Fâiz Hassasiyetini Zedeleyen Bazı İşlemler
Haramların Müslümanlar için kırmızı çizgiler olduğu bilinmektedir. Haramlar söz konusu olduğunda Müslümanın imanı¸ kimliği ve bilinci hemen devreye girer. Allah'ın haram kıldığı bir fiil karşısında Müslümanca tavır¸ "Ben Müslümanım¸ dolayısıyla bunu yapamam." şeklinde kendisini gösterir.
Haram olan bir şeyden geri durma noktasında kesin tavır gösteren Müslüman bunun kendisine sağlayacağı kârı ve getireceği zararı aklına getirmez. Sadece ve öncelikle Allah haram kıldığı için terk eder. Böylece Rabb'inin emrine uymuş¸ O'nun emrini her şeyin üstünde tutmuş ve böylece de imanının gereğini yapmış olur. Çünkü haramlar Kur'ân'da yaklaşılmaması gereken tehlikeli bölgeler (hudûdullah) olarak ifade edilmiştir. Müslüman bu yasak bölge hassasiyetini imkân dâhilinde korumak zorundadır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) de haramları Allah'ın koruları¸ yani yararlanılmaması gereken korunmuş ve engelli alanları olarak ifade etmiştir. Zaten Müslümana kimlik kazandıran en önemli şey Allah'ın sınırlarını ayakta tutmak ve onları ihlal etmemektir. Bunların yapılması zorunlu olanlarına "farz"¸ kesinlikle yapılmaması gerekenleri ise "haram"dır. Başka bir ifade ile söylersek¸ bir Müslüman imanla İslâm dairesine girdikten sonra farzları yaptığı ve haramlardan kaçındığı kadar Müslümandır. Çünkü bir hadiste ifade edildiği üzere¸ cennetin üzeri farzlarla¸ cehennemin üzeri ise haramlarla kaplıdır. Kişi farzı yaptıkça bir örtü kalkar ve cennete daha yaklaşır. Haramı işleyen ise cehennemin üzerinden bir örtü daha kaldırarak cehenneme yakın olur.
Tarih boyu Müslümanlar haramlar konusunda sınav vermişlerdir. Haramlara düşmemek için de büyük hassasiyet göstermişlerdir. Bunu bilen ve Müslümanca bir dünyadan rahatsız olan insanlık ve İslâm karşıtları boş durmamışlardır. Dünyayı Müslüman damgası taşımayacak bir zemine çekmenin planlarını yapmışlardır. Müslümanlığın getirdiği hakkâniyet¸ kanâat¸ adalet¸ helâl kazanç ve barış bunların işine gelmemiştir. Müslümanları zayıf noktalarından yakalamanın yolları aranmıştır.
Kadın erkek ilişkilerindeki hassasiyetler sulandırılmaya çalışılmış ve bunda maalesef önemli ölçüde başarı da sağlanmıştır. Yeme içme konusuna el atılmış¸ burada bazı hassasiyetler örselenmişse de mesel⸠domuz eti konusunda Müslümanları mağlup edememişlerdir. Son yıllarda gıdalar üzerinde oynanan oyunlarla da bu denenmektedir. Bir taraftan da Müslümanların fâize karşı bilinen hassasiyetlerini kırmak için bin bir plan yapılmış ve yapılmaktadır.
Son yıllarda maalesef¸ Müslümanların alternatif geliştirememeleri sebebiyle bu alanda da önemli aşamalar kaydedilmiştir. Artık çeşitli bahânelerle fâize bulaşmayan¸ kredi kartı kullanmayan¸ kredi almayan Müslüman sayısı hızla azalmaktadır. Bu durum bazı din bilginlerinin veya din adına söz söylemeye kendini yetkili görenler için de söz konusudur. Bunlar da Kur'ân'da haram kılınan fâizin banka fâizi olmadığından başlayarak hemen her türlü fâize cevaz vermenin yollarını aramaya başlamışlardır. Burada zarûret ve ihtiyaç kavramları haddinden fazla sulandırılmış gözükmektedir. Aşağıda bu konuda verilen ve Diyanet İşleri Başkanlığı dâhil İslâm hukukçularının geneli tarafından benimsenen bazı fetvâları bu gözle önce okuyup sonra değerlendirelim:
Fâiz-Enflasyon İlişkisi
İslâm malın değerinin korumasını esas almış¸ karşılıklı zararı yasaklamıştır. Bu sebeple enflasyonist ortamlarda yapılan ticarî muamelelerle enflasyonun bulunmadığı yer ve devirlerdeki ticarî ilişkileri ayrı ayrı değerlendirmek gerekecektir. Buna göre verilen ödünçlerde ve satılan mallarda para değerinin korunması esas olup bu değeri koruyacak kadar fazlalıklar fâiz değildir diye görüş belirtenler vardır. Takva ehli yine de hassas davranır.
Krediler
İslâm¸ kredinin fâizsiz ve ortaklık yoluyla temin edilmesinden yanadır. Bunun hem üretici hem de tüketici açısından daha makul olduğu düşünülmektedir. Ancak bazen bu mümkün olmayabilir. Bunun için ciddî zarûretler olmadıkça yüksek fâizli krediler önerilmediği gibi¸ bu yollarla elde edilen kazanca iyi gözle bakılmaz. Ancak devlet tarafından üretimi artırma¸ yeni istihdam alanları oluşturma amacıyla alınan düşük fâizli teşviklerin caiz olduğunu günümüz İslâm hukukçularının önemli bir bölümü kabul etmektedir. Yine takva ehlinin hassasiyetine saygımız sonsuzdur.
Çek ve Bono
Günümüz ticarî hayatında çok yaygın olarak kullanılan çek ve bonolar¸ ticarî işlemlere pratiklik kazandırma¸ alacağın belgelenmesi¸ alacağın temlîki ve borcun nakli gibi amaçlarla yapılmaktır. Bu uygulama borçların yazıyla tesbîtini öneren Kur'ân âyetinin1 özüne uygundur. Çek uygulamasında önemli olan husus çeklerin zamanında ödenmesi¸ tarafların araya borçlu olmayan birini¸ meselâ bankayı sokarak çek kırdırma gibi fâizli işlemlere bulaşmamasıdır. Ancak borçlu taraf alacaklısına müracaat ederek vadesinden önce ödeme yapması hâlinde ondan indirim talep edebilir.
Kredi Kartları
Günümüzde sosyal hayatın hemen hemen ayrılmaz bir parçası hâline gelen ve giderek de yaygınlaşan kredi kartlarının tek kelime ile meşru olduğunu söylemek mümkün değildir. Kredi kartlarının çeşitleri¸ uluslararası bağlantıları¸ veren müesseselerin durumları ve kullananların içinde bulundukları durumlar dikkate alındığında şunlar söylenebilir: Kredi kartları fâizsiz ve sadece mal ve hizmet alanlarında kullanılırsa ve kullanıcı için bu bir zarûretse kullanılabilir. Ancak bankadan olmayan parasına karşılık para çekip bunu da ödeyemeyerek ya da ödemeyerek fâizlendirmeye sebebiyet veren kredi kartlarının kullanılmasının caiz olduğunu söylersek günümüzde bu kartlar dolayısıyla yaşanan olumsuzlukları göz ardı etmiş oluruz.
Borsa
Müslümanların dünya görüşüne ve iktisâdî yapısına yabancı sistemlerce geliştirilen ve sonradan İslâm ülkelerine giren borsanın dinî hükmü konusunda İslâm hukukçularının farklı değerlendirmeleri vardır. Taşıdığı belirsizlik ve spekülasyonlar sebebiyle tarafların aldanmasına sebep olmasını dikkate alan bazı İslâm hukukçuları borsayı caiz görmemektedir. Ancak genel görüş¸ İslâm'a uygun iş alanlarında ve İslâm'ın helâl-haram kurallara uygun olarak çalışan hisse senetlerinin alınıp satılmasının caiz olacağı yönündedir.
Günümüz Müslümanlarını daha fazla sıkıntıya sokmamak için kendimizi bu fetvâları vermek zorunda hissediyoruz. Fakat burada dikkat etmemiz gereken ve özellikle bizim dikkat çekmek istediğimiz husus şudur: Müslümanlar olarak aslî hükümler olarak¸ azîmetlerle değil de ruhsatlarla hareket etmek durumuna düşmüşüz.
Ruhsatla kim hareket eder? Normal olmayan ve normal durumda bulunmayanlar. Meselâ sağlığı yerinde olan bir Müslüman oturarak namaz kılamaz¸ oruç yerine fidye veremez¸ yıkaması gereken bir uzvunu mesh edemez. Fakat hasta ve mazeretli olursa bunları yapabilir. Bu zarûret fetvâlarıyla hareket edecek duruma gelmişsek artık normal bir bünyeden ve dengeli bir hayattan bahsedemeyiz.
İşin acı tarafı şu: Bir Müslüman mâzeret ve ruhsatlarla ne kadar yoluna devem edebilir? İş ruhsatlara ve zarûretlere kaldıysa bunun sonu ölümdür. Biz ayakta kalsak da değerlerimiz ve hassasiyetlerimiz ölmeye devam ediyor. Dünya kapitalistlerinin istediği de zaten budur. O zaman fâiz konusunda zarûret olarak değerlendirdiğimiz durumları bir kez daha gözden geçirelim. Çünkü Müslümanların hayatlarını devamlı ruhsatlarla devam ettirmeleri câiz değildir.
Asıl olan geçici olarak bunlardan yararlanıp alternatifler geliştirmenin peşine düşmektir. İslâm âlimlerinin de kapitalizmin ürettiği her işleme "Haramdır bulaşmayın." demeleri aslâ yeterli değildir. Onların da alternatif yollar önermeleri üzerlerine vazifedir.
Dipnot
1. 2/Bakara¸ 282
Abdullah KAHRAMAN
Yazarİnsanı emir ve yasaklarının muhâtabı kılan Allah onu iyiye ve kötüye meyilli olarak yaratmıştır. Dünyanın imtihan yeri, insanın da imtihana giren varlık olması bunu gerektirir. Dünya, yer altı ve yer ...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
Fâiz, karşısındakini bir şekilde sömürmek için verilen borç için önceden şart koşulan fazlalıktır. Borç alan batsa da çıksa da, kazansa da kaybetse de borç veren fâizini baştan kararlaştırdığı oranda ...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
Bugün Müslümanlar olarak en temel sıkıntımız Allah'ın bizim için belirlediği sınırları aşmamız ve kırmızıçizgileri hiçe saymamızdır. Halbuki Yüce Kitabımız bu konuda bizi defalarca uyarmaktadır. Ku...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
Muharrem Efendi, X/XVI. yüzyılda yaşamış saygın Osmanlı âlimlerinden birisidir. Asıl adı, Muharrem b. Ebi’l-Berakât Muhammed b. ‘Ârif b. Hasan’dır. 910/1504 tarihinde Zile’de doğmuştur. Bu sebeple dah...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN