Yeme İçmede Ölçü
Allah kâinattaki her şeyi bir ölçü ile yaratmıştır.[1] İnsan da sağlıklı bir şekilde hayatını devam ettirmek için yeme ve içme konusunda ölçülü davranmalıdır. Meşru yoldan elde edilen temiz ve faydalı şeyleri helal kılan İslâm yeme-içmede ölçü ve itidali belirlerler.[2] Yeme içmenin miktarını belirleme konusunda maslahat kavramı dikkate alınabilir. Maslahatlar zarurî, hacî ve tahsinî diye üç kısımda incelenebilir. Din ve dünya işlerinin ayakta durması kendilerine bağlı bulunan zarurî maslahatların yokluğunda dünyada kargaşa doğar, hayat son bulur.[3] Kişi helal olması şartıyla yiyecek, içecek, giyecek gibi şeylerin iyi ve kaliteli olanlarını kullanır.[4] Zarurî yararlardan birisi canı korumaktır. Canı korumanın en önemli yollarından birisi, bulaşıcı hastalıklara direnç sağlamakta olduğu gibi, hastalık ortaya çıkmadan önce bedeni korumaktır.[5] İnsanın, zarurî maslahatları için ihtimam göstermesi tabiatında olduğu için hukuk normlarında bunlara pek az değinilmiştir.[6] Öyleyse naslarda yeme-içmenin gerekliliği, miktarı vb. konularda fazla bilgi olmamasının sebebi bunların zarurî ihtiyaçlar olmasıdır.[7] Gerekli olan, karşılanmadığı zaman zorluk ve sıkıntı doğuracak olan hacî maslahatlar[8] insana kolaylık sağlar. Bulunmadığı zaman sıkıntı ve güçlüklere sebep olur.[9] Güzel olanı tercih etmek, insanın değerini yüceltme kabilinden ve sanat duygularını tatmine yönelik olan tahsinî maslahatlar[10] kötülüğe giden yolları kapatmak türünden maslahatlardır.[11] Kişinin hayatını koruması için ölmeyecek kadar bir miktarda yemesi ve içmesi zarurî maslahattır. Ekmek ve su dışında diğer şeyleri yemesi hacî maslahattır. Yemeklerden sonra meyve ve tatlı yemek tahsinî maslahattır.[12] İslâm dini, dengeli beslenme ve bilinçli tüketimi emretmiştir. İhtiyaç fazlası tüketim (israf) ve buna karşılık ihtiyaç anında harcamaktan kaçınma (tebzir), haram kılınmıştır.[13] Bir başka ifadeyle israf etmeden ve kibre düşmeden yeme, içme, giyme ve infak teşvik edilmiştir.[14] Yeme-içmede miktarın belirlenmesi hakkında bazı neticelere ulaşmak için klasik fıkıh kitaplarından ulaşabildiğimiz bazı müelliflerin tesbitlerine yer vermek istiyoruz. Konuyu farz, haram, farz ve mubah başlıkları altında incelemeyi uygun gördük. Farz Bazı Hanefi fakihlerinin ifadesine göre, insanın ibadetlerini yapacak ve vücudunu ayakta tutacak kadar yemesi-içmesi farzdır. Hatta bu miktarda yeme-içmesinden dolayı insan sevap alır. Çünkü ibadete güç yetirmek için bir şeyle iştigal de ibadettir.[15] Konuyla ilgili bir ayet şöyledir: “Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin helâl olanlarından yiyin. Bu konuda aşırı da gitmeyin, yoksa üzerinize gazabım iner. Gazabım da kimin üzerine inerse, o muhakkak helâk olmuş demektir.”[16] Tayyibat, “helal” şeklinde, “tuğyan” ise Allah’ın hudutlarını aşmak, Allah’a karşı küfran-ı nimette bulunmak, masiyete harcama yapmak, birbirine zulüm şeklinde izah edilmiştir.[17] Helal rızık konusunda hadd, meşru ölçülere uygun yeme-içme şeklinde izah edilebilir. Buna karşılık haddi aşmak; Allah’ın verdiği nimetleri hafife almak ve onları sarf etmekten kaçınmak veya ahiret hayatından yüz çevirerek mal ve mülkün esiri olmak şeklinde anlaşılabilir.[18] Yeme içmenin sınırını belirlememize yardımcı olacak bir diğer kavram zaruret halidir. Zaruret halinde yeme-içme miktarıyla alakalı hükümler şu ayetten istidlal edilmiştir: “Allah, size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur olur da, istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Şüphesiz, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[19] Ayette geçen “bağy” ve “add” kelimeleri zaruret halinde yeme-içme ölçülerini de vermektedir. Zaruret, açlık; bağy, lezzet ve şehvet, ihtiyacından fazlasını istemek, ölçülü olmamak,[20] zulüm, fesat ve sınırı aşmak anlamlarına gelir.[21] Buna göre zaruret halindeki kimse diğer bir muztarın elinde, ancak ona yetecek kadar bulunan yiyecek-içeceği gasb ederek (bağy) ölümüne sebebiyet vermemelidir. Ya da sağ kalmak için iktiza eden zaruret miktardan fazla yiyip- içmemelidir (add).[22] Bir başka tefsire göre bağy, kendi durumunda olan muztardan almaktır. Add ise, zaruret miktarını aşmaktır.[23] Bu izahların yenilmesi haram olan şeylerin miktarıyla alakalı olduğu dikkate alınmalıdır. Zaruret halinde açlık ve susuzluğu giderecek, helal bir nesne bulunmaz.[24] Zaruret hali, bir kimsenin yasak şeyi almadığında ya helak olması, ya da helake yakın bir duruma gelmesidir.[25] Zaruret hali için zararın olacağına zann-ı galip kâfidir.[26] Bu halde diğer prensipleri çiğnemeden, zaruret miktarını aşmadan ölü eti, domuz eti, kan veya başkasının hakkı da dâhil yemek içmek geçici olarak helaldir.[27] Zaruretin kalkmasında “açlığı gidermek” bir ölçüdür. Açlığın başlangıcında yemeyi terk etmek suretiyle zarar göreceğinden korkmazsa ölü eti yemek mübah olmaz. Kişi ölmüş bir hayvanın etini yemekten imtina eder ve ölürse, suç işlemiş olur. Doyma miktarından fazla yemek bağy olur.[28] Bu durumda muztar kişinin ayakta duracak bir miktarda yeme içmesi mübah olmaktadır. Mübahın ölçüsü zaruret derecesidir. Burada haram olan bir şey zaruret miktarınca helal kılınmış olmaktadır.[29] Bu miktar yeme-içme farz olduğu için imkânı ve çalışma gücü yoksa varlıklı birisinden yiyecek ve içecek talep etmesi gerekir. Çalışma veya talep etmeyi terk ettiği hal üzere ölürse günahkâr olur.[30] İnsanın sağlığını sürdürmesi için gereken yeme-içmedeki asgari miktar ayakta duracak ve ibadetlerine devam edebilmeye güç yetireceği kadardır. [1] Bkz. 54/Kamer, 49, 13/Ra’d, 8. [2] 2/Bakara, 168. Karaman, Günlük Hayatımızda Helaller ve Haramlar, s. 31. [3] İbrahim b. MusaŞatıbî (ö. 790/1388), el-Muvâfakât fi usûli’ş-şerîa, Daru’l-marife, Beyrut, 2010, II, 324. [4] Şatıbî, II, 326. [5] M. Tahir Aşur, İslâm Hukuk Felsefesi, (Ter., Mehmet Erdoğan ve Vecdi Akyüz), Rağbet Yayınları, İstanbul 2006, s. 140-141. Bu cümleye mütercim şu açıklamayı düşmüştür: “Devletin vatandaşın beslenmesini ve sağlığının korunmasını sağlaması da bu çerçevede düşünülmelidir.” [6] Aşur, c. 143. [7] Aşur, c. 75. [8] Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 128. [9] Şatıbî, II, 327. [10] Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 430. [11] Aşur, s. 144. [12] Ali Pekcan, İslâm Hukukunda Gaye Problemleri, Rağbet Yay., İstanbul 2003, s. 228. [13] Bardakoğlu, Haramlar ve Helaller, ll, 33. [14] Buhari, “Buyu”, 5; İbn Mace, “Ticaret”, 39. [15] Muhammed b. Ahmed b. Ebî SehlSerahsî (ö. 490/1097), el-Mebsût, Beyrut: Daru’l-marife, 1989, XXX, 279; Mevsilî, IV, 431; Yazır, Kuran Dili, I, 589-590. [16] 20/Taha, 81. [17] Nesefî, Medariku’t-tenzil ve Hakaiku’t-te’vil, III, 1016; Kasımî, Muhammed Cemaluddin, Mehasinu’t-te’vil, Daru ihya-i’l- kütüb, Kahire, bty., XI, 4198. [18] Abdullah b. Ömer Beyzavî (ö. 685/1286), Envaru’t-tenzil, Beyrut: Daru’l-kütübü’lilmiyye, 1988I, s. 64; Nesefî, III, 56; Ebu Suud, VI, 33; Yazır, Kur’an Dili, III, 1799. [19] 2/Bakara, 173. [20] İbn Manzur, XIV, 78. [21] İbn Manzur, advmd., XV, 33. [22] Nesefî, I, 126;Yazır, Kur’an Dili, I, 591; III, 1570; Zuhayli, Ahkamu’l- Mevad, s. 11. [23] Ebu Suud, III, 195. [24] Karaman, Günlük Hayatımızda Helaller ve Haramlar, s. 37. [25] İbn Nuceym, el-Eşbah ve’n-Nezair, s. 94. [26] Vehbe Zuhayli, Ahkamu’l- mevaddu’n-Necisetive’l-muharremeti, Dımeşk: Daru’l-mekteb, 1997, s. 11; Baktır, Mustafa, “Zaruret”, İslâm’da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, IV, 514, Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 491. [27] 2/Bakara, 173; 5/Maide, 3; 6/En’am, 145; 16/Nahl, 115. Ahmed b. Muhammed Cessas (ö. 370/981), Ahkâmü’l-Kur’ân, Beyrut: Daru İhya-i’t-turasi’l-arabi, 1992, I-159; Uludağ, s. 124. [28] Cessas, Ahkamu’l- Kur’an, I, 156-161. [29] Nesefî, I, 126. [30] İbrahim b. Muhammed Halebî (ö. 956/1549), Mülteka’l-ebhur, Beyrut: Müessesetü’rrisale, 1989, II, 229-230.
Halis DEMİR
YazarMuhterem Cemâat-i Müslimîn! Allah’a şükürler olsun bu sene de Ramazan-ı Şerîf’e erişmiş bulunuyoruz. Bu akşamdan i’tibâren gecelerimizi nurlandırmağa başlamış bulunan bu mübarek ay; kalplerimize huzu...
Yazar: Es-Seyyid Osman Hulusi Ateş Efendi
Efendim! Bir sefer vakti yola düştünüz. Zalim insanlar sığdırmadılar sizi vatanınıza. Taşladılar, azarladılar, kınadılar, kırdılar, incittiler. Siz yılmadınız, durmadınız, susmadınız, küsmediniz. Bir ...
Yazar: Halis DEMİR
Şehit, ölüp yok olan değil; hayatı devam eden ölümsüzleşen kimsedir. Onun içindir ki şehit diridir, ölmez, onlara “ölü” denmeyeceği ayet-i kerimede belirtilmiştir: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ö...
Yazar: Musa TEKTAŞ
4. Hadis: “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden emin oldukları kimsedir. Mü’min, insanların kanları ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kişidir. Mücâhid, Allah’a ibâdet etm...
Yazar: Enbiya YILDIRIM