduğunu görürüz. Tamamen sembolik bir hâle getirilmiş haftalık iki saat din dersi ile çocuklara din adına fazla bir şey öğretilmez.
Bülûğa erdikten sonra gidilmesine izin verilen Kur’ân kursları ile de gençlere bir şeyler öğretmenin imkânı kalmamıştır. Televizyonlardaki bilgi yarışmalarında din adına sorulan temel soruları bile cevaplamayan gençlerin durumu bunun göstergesidir. Neslimizi kontrol altında tutacak mânevî bir güç iyice zayıflamış durumdadır.
Önceleri herkesin yanına bir polis dikmenin mümkün olmadığı, bu sebeple Allah korkusunun yeterli olacağı söylenirdi. Şimdilerde bunun ne kadar yerinde bir söz olduğu, bu tabloya bakıldığında daha iyi anlaşılmaktadır. Ayrıca bir zamanlar fetihler için yola koyulan ordularımızın, geçtikleri bahçelerdeki üzümlerden yediklerinde bedelini oraya bıraktıkları anlatılır.
Kul hakkı denilerek kimsenin malına aslâ zarar verilmezmiş. Ancak şimdi gelinen noktada, insan başkasının ve kamunun malına zarar vermeyi, yerden kaptığı parke taşını cama fırlatmayı, vatandaşı molotofla yakmayı sıradan bir olay, hakkı elde etmenin en güçlü aracı olarak görmektedir.
Bu sebeple de, insanda Allah korkusu, kul hakkı düşüncesi kaybolup gittiği zaman, onu engelleyecek tek şey alacağı cezâdan korkması kalmaktadır. Kanun önünde alacağı cezâdan korkmayacak kadar gözü dönmüşse veya yakalanmayacağından eminse veyahut da az bir cezâyla kurtulacağını biliyorsa, onu artık durdurmak mümkün olmayacaktır.
Allah, Kendisinden Korkulmasını İster
İnsanın kendi fıtratına uygun yaşayabilmesinin nelere bağlı olduğunu bilen Allah, öncelikle kendisine inanılmasını ister. Bunun akabinde de zâtının sevilmesini, aynı zamanda da korkulmasını koyar. Bunları ise emir ve yasaklar takip eder. Demek ki, insanın Allah’ın murâd ettiği şekilde bir hayat sürebilmesi için ondan korkması da gerekmektedir.
Bu sebeple kitabında, sıklıkla zâtından korkulmasını ve bunun gereğinin yerine getirilmesini ister: “Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup-sakının ve siz, ancak Müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin.”[1] “Ey iman edenler, Allah’tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah’tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”[2] “Allah’tan korkun ve bilin ki Allah, muhakkak cezâsı pek çetin olandır.”[3] “Allah’tan korkup-sakının ve gerçekten bilin ki, siz O’na döndürülüp-toplanacaksınız.”[4] Bir âyette de Allah’tan korkanların özellikleri şöyle anlatılır: “Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar.”[5]
Daha pek çok âyette Allah kendisinden gereği gibi korkulmasını ve bunun hayata geçirilmesini isterken, insan takatinin üzerinde bir şey yüklemediğini de hatırlatır; “Güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup-sakının, dinleyin ve itâat edin...”[6]
Allah, kendisinden korkup istikâmet üzere bir hayat süren insanların amellerinin karşılıksız kalmayacağını da müjdeler: “Gerçek şu ki, Rablerinden gayb ile (O’nu görmedikleri halde) içleri titreyerek-korkanlara gelince; onlar için bir bağışlanma ve büyük bir ecir vardır.”[7] “Şüphesiz; ‘Bizim Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra dosdoğru bir istikâmet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki): ‘Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vaad olunan cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında da âhirette de sizin dostlarınızız. Çok bağışlayan ve çok merhametli olan Allah’tan bir ağırlama olarak, orada canlarınızın çektiği her şey var, istediğiniz her şey orada sizin için var.”[8] “(Allah’tan) sakınanlara; ‘Rabb’iniz ne indirdi?’ dendiğinde, ‘Hayr indirdi.’ dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; âhiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takvâ sahiplerinin yurdu ne güzeldir.”[9]
Görüldüğü gibi, Allah’tan korkanlar dünyada kendi yaşamlarını erdemli bir çizgide sürdürürlerse, daha hayatta iken bunun karşılığını görecekleri gibi, âhirette de mükâfatını alacaklardır.
Allah Rasûlü uyarıyor
Hz. Peygamber (s.a.v.) sıklıkla, Allah korkusunun önemini dile getirmiş ve bunun mü’mini güzel bir çizgide tutacağını belirtmişlerdir. Hatta Allah korkusundan ağlanmasını bile tavsiye etmişlerdir: “Allah korkusundan dolayı ağlayınız. Eğer ağlamanız gelmezse, ağlamak için kendinizi zorlayınız.”[10]
“(Cehennem) ateşi, Allah korkusundan yaş boşanan göze haram kılınmıştır!”[11] Başka hadislerinde de “(Mü’mini) cennete dahil eden (cennete girmesine sebep olan) amellerin en çoğu hangisidir?” sorusuna, “Takvâ (yani Allah korkusu) ve huy güzelliğidir.” cevabını vermişlerdir.[12]
İslâm, İnsanlara ve Etrafa Zarar Vermekten Sakındırır
Yüce dinimiz, Allah’tan korkmanın bir gereği olarak, kendi dışımızdaki herkese ve her şeye zarar vermekten uzak durmamızı ister. Meselâ bir âyette şöyle buyrulur: “Kim bir mü’mini kasıtlı olarak öldürürse, cezâsı, içinde ebedi kalmak üzere cehennemdir.”[13] Bir diğer âyette de azgınlık yasaklanmaktadır; “Şüphesiz ki Allah, size adâleti, iyilik yapmayı ve yakınlara bakmayı emreder; hayâsızlıktan, fenâlıktan ve azgınlıktan nehyeder. Öğüt almanız için size böyle öğüt verir.”[14]
Hz. Peygamber (s.a.v.) de Allah’tan korkan bir Müslümanın nasıl olacağı hususuna pek çok hadislerinde değinir. Bazı hadislerinde şöyle geçmektedir: “Kim başkasına zarar verirse Allah da ona zarar verir.”[15] “Kim bir mü’mine zarar verir veya ona bir tuzak hazırlarsa lânetlenmiştir.”[16] “Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların emin olduğu kimsedir.”[17]
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şu sözü bizim buraya kadar yazdıklarımızı özetlemektedir: “Akıllı kimse, nefsini hesaba çeken ve ölüm sonrası için çalışandır.”[18]
Geldiğimiz Nokta ve Çözüm
Kur’ân’ın ve hadislerin bizlere sunduğu Allah korkusuna bakınca, kişinin etrafındaki insanlara ve onların mallarına zarar vermesinin tahayyül bile edilemeyeceğini anlıyoruz. Zira Allah’tan korkan kişi, vereceği zararın bir gün hesabını hem de çok çetin bir şekilde vereceğini bilir. Kendisine yapılmasını istemeyeceği şeyi başkalarına yapmaz. Bu yüzden de nefsi bastırsa bile bundan kaçınır.
Oysa bütün yaptıklarını hak arama uğruna yaptıklarını düşünenlerin Allah korkusu olduğunu, âhirette başkalarının mallarına ve canlarına verdikleri zarardan hesaba çekileceklerine inandıklarını söyleyebilir miyiz? Allah’a ve onun Rasûl’üne, Yaratan’ın katından gelen Kur’ân’a inanan bir insan, belediye otobüslerini ve içindeki vatandaşları canlı canlı ateşe verebilir mi?
Veyahut da bir yerlere bomba koyarak, mayın döşeyerek aynı ülkenin kuzularının ölmesine, sakat kalmasına sebep olabilir mi? Bütün bunları yapanlarda Allah korkusu bir yana, Allah inancı olduğundan söz etmek ne derece mümkündür?
“O hâlde çözüm nedir?” diye sorulacak olursa, bunun cevabı çok basittir. İnsanlarımızın değerlerimizden uzaklaştığı ve birbirlerine bu kadar küstüğü bir ortamda, aslî mayanın ne olduğu açıktır. Bu sebeple, bir takım ön yargılardan ve korkulardan uzaklaşarak, İslâm’ın sağladığı değerleri topluma tekrar hâkim kılmak ve benzersiz kardeşlik duygusunu yeniden tesis etmek zorundayız.
Bu yapıldığında, Allah korkusu kalbine yerleşecek olan ve mü’minleri tekrar kardeşi gibi görecek olan bir insanın, kendi malına verilmesini istemediği zararı başkalarının veya kamunun malına vermesi artık düşünülemez. Zira o, kendisini ve her yaptığı hareketi ve eylemi bilen Allah’tan korkmaktadır.
İnsanlar görmese, güvenlik güçlerinin ve mahkemelerin elinden kurtulsa bile, her şeyi kayıt altında tutan Yüce Yaratıcı’nın onu bir gün hesaba çekeceğini bilir. Bu sebeple de eline, diline ve beline sahip olur.
Çok fazla veya zor bir şey mi istiyoruz? Elbette hayır. Zira insanlarımızın sürüklendiği bu yolun dönüşü olmayan bir sele dönüştüğünü ve hepimizin bu selde okyanusa doğru çerçöp misali yuvarlanıp gittiğini görmek için fazla bir zekâya ihtiyaç olmadığı gibi zaman da yoktur.
Allah’tan Korkmayan Neler Yapar?
İnsanları öldürür.
Şahısların ve kamunun malına zarar verir.
Hırsızlık yapar.
Hilekârdır.
Müşteriyi kandırır.
Gıybet eder, hasetçi ve iftiracıdır.
Rüşvet alıp verir.
Kendi menfaati için başkalarının hakkını bir kenara atar.
İnsanlarla alay eder, bedensel engelleri sebebiyle sakat olanlara lakaplar takar.
Kötü söz söyler, rahatça küfreder.
Borcuna sâdık değildir, anında yalan söyler.
Ailesine şiddet uygular.
Etrafını kendisinden uzaklaştırır.
[1] 3/Âl-i İmrân, 102.
[2] 59/Haşr, 18.
[3] 2/Bakara, 196.
[4] 2/Bakara, 203.
[5] 13/Ra’d, 21.
[6] 64/Teğâbün, 16.
[7] 67/Mülk, 12.
[8] 41/Fussilet, 30-32.
[9] 16/Nahl, 30.
[10] İbn Mâce, Zühd, 19.
[11] Dârimî, Cihad, 11.
[12] İbn Mâce, Zühd, 29.
[13] 4/Nisâ, 93.
[14] 16/Nahl, 90.
[15] İbn Mâce, Ahkâm, 17.
[16] Tirmizî, Birr, 27.
[17] Buhârî, İman, 2.
[18] Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme, 11.
Enbiya YILDIRIM
YazarTürk Edebiyatında Semâvî Dinlerin Mahzûn Şehri KudüsDünyanın önemli coğrafyalarında bulunan bazı şehirler her dönem güç sahiplerinin iştahını kabartmış saldırı ve işgale uğramaktan kurtulamamıştır. Bu...
Yazar: Mahmut KAPLAN
1.Beyit:İki cihânın zübdesiyim cânibim cânân ileBen mekânıyım kânımın kânım bana mekân imiş(İki cihânın özüyüm, her ânım sevgili ile olmaktır, her yönümde sevgiliye yönelmektir. Kaynağımın mekân...
Yazar: Resul KESENCELİ
Batı kültürünün her şeyimizi savuran etkisi ve yaşamın bireyselleşmeye doğru hızla kaymasıyla birlikte, bizleri birbirimize bağlayan ve toplum yapan değerlerin önce örselendiğini, sonra aşındığını, en...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
İnsanın doğumla başlayan yürüyüşü mutlak sûrette ölümle sonuçlanır. Bu sebeple hepimiz ölüme doğru yürümekteyiz. Son nefesimizi vereceğimiz yere kadar bu yürüyüşümüz durmaksızın devam eder. Hayatımız ...
Yazar: Enbiya YILDIRIM