Kalbimin Odacıkları
Küçükken kalbinin paklığı, gönlünün aydınlığı yüzüne, saçına, sakalına, eline bulaşmış bir dedem vardı: “Halil Dede”. Öz dedem değildi. Köyümüzdeki tüm çocukların dedesiydi. Halil Dede değil de “Şekerci Dede” demeyi tercih ederdik. Çünkü nerede bizleri görse hemen yanına çağırır, incitmeden, kuşun kanadını sever gibi, saçlarımızı okşardı. Sonra şalvarının iç cebinden şeker çıkarıp tatlı bir gülümsemeyle bize uzatırdı. Öyle afili şekerlerden değil. Bildiğimiz küp şekerlerden. Küp şeker amma ne şeker... Hiçbir şekerde olmayan tat onda. Zararı bırak; şifa onda, fayda onda. İleride anlayacağım ki duayı öğreten metaforun hası onda.
Kalpten hissederek, gönlümüzü eğleyerek verdiği için mi, sessiz sessiz duaları şekerin üzerine okuyup üflediği için mi bu kadar lezzetliydi bu şekerler, bilemezdim. Ama çocuk aklımla anlar, çocuk ruhumla hissederdim. Daha yediğim anda içimde değişik bir rahatlama, kalbimde bir pamuk tarlası oluşurdu. Sanki gizli bir el o tarladan bir pamuk koparıp kalbimin odacıklarını siliyor, süpürüyor, pirüpak ediyordu. Sanki kalbimin latif duygularını canlandırıyor, ilim için, maneviyat için, iyi bir insan, iyi bir kul olmak için hazırlıyordu.
Sonraları anneciğime sordum. Anne, dedim. Halil Dede’min şekerlerindeki sır ne? Neden böyle pamuk gibi oluyor yüreğim, yer yemez?
“Duadandır kızım.” dedi. “Gör, ilmiyle sizler için ne dualar gönderiyor o şekere. Direkt okuyup üfleyebilirdi de. Ama sizin kalbinize dokunmak için bir şekerle yapıyor bunu.”
“Sübhaneke mi okuyor acaba?”
“Ah, güzel kızım. Evet, sübhaneke bir dua. Ama dua sadece onunla sınırlı değil. Daha geniş düşün. Kalbinden geçirdiğin en ufak istek bile bir duadır. Dua, göklerin bile anahtarıdır kızım.”
Göklerde ne vardı, hep merak ederdim. Ayı, güneşi, uzayı, gezegenleri… Acaba onların kapısını nasıl açıyordu dua? Güneşin kapısı da güneş kadar büyük müydü? Daha 8 yaşındaydım. Soyut kavramları anlamlandıramadığımı nereden bilecektim. Çocuk aklımla çocukça, masumca güler, anlamış gibi yapardım. Hayatta her şeyin anlamayla bağlantılı olmadığını daha o zamanlarda öğreniyordum. Anlamıyordum ama derin bir rahatlama, derin bir mutluluk hissediyordum duyduklarım karşısında.
Yine anneciğimin sözleri geliyor aklıma, uzağı aklıma yakınlaştırmak için şunları söylediğini anımsıyorum:
“Dua, Allah’la arandaki bir telefon telidir kızım. İstersen tüm dualarını anında Rabb’imize ulaştırabilirsin. O seni hemen duyar.”
“Gece olsa bile mi anne?”
“Gece olsa bile kızım... Hatta her zaman. Çünkü O uyumaz, yorulmaz, acıkmaz. O hep seni görür.”
Yine anlamlandıramadığım ama duyduklarımla çok rahatladığım cümleler gelmişti annemden. Allah’la aramda bir telefon teli vardı. Her istediğimde arayabileceğim, faturanın kabarık gelmeyeceği bir telefon. Ve bu dua telefonu sayesinde müthiş bir bağ oluşuyordu aramızda. Onun işi yoktu; her zaman, her an beni dinliyordu. Bazen duama cevap gelmiyor gibi hissediyor, alınıyordum. Bazen dua ediyor, daha başka türlü kabul edildiğini görüyordum. Bazense daha elimi yüzüme sürer sürmez duam kabul oluyordu. Bu sırrı çözemiyordum. Tevekkül ediyordum sadece.
Yıllarca duanın gücüne inanarak, onu hissederek büyüdüm. Şimdi anne oldum. Yavrularımın üstüne üfleyen nefes oldum. Artlarından ağzım bıt bıt oynayıp onlarla birlikte ümmetin tüm yavrularına dua ederken buldum kendimi. Öğretmen oldum sonra, derse girmeden önce öğrencilerimin aklî ve ruhî melekelerinin açık olması için dualar ettim. Gece teheccütlerinde onların isimlerini listeleyip arza gönderirken hafifleyen yürek oldum. Komşu oldum sonraları, eş oldum. Kendim için istediklerimi onlar için de istemeye çalıştım. Nefsimle cebelleştim. Kazanan kim oldu bilmem amma, onları Rabb’imin emaneti bildim.
Eşimi cennetimin anahtarı olarak gördüm. Ağlayan yetime şefkatle şeker veren el olmak istedim. Mazlumun ahının arşı titrettiğini öğrendiğimden beri, duam altındaki din kardeşlerimin derin çığlıklarını yüreğimdeki çağlayanlarla birleştirip gözyaşı olarak akıtan olmak istedim. Bildim, kaç füzeye denk olduğunu bir mazlumun duasının. Duanın gücüne inandım. En içten şekilde inandım. Allah’la aramdaki telefon teli de değilmiş dua. Direkt Allah’la olmakmış. Vasıtasız iletişime geçmekmiş. İbadetlerin özüymüş meğer. O olmasa ehemmiyeti olmayan kullarmışız da haberim yokmuş. Dua iyileştirici bir iksir, bir yalnızlık terapisi, bir sırlı kalkanmış. Dua; şefkati hissettiğin bir el, bir inanç, bir duruşmuş. Zamansız ve mekânsız bir ibadetmiş.
Duaya inan ey kalbim! Gücüne inan. Şeksiz şüphesiz... Amasız acabasız inan. İnan ki kul olasın. Kalbinin odacıkları ihya edilmiş, sakinlemiş, tevekkülle süslenmiş bir kul.
Esra GÖKTEPE
YazarHer şehrin insan hayatında farklı bir hikâyesi, hissettirdiği farklı duygular var. Örneğin Sivas, çocukluğuma dair dört beş kareyi anlatan ilk çocukluğumdur. Bu karelerden birinde, babam öğle yemeğine...
Yazar: Raziye SAĞLAM
“Aranızda merhamet ve sevgi vermesi de O’nun âyetlerindendir. Düşünen bir topluluk için bunda ibretler vardır.” (30/Rum, 21)En güzel yanımız sevgimiz. İçimizde çiçekler, güneşler açtırır sevgimiz. Yaş...
Yazar: Esra GÖKTEPE
Yaratıcı’mla olan bağımın kopmaması için sağlam bir imana sahip olmam gerektiğinin farkındaydım. Bu bütün hayatımı kolaylaştıracak bir iksirdi aslında. Üzüldüğümde, yıkıldığımda dayanağım olacak bir İ...
Yazar: Esra GÖKTEPE
Gelen her günü, diğer günler gibi yaşayacağımızı sanıyoruz. Ama olmuyor. O gün belki de ebediyete davet bekliyor bizi. Hepimizin göz göre göre aldandığı bir gerçek bu. Ölümün bize verdiği en büyük der...
Yazar: Esra GÖKTEPE