Tarihçi-Yazar İsmail Çolak ile Röportaj
Tarihçi-Yazar İsmail Çolak ile Tarihe, Osmanlı’ya Ve Çanakkale’ye Dair Hasbihal
Tarih ve tarihçi olmak sizin için ne anlam ifade ediyor, tarihte ne buluyorsunuz?
Tarihime, köklerime ve mukaddesâtıma sevdâlıyım. Hayâtımı ve mevcûdiyetimi vakfeyledim. Tabiatım ve rûhum tarihle yeniden yoğruldu. Yıllarım tarihle haşir neşir olmakla geçti. Tarihin gizemine kapıldım. Derin koylarında zaman ötesi seyâhatlere çıktım. Bazen kendimi tarihte yaşıyormuş gibi hissettim. Hayâtımı yaşarken tarihi de yeniden yaşar gibi oldum. Tarihi yazarken, kaynakların anlatıları zihnimde ve hayâlimde temessül etti. Geçmişle aramdaki zaman perdesi açıldı. Mekân ayaklarımın altından kayıp gider gibi oldu çok defa. Ve kendimi pek çok kez tarihin oluş sahnesinde buldum. Tüm benliğim ve özümle hissettim bunu.
Tarihe ait olmak, tarihi hissetmek ve yaşamak bana sonsuz bir itmi’nân verdi. Bana hayâtı, olayları ve insanları gözlemlemede ayrı bir göz verdi. Tarihin sesi, sözü ve ışığı olmaya çalıştım. Bağrında sakladığı kutsal değerlere, birikime, ders ve nasîhatlere ayna olmaya çabaladım. Bunu, Hakk’ın fânî omuzlarıma yüklediği bir vazife olarak telakkî ettim. Kaderime ve bahtıma bunu yazan o kudrete sonsuz arz-ı ubûdiyette bulunuyorum. O’nun nezdinde hakkımda makbul bir hüsn-i şehâdet olacağı umudunu taşıyorum. Yapıp ettiklerimin öbür tarafta bâkî semerelerini devşirebilmek en büyük temennim.
Tarihi bilmek ve öğrenmek bize neler kazandırır, neden önemlidir?
Birçok yazımda ve röportajda vurguladığım üzere tarih binlerce yıllık tecrübe, başarı ve birikimin hasılasıdır. Toplumlar için paha biçilmez bir hazînedir. Milletlerin benliği, kimliği, şuuru, hâfızası ve köküdür. Mâzînin aktardığı değerler, hayatı daha anlamlı ve yaşanılır hâle getirir. Bağımsız yaşama duygusunu besler. Fert ve topluma millet olma bilincini kazandırır. Toplum fertleri kendisi ile devleti, vatanı ve milleti arasında tarih aracılığıyla bağ kurar ve bütüne ulaşır. Tarih bilgisinden ve şuurundan nasipsiz fertler, milletlerine karşı alaka, bağlılık ve sorumluluk duymazlar. Yabancı tesirlere kapılması, dinine, tarihine, vatan, millet ve devletine yabancılaşması kolaylaşır.
Tarihteki başarılar ve bunların mimarları, topluma kendine güven, şevk, cesâret, azim ve teşebbüs rûhu aşılar. Binlerce peygamber, devlet adamı, komutan, âlim, filozof, sanatkâr topluma âdetâ rehberlik eder. Meselâ bu rehber Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi insan rûhunu fetheden bir peygamberse, her sözü ve ameli geri kalmış bir millete dahi muazzam inkılaplar yaptırır, yaptırmıştır. Dolayısıyla hiçbir fert onların ve tarihin rahle-i tedrîsinden müstağnî kalamaz.
Geçmişin zirvelerini tutmuş medeniyetler ve devletler hep sağlam bir tarih bilinci, birikimi ve kültürü üzerine kurulmuşlardır. Tarih kültürünün terbiyesini almayan yeninin vücûda getirdiği her eser ham ve eksiktir. Tarihin bilinmesi, geleceği düşünmek ve planlamak için de zarûrîdir. Mâzîsiz bir gelecek tasavvuru olamaz. Gelecekle ilgili sözü ve iddiası olan toplumlar geçmişleriyle ilgilenmeye mecburdurlar. Tarih harmanından devşirdiklerimiz geleceğimizin teminatıdır. Hayat gemisini istikbâle taşımak için tarihin çizdiği koordinatları izlemek zorundayız.
Belirli bir tarih şuuruna sahip olmak fert ve toplumlar için neden bu kadar mühim?
Din, vatan, devlet, millet, hürriyet, istiklal ve istikbal uğrunda hayatın kendilerine sunduğu her hakkı, zevki, emeli cömertçe fedâ eden din büyüklerimizin, kahraman atalarımızın ve aziz şehitlerimizin kutsal mücâdelelerini takdir etmek, geride bıraktıklarının kıymetini bilmek ve onu muhâfaza ve ihyâ etme mes’ûliyeti ile yaşamak bakımından mühim. Bilinçli yaşamak, ecdâdın ortaya koyduğu dâvâ ve idealleri sürdürmek noktasında önemli. Hayata sıkı asılmak, daha bir gayret, şevk ve heyecanla çalışmak için olmazsa olmaz.
Hayatı, kişilik ve kimliği şekillendirmek, görev ve sorumlulukların farkına varmak açısından vazgeçilmez. Hayatı, bugünü ve yarını inşâ edecek dersler ve kazanımlar çıkarmak cihetiyle çok hayâtî. Bizlere düşen görevse, kahraman ecdâdımızın din-vatan sevgisi, tarih bilinci ve ruh yüceliği ile çocuklarımızı ve gençlerimizi donatmak, uğruna canlarını adadıkları kutsal değerlere sahip çıkma şuurunu aşılamaktır.
Gençlere tarihi sevdirmek ve arzu ettiğimiz bu tarih şuurunu daha da kuvvetlendirmek için neler yapılmalıdır?
Gençlerin ilgi ve motivasyonunu artırmak için önemli tarihî hâdiseleri yerinde teneffüs ettirerek öğretmeye daha çok ağırlık vermeliyiz. Âidiyet ve farkındalık hissinin uyanması, tarih şuurunun gelişip tabiatının ve davranışlarının parçası hâline gelmesi bakımından bunu çok gerekli görüyorum. Öğrenciler her yıl veya her dönem bakanlıklar ve yerel yönetimler kanalıyla tarihî mekânlara götürülmeli. Meselâ İstanbul, Çanakkale, Sarıkamış, Çaldıran, Aziziye, Sakarya, Dumlupınar gibi yurt içindeki mekânlar; Mohaç, Viyana, Varna, Kosova, Niğbolu, Kanije, Estergon, Plevne, Kutü’l-Amâre gibi yurt dışındaki mekânlarda birkaç gün geçirmeli, çeşitli etkinlikler eşliğinde öğretmenleri veya uzman kişiler tarafından bilgilendirilmeliler.
Ödüllü yarışmalar düzenlenerek edindikleri izlenimleri yazıya dökmeleri teşvik edilmeli ve dereceye girenler kitaplaştırılmalı. Bu geziler ve yerinde öğrenim, müfredatlara ve yıllık planlara konmalı, zaman ayrılarak planlanmalı. Japonların okullarında, tarih derslerinde, gençlerin bellek ve hayatlarında Hiroşima ve Nagazaki’ye verdikleri önemi, keza Anzakların nesilden nesile ciddiyetle aktardıkları Çanakkale duyarlılığını ve vefâyı, en az onlar kadar biz de genç kuşaklara kazandırmalı, Çanakkale, Sarıkamış, Millî Mücadele gibi tarihimizdeki unutulmaz hâdiselere dair hâfızalarında ve hayatlarında silinmez izler bırakmalıyız. Ayrıca her ilde panoramik tarih müzeleri oluşturulmalı; orada işlenen hâdiseyi öğrencilerin zihinlerinde canlandırmaları, yaşanan örnek ya da ibretlik sahneleri hissetmeleri ve ecdatları ile empati kurmaları sağlanmalı.
Söyleşimizi birazda sizin çalışma alanınıza giren Osmanlı’ya getirmek istiyorum. Son yıllardaki neşriyâtın bir kısmında Osmanlı’yı yücelten müsbet yaklaşım sergilenirken bir kısmında da menfî bir yaklaşım sergileniyor. Siz nasıl bakıyor ve değerlendiriyorsunuz?
Osmanlı ile ilgili tarih anlatımı ve yazımında ifrat ve tefritlerin, ilmî disiplin ve metodolojiye ters aşırılıkların olduğu doğrudur. Bunun kökeni ve sebepleri Cumhuriyet’in ilk yıllarına dayanıyor. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin hâsıl ettiği dönüşüm ve değişimden kaynaklanıyor. Osmanlı’ya mâtuf ideolojik yargılar ve kalıplar menfî bakışta uzun yıllar etkili oldu. Bilhassa 90’lı yıllardan itibaren bu menfî bakış esnemeye ve mâkul bir çizgiye oturmaya başladı.
Osmanlı’nın 700. kuruluş yıldönümü ile başlayan süreç Osmanlı’nın yeniden keşfedilmesi bakımından önemli bir dönemeçti. Son 20-25 yılda Osmanlı tarihi, medeniyeti ve padişahlarla alakalı yayımlanmış yerli eserlerin yekûnuna baktığımızda bunu rahatlıkla fark ediyoruz. Bu noktada, bendenizin de dâhil olduğu birçok tarihçi ve araştırmacı Osmanlı’yı hâlâ keşfedilmeyi bekleyen kayıp bir medeniyet olarak görüyor. Henüz esrârı hakkıyla çözülmüş değil. Bu da gayet normal, zira daha yeni yeni keşfediyor, sırrına vâkıf oluyor, okuyor, tanıyor ve tartışıyoruz.
Tarihe ve Osmanlı’ya dair siyâsî-ideolojik ön yargılarla değil, tarih ilminin öngördüğü disiplin ve metot çerçevesinde yaklaşır, mümkün olduğunca tarafsız olur, görüş ve tezlerimizi mûteber kaynaklara dayandırırsak hem tartışmalar durulur, hem de daha sağlıklı ve tutarlı bir tarih bilgisine kavuşuruz. Onun için peşin hükümlerden arınmak, klişeleşmiş yargılardan vazgeçmek ve tarihi derinlemesine okunup araştırmak şart. Cumhuriyet’in bekâsının, Osmanlı’nın keşfedilmesi ve anlaşılması nisbetinde olacağı aklın ve iz’ânın gereği. Dolayısıyla Osmanlı, yüzyıllardır havzasında topladığı insânî, siyâsî, kültürel ve entelektüel birikimi ve tecrübeleriyle her anlamda keşfedilmeyi bekleyen fevkalâde bâkir bir iklim. Tecrübe ve birikimiyle Türkiye için hâlâ hayat va’dediyor.
Son olarak Çanakkale Zaferi’nin yıldönümü vesilesiyle neler söylemek istersiniz? Bilhassa gençlerde Çanakkale rûhunu diri tutmak için daha fazla neler yapılabilir?
Son yıllarda gerek kamuoyunun gerekse genç kitlelerin, hemen her seviyeden öğrenci kesiminin Çanakkale’yi ziyâret etmesi, alaka ve duyarlılık göstermesi memnuniyet verici. Yazılı ve görsel basın-yayın organlarının önceki yıllara nazaran daha fazla ilgi duyduğunu da görüyoruz. Çanakkale ile ilgili yayımlanan kitapların, film, belgesel ve dizilerin sayılarında kayda değer bir artış var. Yayınların sayısında bir artış olmakla beraber birbirini tekrar eden eserler olduğu da gözümüzden kaçmıyor.
Çanakkale’nin değişik cephelerini, bilinmeyen yönlerini ele alan tematik eserlerin sayısı artmalı, bu yönde çalışmalar yapan yazar, araştırmacı ve akademisyenler desteklenmelidir. Ayrıca gençlerin seviyesine uygun roman, hikâye ve piyes türünde kitapların yazımı ve basımı hususunda yayınevlerimiz daha fazla gayret göstermeliler. Yayımlanan eserler gençlerin ilgi ve dikkatini çekmeli, seviyesine ve duygu dünyasına hitap etmeli, dili, üslubu ve kurgusu ile sürükleyici olmalı.
Çanakkale ile alakalı anlatılanları kendisi, kişiliği, hayatı ve ülkesinin bugünü ve yarını ile bütünleştirmeli. Çanakkale’de yaşananlar, orada sergilenen olağanüstü kahramanlıklar ve fedakârlıklar, genç kuşakların zihin ve hayal âleminde tarihte kalmış masalımsı gerçekler olarak kalmamalı, onların his ve fikir dünyasını şekillendirip zenginleştiren, kimlik ve kişiliğini dokuyan, kahramanların haslet ve meziyetlerini şiâr edindiren, hayatına, geleceğine, dünyadaki hedef ve ödevlerine istikâmet verici olmalı.
Şunu da belirtmem gerekir ki, tarih kitaplarında Çanakkale Savaşı’na daha kapsamlı yer verilebilir, müstakil bir bölüm ayrılabilir. Tabii buradaki anlatım, sadece Çanakkale’nin tarihimizdeki yeri ve önemine dair kuru bilgiler içermemeli, oradaki ruh, his, gaye ve şuuru belleklerde, ruh ve kalplerde uyandırmalı. Yanı sıra Çanakkale Haftası daha doyurucu programlar ve faaliyetlerle kutlanmalı.
Meselâ yıllardır söylediğim bir şeyi tekrar edeyim burada: Çanakkale Savaşı’nın yıldönümü olan 18 Mart, tıpkı 30 Ağustos Zafer Bayramı gibi resmî bir zafer havasında idrâk edilmelidir. Son olarak Çanakkale ile ilgili nitelikli film, belgesel ve televizyon dizilerinin sayısının artırılması gerektiğinin altını çizmek istiyorum. Büyük film projelerinin gençlerimiz ve insanlarımızın ruh, hayal ve zihin dünyasında kalıcı etki ve izler bırakacağı şüphesizdir. Çocuklarımıza ve gençlere yönelik Kınalı Kuzular, Dur Yolcu, 120 benzeri filmler yapılmalı, onların emsâli gençler, çocuklar ve öğrencilerin savaştaki kahramanlık öyküleri beyaz perdeye aktarılmalıdır.
1971’de Kayseri’nin Develi ilçesinde dünyaya geldi. İlköğrenimini Develi Atatürk İlkokulu’nda, ortaöğrenimini Kırşehir Çiçekdağı Lisesi’nde parasız yatılı olarak tamamladı. Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Tarih Bölümü’nden mezun oldu.
1994’de başladığı öğretmenlik vazifesini hâlen sürdürmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır. Yazı hayatı 1991’de başladı. Birçok dergi ve gazetede yüzlerce makâlesi ve araştırması yayımlandı. 2007 yılından beridir düzenli şekilde tarih yazıları kaleme aldığı dergilerden biri de Somuncu Baba’dır.
2000 yılından itibaren kitap çalışmalarına ağırlık veren yazar, Osmanlı tarihi, kültür ve medeniyeti, yakın tarih ve eğitim tarihi alanlarında eserler yazdı. Bugüne değin 40 civarında kitabı basıldı. Bazı kitapları, Türkiye’de kendi alanında ilk telif eserler olmaları bakımından daha fazla dikkat çekti.
Yayınlanmış eserlerinden bazılarının başlığı şöyledir: Osmanlı’nın Güzel İnsanları, Beyaz Kerbela Sarıkamış, Dünya Osmanlı’ya Hasret, Gençler İçin Osmanlı Tarihi, Okuldan Çanakkale’ye, Son İmparator: Abdülhamid Han’ın Gizemli Dünyası, Bitmeyen Hesaplaşma: Hilal ile Haç’ın Dünü Bugünü, Osmanlı’nın Gizli Tarihi, Cumhuriyetin Gizli Tarihi (2 Kitap), Son Osmanlı Vahdeddin, Millî Mücadele’de Kalemli Ordu, Kürt Meselesinin Açılımı, Yunan İşgalinin Gizli Patronu Zaharoff, Modern Zamanlarda Osmanlı’yı Aramak, Kıtalara Sığmayan Osmanlı (6 Kitap), Hikâyelerle Osmanlı Macerası (5 Kitap).
Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Yazar“TOPLUMLAR ADÂLETLE ÂBÂD, ZULÜMLE BERBAT OLURLAR”Bu sayımızda Necmettin Erbakan Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Dergimizin yazarı Prof. Dr. Ali Akpınar Hoca’mızla yaptığımız adâlet ile ilgili söyleşimiz...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
- Allah’ın birliği inancına dayanan dinimiz, tam anlamıyla bir kardeşlik ve birlik dini olduğuna göre, birlik beraberlik konusunda neler söylemek istersiniz hocam?Son yıllarda hem İslâm ümmeti olarak ...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Karada ve denizde, yedi düvele karşıHasma parmak ısırtan, varlık-yokluk savaşıBir savunma harbidir, taarruzlarla doluEbediyyen bizimdir; Rumeli, AnadoluGâzîlerin mahşeri, şehidlerin yatağıSeyit Onbaşı...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN
Osmanlı’da sağlık anlayışı ve darüşşifaların kurulma amacı ile işleyişi nasıl olmuştur?Osmanlı tıbbı İslâm tıbbına dayanıyordu. İslâm dini temizliğe çok önem verdiği için, büyük şehirlerden tutun da k...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ