Kabağın Sahibi
İnsan etten ve kemikten oluşan bir varlık değildir. İnsanı 'insan' yapan ve diğer canlılardan ayıran özellikleri ve güzellikleri vardır.
Yaratılmışların en şereflisi olan insanı değerli kılan, imanı, ahlakı, merhameti ve diğer insanlara ve canlılara olan saygısıdır. Bu üstün meziyetler olmadıktan sonra hayvanlardan farkı kalır mı?
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) "İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olanıdır." buyuruyor. Demek ki hayırlı, iyi bir insan olmak istiyorsak, diğer insanların ve canlıların hak ve hukukuna saygılı olmak zorundayız. Yine buyurmuştur ki; “Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.”
Hulusi Efendi Hazretleri de Divan’ında;
Allah için herkese hürmet et de sev sevil,
Her göze diken olma, sünbülü ol gülü ol.
İncitme sen kimseyi, kimseye incinme hem,
Güler yüzlü tatlı dil, her ağızın balı ol, buyuruyor.
Buradan da anlıyoruz ki, Allah ve Rasûl’ünü hoşnut etmek, insanları hoşnut etmekten geçiyor. Çünkü gönüller Allah'ın mekânlarıdır. Gönülleri incitmemeliyiz. Aksi takdirde Allah'ın gazabı kaçınılmaz olur.
Hikâye odur ki, vaktiyle bir derviş berbere gider. Berberden sakalını kısaltmasını, saçını dibinden kazımasını ister. Berber koltuğuna oturan derviş;
“Vur usturayı berber efendi!” der.
Berber, dervişin saçlarını kazımaya başlar. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak;
“Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım!” diye kükrer.
Dervişlik bu… Sövene dilsiz, vurana elsiz olmak gerek. Ses çıkarmaz, biraz çaresiz, biraz mütevekkil usulca kalkar yerinden.
Berber, bu gariban müşterisine karşı mahcup olmakla beraber kabadayının pervasızlığından da korkmuştur. Ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa baslar. Fakat küstah kabadayı, tıraş esnasında da boş durmaz; sürekli aşağılar dervişi, alay eder.
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası, yokuştan aşağı hızla kabadayının üzerine doğru gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir, kabadayının karnına batıverir. Kaşla göz arasında babayiğit kabadayı oracığa yığılır kalır, vefat eder.
Herkes bir anda olup biten bu olayın hayret ve şaşkınlığı içindedir. Berber de şok olmuştur; bir manzaraya, bir dervişe bakar ve dervişin beddua ettiğini düşünerek gayr-i ihtiyarî sorar;
“Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?” der.
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir;
“Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helâl etmiştim. Gel gör ki, kabağın bir de sahibi var. O gücenmiş olmalı!”
Evet, sevgili arkadaşlar, 'kabağın sahibini' gücendirmemek lazım...
Gönül kırmak değil, gönüller yapmaya çalıştığımız bir ömür diliyorum. Kalın sağlıcakla...
Esra Elif ŞAHİN
Yazar
Sevgili arkadaşlar, biz insanlar yaratılış olarak kendi kendimize yetebilecek donanıma ve kabiliyete sahip değiliz. Doğal olarak her canlı diğer bir canlıya muhtaçtır.Bir çocuk, anne babasına ve ailes...
Yazar: Esra Elif ŞAHİN
İnsan hayatta kimseye ihtiyaç duymadan tek başına yaşayan bir varlık değildir. Toprağa atılan bir tohumun bir çiçeğe, bir fidana dönüşmesi için sevgiye, ilgiye ve bakıma ihtiyacı vardır. S...
Yazar: Esra Elif ŞAHİN
Sevgili arkadaşlar, okulların tatil olmasıyla hepimizde bir telaş başladı. Tatil programı yapanı mı arıyorsun, okul masraflarını çıkarmak için simit mi satayım, yoksa ayakkabı mı boyayayım, diye düşün...
Yazar: Esra Elif ŞAHİN
Eve dönüş saatleriydi. Belediye Otobüsü oldukça sıkışıktı. Otobüsteki yolculardan biri bir ihtiyardı. Elinde birkaç poşet vardı. Ayakta durmak için bile zor yer bulmuştu. Öğrenci Sinan, ihtiyarın o ha...
Yazar: Mustafa AKGÜN