Şefkatine Susadım Ey Sevgili
Peygamberim¸ biricik rehberim… Canımdan bir parçasın benim için. Büyüdükçe benim için ne kadar değerli olduğunu¸ her geçen gün yüreğimde kapladığın yerin daha da büyüdüğünü hissediyorum. Sen ki… İşte biz o yüzden varız. Senin ruhuna yarattı bizi Rahman. Hz. Adem senin nuruna affedildi.
Çok zor Efendim¸ sana lâyıkıyla ümmet olabilmek¸ dine karşı yapılan haksızlıklara¸ hele de sana sarfedilen hakaretlere katlanabilmek¸ sabır gösterebilmek çok zor. Sen gittin¸ canımızdan bir parçayı da yanından götürdün. Sanma ki bundan sonra dört dörtlük insan oluruz¸ sanma ki daha az hataya düşeriz. Sen yoksun ya Sevgili¸ başladığımız her iş¸ yürüdüğümüz her yol yarım kalıyor¸ tamama ermek için lütfu keremini bekliyor.
Aşıkların alâmeti özlemdir. Onlar yalnız sevgiliyi arzularlar. Ona kavuşmak arzusuyla yanıp tutuşurlar. Bu sebeple¸ yaratılmış alemdeki her şeyden¸ hatta cennetten bile yüz çevirirler. Senin aşkınla yanıp tutuşan o kadar çok ümmetin var ki Sultanım. Eğer kabul edersen onlardan bir kemter kulun da benim Efendim. Ne olur beni de kabul et dergâh-ı lûtfunda¸ kabul etmezsen ben ne ederim¸ nereye giderim?
Denilir ki aşk¸ acı ve keder ölçüsünde değer kazanırmış. En büyük dertleri yine en büyük aşklar çekermiş. Ne aşıkların var senin bir bilsen Efendim¸ uğrunda canlarını seve seve feda edebilecek. Bende o aşıklarından olmak istiyorum.
Hayatını nakış nakış işlemek istiyorum hayatıma¸ yüreğime ilmek ilmek dokumak istiyorum ahlâkını. Ne olur yüz çevirme benden. Bilirim sen yüz çevirmezsin. Sen canlı cansız her varlığın nasibini aldığı güzelsin. Peygamberlerin bile şefâat istediği¸ medet umduğu en son peygambersin.
Çoğu cahil insan “insanoğluyla kendi aklıyla pekâla da doğruyu bulabilirdi¸ peygambere ne gerek vardı” diyor. Eğer öyle olsaydı¸ insan kendi kendine yetseydi¸ insanlık bugün bu noktada olmazdı¸ bizi biz yapan ahlâki değerleri yitirmezdik.
Ey Nur-i Dilâra! Yeniden dağ hayatımıza ne olursun. Nasıl buyurduysan sahabene¸ işte böyle buyur bizlere. Sünnetinle gel yeniden. “ Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” dediğin güzel ahlâkınla gel. Nasıl nurlandırdıysan bir zamanlar Medine’ni öyle nurlandır yuvalarımızı¸ yüreklerimizi. Yetiş Sultanım¸ vicdanlarımız yarına sakat çıkmadan yeitiş.
Hani “Nefsini bilen Rabbini biler” buyuruyorsun ya¸ biz nefislerimizi bilmiyoruz Efendim¸ nefislerimizi eğitmek için gel¸ düş o eşsiz güzelliğinle¸ tıpkı bir çığ gibi düş¸ şu en hazin çöküşünü seyrettiğimiz ahlâkın ortasına. Seslen sağır kulaklara¸ öğütler ver sulanmış beyinlere¸ o gülleri bile kıskandıran kokunla kendimize döndür bizi yeniden¸ ölüleri dirilten bir nefes ol yaşadığını zannedenlere.
Sana muhtacız Efendim¸ sana en fazla muhtacız¸ ne olur bırakma bizi. Biliriz sen unutmazsın bizi. Biliriz¸ senin kefil olduğun iki cihanda da kurtulmuştur. Biliriz her iki cihanda da en aziz ümmet Muhammet ümmetidir.
Sen varsın. Sen başlı başına bir ummansın. Enginlere sığmazsın. Biz ise varlık iddiasında küstâh yoksullarız. Birde çıkmış varlıktan bahsediyoruz. Varlık kim biz kim Efendim. Biz yalnızca senin şefâatini uman kemter kullarınız.
Seni özlüyoruz Ey Allah’ın Rasûlü. Hem de özlemlerin en güzeliyle¸ hasretlerin en içlisiyle. Bekliyoruz seni Miraç’tan inişini bekler gibi¸ Hac’dan dönüşünü gözler gibi.
Sen olmasaydın aşk da olmazdı. Aşk¸ senin aşkına zuhur edildi. Muhabbet senden hasıl oldu. Arılar senin aşkınla işlediler peteğini. Karınca senin aşkınla taşıdı besinini yuvasına. Bir karınca kadar bile olamadık Sultanım¸ her yaptığımız işte senin aşkınla dolamadık. Keşke biz de senin aşkınla yanıp aşkınla tutuşsak¸ senin rengine boyansak.
Bekletme artık bizi. Sensizliğin ızdırabıyla inleyen biz acizleri. Bülbülün gülün açılmasını beklediği gibi bekliyoruz seni. Bülbül gülün açıldığını hiçbir zaman görememiş. Ne zaman gül açılmaya başlasa¸ onun gözleri de kapanmaya başlarmış. Bizi de böyle bir hüsrana uğratmamak için gel. Nurlara hasret çeken gözlerimize fer katmak için gel. Ne olursun gel artık¸ gel de bütün noksanlar tamam olsun SENİNLE…
Şeyma KOÇAK
Yazar