Yaşlısını Görmezden Gelen Toplum
Batı kültürünün her şeyimizi savuran etkisi ve yaşamın bireyselleşmeye doğru hızla kaymasıyla birlikte, bizleri birbirimize bağlayan ve toplum yapan değerlerin önce örselendiğini, sonra aşındığını, en sonunda da kaybolduğunu görüyoruz. Çözülme o kadar hızlı olmaktadır ki, fazla değil sadece beş yıl öncesine göre, kaybettiğimiz pek çok şeyi tek tek sayabiliriz.
Kendi kendinize bir sorun, beş yıl önceki toplumla şu anki toplum aynı mı diye? Ne kadar değişmiş ve ne kadar kendisini kaybetmiş değil mi? Peki yüz yıl öncesiyle şu anki toplum arasındaki ortak değerler ne kadardır acaba? Böyle devam ettiği takdirde sonumuzun ne olacağını tahmin etmek hiç de zor değildir.
Gençlerle Yaşlılar Arasındaki Zayıflayan Bağ
Bahsettiğimiz çözülmeyi en açık şekilde görebileceğimiz yerlerden birisi de, gençlerle yaşlılar arasında iyice zayıflamış olan sevgi ve saygı bağıdır. Artık gençlerin yaşlılara hürmet ettiğini ve köklerimizden gelen bu değeri muhâfaza ettiğini söylememiz neredeyse imkânsızdır.
Toplu taşıma araçlarında elinde bastonuyla ayakta zorla durmaya çalışan, diğer tarafta hiçbir şey yokmuş gibi arkadaşlarıyla kahkaha atmaya devam ederek başlarında veya az ileride dikilmekte olan yaşlı insanı görmezlikten gelen veya kaçamak bakışlarla dışarıyı seyreden gençler…
Yaşlılıklarında bir başlarına evlerine terk edilen ve üst başlarına bakamayıp temel ihtiyaçlarını karşılayamadıklarından sefil duruma düşenler… Vefât ettikleri, günler sonra dışarı vuran kokuyla anlaşılanlar... Bakımevlerine bırakılarak yakınlarınca hâlleri hatırları sorulmayanlar, ihmâl edilenler, moral verilmeyenler…
Bir yere yerleştirilemediklerinden, mecbûren bakıldıklarından dolayı horlananlar, hakârete uğrayanlar… Hayata bağlanmalarını sağlayan gönül çeşmelerine sevgi adına bir şey akıtılmayanlar… Saçları tamamen ağarmış ve himâyeye muhtaç hâle gelmiş böylesi insanlar etrafımızda ne kadar da çoğalmıştır değil mi?
Soğuk kış aylarında apartman girişlerinde, bankamatik gişelerinde, izbe yerlerde bir çaputa sarılıp kıvrılmış hâlde hayata tutunmaya çalışanlar ise işin en vahim boyutudur. Ve bu insanların büyük çoğunluğunun bir ailesinin, onu taşınmaz bir yük gibi görerek başlarından atan çoluk çocuğunun olduğu bir gerçek.
Sorumluluk Omuzlarımızda
Böyle bir görüntünün ortaya çıkmasında toplum olarak başta basın olmak üzere her müessese ve ferdin sorumluluğu elbette vardır ancak ebeveynler olarak bizlere büyük bir mes’ûliyet düşmektedir. Büyüklere karşı küçüklerin nasıl davranması gerektiğinin öğrenileceği en iyi yer aile ortamıdır.
Anne baba bunu hem anlatarak, hem de yaşamlarında göstererek çocuklarına örnek olabilirler. Ebeveynin gerek kendileriyle birlikte kalan, gerekse zaman zaman bir araya geldikleri anne babalarına gösterecekleri saygı, sevgi ve hizmetlerine koşma, çocukların büyüklere karşı bakışını şekillendirecek, yaşlandıklarında anne babalarına nasıl davranmaları gerektiğini öğretecektir.
Belki de bu yolla, yukarıda bahsettiğimiz olumsuz tablolar azalacaktır. Bu yapılmadığı takdirde, anne babasının büyüklere saygı göstermediğini gören, bunun dinî bir görev olduğunu öğrenmeyen, âhiret düşüncesi olmayan, tamamen “bana ne”ci olarak yetişen bir çocuk, yaşlandıklarında anne babasına veya bir başka yaşlıya nasıl saygı göstersin ki?
İnsan Kendi Geleceğini Kendisi Hazırlar
Büyüklerimize saygı gösterip dışlamamak, hizmetlerini görmek, esasında bir vefâ borcudur. Anne babamızın bizleri yetiştirmek için bebeklikten itibaren göstermiş oldukları çabayı, hastalandığımızda bizimle birlikte hastalanmalarını, küçük bedenlerimizi yedirip giydirmek için ellerinden gelen çabayı sarf etmelerini, sırf bizleri mutlu etmek için yaşamalarını göz önüne getirdiğimizde, yaşlandıklarında aynı ilgi ve şefkati fazlasıyla hak ettiklerini söyleyebiliriz.
Ancak onlara gerekli hürmeti göstermediğimizde, aynı âkıbetin bizleri beklediğini söylemek kehânet olmaz. Çünkü çocuklarımız yaşlıyı sevme ve ona hürmet etme duygusunu tatmazlar da, bizlerin ebeveynimize olumsuz davranışlarımızı, kötü konuşmalarımızı görürlerse, ileriki dönemde onlar da bizlere aynı muâmeleyi yapacaklardır.
Sokaklarda tek başına yaşayan, bakımevlerine terk edilerek hâli hatırı hiç sorulmayan, evlerinde aç susuz bir hâlde bakımsız yaşayan yaşlı insanların önemli bir kısmının çektiği sıkıntılarda böylesi bir arka planın olduğu inkâr edilemez.
Kur’an Ne Diyor?
Yaşlılarımıza gerekli ilgiyi göstermek bir kulluk borcudur. Nitekim Allâhu Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de anne babanın râzı edilmesi üzerinde önemle durur. Yaşlısıyla genciyle barışık ve insanların birbirini sevdiği bir toplum oluşması için, anne babaya hürmet gösterilmesini kendisine kulluk edilmesiyle beraber zikreder ve şöyle buyurur:
“Allah’a kulluk edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne babaya da iyilik edin.”[1] Dikkat edilirse Allâhu Teâlâ bu âyette kendisine ibâdet edilmesiyle anne babaya hizmet edilmesini, gönüllerinin hoş tutulmasını beraber zikretmektedir. Bu, anne babaya hürmete Allah’ın ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Allah’a kullukla ebeveyne hizmet âdetâ eşit görülmektedir.
Başka bir âyette de aynı şeyi görmekteyiz. Bizleri yaratan bu âyette şöyle buyurmaktadır: “Rabb’in yalnız kendisine kulluk etmenizi, anne babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretmektedir. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine ‘of’ bile deme; onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle. Onları kollayarak alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve ‘Rabb’im! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) merhamet et.’ diyerek duâ et.”[2]
Burada da anne babaya iyilikle muâmele edilmesi Allah’a kullukla beraber zikredilmektedir. Âdetâ Allah’a kulluk edildiği gibi ebeveyne de kulluk edilmesi, hizmetlerinde kusur edilmemesi istenmektedir. Hatta ihtiyarlamaları sebebiyle birtakım ihtiyaçlarını görememeleri, bazı şeylere tahammül edememeleri, yaşları ilerledikçe daha kırıcı olmaları karşısında bile hizmette kusur etmememizi istemekte, ‘of’ demeyi bile yasaklamaktadır. Bu muhteşem ahlâk tavsiyesi hem yüce dinimizin büyüklüğünü göstermekte, hem de başta aile olmak üzere toplum saâdetinin temellerinin nerede yattığını öğretmektedir.
Allah Rasûlü’nün Yüreği
Küçük yaşta önce babasını sonra da annesini kaybeden Hz. Peygamber (s.a.v.)in kalbi hep mahzûn olmuştur. Onlarsız bir yaşam geçirmenin burukluğunu her zaman hissetmiştir. Anne babasız geçen çocukluk dönemi bir açıdan onun hüzün dönemidir. Anne babanın değerini onlarsız bir hayat geçiren bir insan olarak çok iyi anlayan Allah’ın kutlu elçisi, etrafındakilerden anne babalarının kıymetlerini bilmelerini, onlara saygıda kusur etmemelerini istemiştir.
Bir hadislerinde, “Büyüğümüze saygı göstermeyen, küçüğümüze şefkat göstermeyen benim ümmetimden değildir.” buyurarak kuşaklar arası saygı ve sevginin ne kadar önemli olduğuna, bu bağın sağlam bir şekilde varlığını sürdürebilmesi için saygı ve şefkatin şart olduğuna dikkat çekmişlerdir.
Süt annesi Hz. Halîme yanına geldiğinde yerinden kalkarak hırkasını çıkarıp onun oturacağı yere sermiş ve böylece hürmet ve saygının nasıl olması gerektiğini göstermiştir. Ayrıca her fırsatta onun ihtiyaçlarını gidermeye çalışmış, kendisine ihtiyacını arz eden veya durumlarından haberdâr olduğu diğer yaşlı kimselerin de yardımına koşmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.v.) yaşlı insanların sadece ihtiyaçlarını gidermekle kalmamış onlara latîfeler de yapmıştır. Böylece hem şakalaşmış hem de gönüllerini almış olurdu. Bir defasında yaşlı bir adam Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelerek kendisine bir deve verilmesini ve ona bindirilmesini ister. Hz. Peygamber (s.a.v.) de latîfe yaparak; “Seni deve yavrusuna bindirelim.” buyurur. Cevap karşısında şaşıran adam, “Deve yavrusunu ne yapayım ben! Beni taşımaz ki!” karşılığını verir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de ona, “Her deve küçükken deve yavrusu değil miydi?” buyurur.
Yine bir defasında Hz. Peygamber (s.a.v.)’e yaşlı bir kadın gelir ve “Ya Rasûlallah! Allah’ın beni cennete sokması için duâ eder misiniz?” diye ricada bulunur. Hz. Peygamber (s.a.v.) de latîfe yaparak “İhtiyarlar cennete giremez.” karşılığını verir. Kadın buna üzülür. Hz. Peygamber (s.a.v.) cennete gireceklerin hepsinin genç olacağını kastettiğini, yoksa onun cennete girmeyeceğini murâd etmediğini belirterek yanından uzaklaşmakta olan kadına haber gönderir ve “Ona ihtiyar olarak cennete giremeyeceğini söyleyin.” diye tembihler. Böylece gönlünü alır.
Müslümana Gereken
Müslüman hayatının her safhasına güzellikler katan ve dünyayı bezeyen insandır. O bunları yaparken hem Rabb’in rızâsını kazanmaya çabalar hem de insan olmasının gereklerini yerine getirir. Bunları yaptığında da yaşadığı ülkenin huzur ve sükûneti için bir katkı sağlama arzusundadır.
Çünkü o şunu iyi bilmektedir: Bugün iyilik olarak yaptığı her şey, yarın yine iyilik olarak kendisini bulacaktır. Bu da vâdeli olarak verilen bir borcun zamanı gelince geri alınması gibidir. Yaşlı insanların gençlerin kendilerine ilgi göstermesinden, yardımcı olmalarından, huzurevlerinde ziyaret etmelerinden ne kadar memnun olduklarını kelimelerle anlatmak mümkün değildir.
Yaşlanacak kadar ömür sürecekleri bekleyen bu sonu hayırlı ve mutlu bir şekilde geçirmek için, hazırlığını şimdiden yapmalı, âhiret sermayemize yaşlılara iyilik etme sevabını da eklemeliyiz.
Unutmayalım ki, bu çocukları yetiştiren yine bizleriz.
Hikâye
Okuldan eve dönmekte olan lise ikinci sınıf öğrencisi pazardan aldığı poşetleri taşımakta zorlanan yaşlı kadının yanına yaklaştı. İlk önce tereddüt etti, yardımcı olmayı teklif etsem mi etmesem mi, diye. Zira insanların birbirine güveni kalmamıştı. Bu sebeple kendisini tersleyebilirdi.
Sonra yaşlı teyzenin yüzünden süzülen terlere, yanaklarındaki ve ellerindeki kırışıklıklara baktı ve “Teyze evinize kadar taşımanıza yardım edeyim.” dedi. Yaşlı kadın, bir an afalladı. Çünkü böyle şeyler onların gençlik yıllarında olurdu. Biraz da korktu. Acaba içinde birkaç kuruş kalmış olan cüzdanımda gözü mü var diye.
Sonra çocuğun yüzüne bakıp süzdü. Ondaki içtenliği gördü ve elindeki poşetleri eline tutuşturdu. Evine gidene kadar sürekli konuştu durdu. Rahmetli eşinden ve her biri bir yana dağılmış ailesinden bahsetti. Çocuk anlamıştı, teyzenin evine gelen gidenin olmadığını, konuşacak birilerini aradığını.
Poşetleri kapıdan teslim ederken yaşlı teyze ona mükâfatını peşinen verdi; “Allah senin gibi bir evlât yetiştiren anne babandan râzı olsun. Sana da senin gibi evlâtlar nasip etsin.” Teyzenin eline tutuşturduğu şeftaliyle merdivenleri koşarcasına inen çocuğun yüreğinde müthiş bir hafiflik vardı. Bunun adı, nâfile bir ibâdet yapmanın mânevî hazzıydı.
[1] 4/Nisâ, 36.
[2] 15/İsrâ, 23
Enbiya YILDIRIM
YazarBeş bin yıllık yolun, yağız ılgazıDemirden dağların, yarası AlptürkAltay ellerinden, muştuyla gelenDestansı çağların, narası AlptürkAtmaca bakışlı, kartal kanatlıSerhat boylarında, koşturan atlıTuttuğ...
Şair: Celalettin KURT
Zamanla yarıştık hiç usanmadan,En zorlu yolları seçtik de geldik.Kızıl kor ateşle olup imtihan,Hem yârdan hem serden geçtik de geldik.Kaç kez kurban olduk Hakk’ın yoluna,Canımız set oldu zulmün seline...
Şair: Bestami YAZGAN
Etrafımızdaki insanlara göz gezdirdiğimizde, neredeyse herkesin bunalımda olduğunu ve yaşadığı hayattan tat alamadığını görüyoruz. Yaşanan buhran ve kasavet hâlinin kişilerin fakir veya zengin olmasıy...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
İnsan kendi dindarlığını merkeze aldığı zaman yaşadığı hayatı İslâm’ın kendisi gibi kabul etmiş olur. Böyle olunca da herkesi kendisine kıyas etmeye başlar. Onun gibi yaşayanlar veya ibâdet edenler iy...
Yazar: Enbiya YILDIRIM