Abdullah Bin Huzâfe'(R.A.)nin Cesareti
Hazret-i Ömer’in (r.a.) hilâfeti döneminde Şam’ın Kayseriye taraflarında Rumlar üzerine bir İslâm ordusu gönderilmişti. Abdullah bin Huzâfe (r.a.) da orduda bulunuyordu. Rumlar onu esir ettiler. Krallarına götürdüler ve; “Bu, Muhammed’in ashabındandır!” dediler. Kral, Hazret-i Abdullah’ı bir eve kapattırıp günlerce yemekten, içmekten alıkoyduktan sonra, ona bir miktar şarap ve domuz eti gönderdi. Üç gün gözlediler. Abdullah (r.a.), ne şaraba ne de domuz etine el sürmedi. Krala: “Onun boynu iyice büküldü. Oradan çıkarmazsanız ölecek!” dediler. Kral, onu getirterek: “Seni yiyip içmekten alıkoyan nedir?” diye sordu. Abdullah (r.a.): “Gerçi zaruret, onlardan yemeyi ve içmeyi bana helâl kılmıştır, ama ben seni, kendime ve İslâm’a güldürmek istemedim.” dedi. Kral onun bu vakur tavrı karşısında: “Sen Hristiyan olsan da mülkümün yarısını sana versem, seni mülk ve saltanatıma ortak yapsam, kızımı da seninle evlendirsem olmaz mı?” dedi. Abdullah (r.a.): “Sen bana, Muhammed (s.a.v.)’in dininden göz açıp kapayıncaya kadar dönmem karşılığında mülkünün tamamını ve bütün Arap mülkünü versen bile, bunu asla yapmam.” dedi. Kral: “Öyleyse seni öldürürüm.” dedi. Hazret-i Abdullah: “O da senin bileceğin bir şey!” dedi. Abdullah (r.a.) çarmıha gerildi. Okçular önce ona isabet etmeyecek şekilde, gözünü korkutmak için ok attılar. Daha sonra kendisine tekrar Hristiyan olması teklif edildi. O mübarek sahabi en ufak bir temayül bile göstermedi. Bunun üzerine Kral: “Ya Hristiyan olursun ya da seni kaynar kazanın içine atarım.” dedi. Kabul etmeyince bakırdan bir kazan getirildi, içine zeytinyağı veya su konularak kaynatıldı. Kral, Müslümanlardan bir esir getirtti. Hıristiyan olmasını teklif etti. Esir, bu teklifi kabul etmeyince kazanın içine atılmasını emretti. Müslüman esir, kazana atıldı. Abdullah (r.a.), ona bakıyordu. Etleri bir anda kemiklerinden soyulup dökülüverdi. Kral, Abdullah (r.a.)’a tekrar Hristiyan olmasını teklif etti. Kabul etmeyince, onun da kazana atılmasını emretti. Hazret-i Abdullah kazana atılacağı esnada ağlamaya başladı. Kral, fikir değiştirdiğini zannederek Abdullah (r.a.)’ı yanına getirtti ve tekrar Hristiyan olmasını teklif etti. Şiddetle reddettiğini görünce hayret ederek: “Öyleyse niçin ağladın?” diye sordu. Hazret-i Abdullah, şu muhteşem cevabı verdi: “Zannetme ki senin bana yapmak istediğinden korkarak ağladım. Ben, Allah yolunda verebileceğim bir tek canım olduğu için ağladım. Kendi kendime; ‘Sen şimdi bir tek can taşıyorsun, şu kazana atılacak, Allah yolunda bir anda ölüp gideceksin. Hâlbuki vücudumdaki kıllar adedince canım olmasını ve her biri için bunların Allah yolunda bana tekrar tekrar yapılmasını ne kadar arzu ederdim.’ dedim.” Hazret-i Abdullah’ın iman celâdet ve asaletiyle sergilediği bu müthiş tavır, kralın çok hoşuna gitti ve onu serbest bırakmak istedi: “Başımı öp de seni serbest bırakayım.” dedi. Abdullah (r.a.), bir mahzuru bulunmayan bu teklife, yine bir teklifle karşılık verdi: “Benimle birlikte bütün Müslüman esirleri de serbest bırakır mısın?” Kral: “Evet bırakırım.” deyince Abdullah (r.a.): “İşte şimdi olur.” dedi. Hazret-i Abdullah (r.a.) der ki: “Kendi kendime; ‘Hem canımı hem de Müslüman esirlerin canını kurtarmak için Allah düşmanlarından bir düşmanın başını öpmemde ne mahzur olacak ki? Öp gitsin!’ dedim.” O gün seksen Müslüman serbest bırakıldı. Hazret-i Ömer’in yanına geldiklerinde durumu ona anlattılar. Hazret-i Ömer (r.a.): “Abdullah bin Huzâfe’nin başını öpmek, her Müslümana düşen bir vazifedir! Bunu yerine getirmeye ilk önce ben başlıyorum.” dedi. Kalkıp onun yanına gitti ve başını öptü. Feraset sahibi kâmil mü’minler, imanın kazandırdığı engin görüş ufku sayesinde hâdiseleri ahiret penceresinden seyrederler. Bu vesileyle de her daim bir artı-eksi, yani fayda ve zarar hesabı içinde olurlar. Bu yüzden onların iman aşkı karşısında, dünyevî eza ve cefaların, gelip geçici çile ve ıztırapların, sözü edilecek kadar bile değeri yoktur.
Ayşe Gül PINAR
Yazar
Vefa, “sevgiyi sürdürme, sevgi, dostluk bağlılığı” anlamına gelen bir kelimedir. Vefasız ise “vefası olmayan, sevgisi çabuk geçen, hakikatsiz, bivefa” anlamlarına gelir. Vefa kelimesinin yukarıdaki an...
Yazar: Eşref BOLUKÇU
Nimetlere şükür, iki şekilde yapılır. Birincisi, bütün nimetlerin Hakk’ın lütfu olduğu idrakiyle, lafzan, yani sözlü olarak şükretmektir. İkincisi ise o nimetlerden mahrumlara ikramda bulunmaktır. Bu ...
Yazar: Sema KORKMAZ
Günün birinde, kendini yorgun ve tükenmiş hisseden bir adam, çareyi bir doktora gitmekte bulur. Kalbini sıkıştıran bir huzursuzluk, içini kemiren bir gerginlik ve her geçen gün büyüyen bir tedirginlik...
Yazar: Ayşe Gül PINAR
Güven, günümüzde en çok ihtiyaç duyduğumuz kavram. Ne yazık ki aynı zamanda, insanlar arasında en çok azalan duygu. Güven; korku ve kuşku duymadan inanma, bağlanma ve yaşama anlamına geliyor. İnsan...
Yazar: Sümeyye Büşra YILDIZ