TANZİMATÇI VE ISLAHATÇI PADİŞAH: SULTAN ABDÜLMECİD
Osmanlı padişahlarının 31. si, İslâm halifelerinin ise 110. su olan Sultan Abdülmecid, 25 Nisan 1823 tarihinde İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Babası Osmanlı'nın 30. padişahı olan II. Mahmud, annesi ise Çerkez veya Gürcü asıllı olduğu düşünülen Bezmiâlem Vâlide Sultan’dır. İlân ettiği fermanlarla Osmanlı Devleti'nde köklü değişiklikler yapan Sultan Abdülmecid Han'ın oğullarının dördü, son dört Osmanlı padişahıdır. Bunlar V. Murad, II. Abdülhamid, Sultan Mehmed Reşad ve Sultan Mehmed Vahdettin'dir. Saltanatı boyunca idam fermanı yayınlatmayan ilk padişah olarak bilinen Sultan Abdülmecid; sakin, sabırlı ve aklıselim bir insandı. Devlet içerisinde iş gören memurların ve amirlerin rüşvet almaması için onları Kur'an'a el bastırarak yemin ettirirdi. Bununla da kalmaz onları takip ettirirdi. Rüşvet alanları da asla affetmez, devlet işlerinde barındırmazdı. Sultan Abdülmecid, Doğu ve Batı Medeniyeti Arasında Köprü Vazifesi Görmüştü Sultan Abdülmecid; halkın arasına çıkmaktan zevk alan, halkın meseleleriyle bizzat ilgilenme gayreti içerisinde olan, devlet kurumlarını sık sık teftiş eden titiz bir idareciydi. Kimsenin hakkında kötülük düşünmezdi. Çocuklarının yetişmesi için azamî gayret gösterirdi. Konuşmasıyla ve oturup kalkmasıyla zarif bir insan olduğu belli olurdu. Okumayı çok severdi. Usta bir at binicisiydi. Yenilik taraftarı ve çağdaş düşüncelere açık olmasının yanında, birçok Osmanlı padişahı gibi dindar bir padişah olan Abdülmecid, Kur'an okumaktan büyük zevk alırdı. Babası II. Mahmud gibi o da Nakşbendî idi. İbadetlerini aksatmazdı. Yahya Efendi Tekkesi Şeyhi Mehmed Nuri Efendi’ye büyük saygı ve hürmet gösterdiği söylenir. Bir rivayete göre son nefesini de bu şahsın dizinin üzerinde kelime-i şahadet getirerek vermiştir. Sultan Abdülmecid Han, kendinden evvelki padişahlar gibi payitaht İstanbul'a hapsolmamış, zaman zaman Anadolu'yu da gezmiştir. Bu çerçevede 1844'te İzmit, Mudanya, Bursa, Gelibolu ve Adaları dolaşmıştır. 1846'da da Rumeli şehirlerini görmüştür. Devrin hattatlarından Hacı Tâhir, Ebubekir Mümtaz ve Mustafa İzzet'ten hat üzerine dersler alan Sultan Abdülmecid'in, babası kadar usta olmasa da, iyi bir hattat olduğu söylenir. Yine askerî Muallimi Ömer Lütfi Paşa'dan yazı, Safvet Efendi (Paşa) ve Rum Nikolas Aristakis'ten Fransızca, Donizetti Paşa'dan da piyano dersleri almıştır. O zamanlar bir adım önde olan Batı'da olup biteni ve yenilikleri ısrarla takip eden Sultan Abdülmecid'in Paris’te yayımlanan Debast gazetesine ve L’Illustration dergisine abone olduğu da söylenir. Yenilikçi bir padişah olarak bilinen ve babası II. Mahmud'un yapmak isteyip de yapamadıklarını gerçekleştirmede kararlı olan Abdülmecid, son dönem Osmanlı padişahları içerisinde mühim bir simadır. Sultan II. Mahmud'un oğlu olması hasebiyle hem geleneksel hem de Batı tarzı bir eğitimden geçmiştir. Tabir caizse Avrupalı prensler gibi yetiştirilmiştir. Bu kapsamda hususî hocalardan Fransızca öğrenmiş, Batı müziği dersleri almıştır. Çocukluğunda çiçek hastalığı geçirmiştir. Bu nedenle yüzünde çiçek bozuğu kalmıştı. Sultan Abdülmecid Han, babasının ölümü üzerine 1 Temmuz 1839 tarihinde tahta geçtiğinde henüz 17 yaşlarındaydı. O, bu yönüyle uzun bir aradan sonra küçük yaşta tahta çıkan padişahların sonuncusudur. Tahttaki ilk zamanlarında devlet yönetimindeki tecrübesizliği ve yaş itibariyle toyluğu onu karar almada güç durumlarda bırakmıştır. Tanzimat'a Giden Yol Yahut Yağmurdan Kaçarken Doluya Tutulmak Sultan Abdülmecid, tahta oturduğu sırada Osmanlı Ordusu Nizip'te Kavalalı Mehmed Ali Paşa güçlerine yenilmişti. Mısır ve Kavalalı Mehmed Ali Paşa meselesi devam etmekteydi. Bu arada II. Mahmud’un cenaze merasimi sırasında, Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliyye Reisi Koca Hüsrev Paşa, Sultan Abdülmecid'in toyluğunu da kullanarak, Başvekil Mehmed Emin Rauf Paşa’dan mühr-i hümâyunu cebren alarak kendisini sadrazam ilân ettirmişti. Bu işi bir anlamda oldubittiye getirmişti. Padişah da bunu görmezden gelmişti. Fakat devlet idarecileri arasındaki husumet ve rekabet nedeniyle Kaptanıderyâ Ahmed Fevzi Paşa, rakibi olan Hüsrev Paşa’nın sadârete gelmiş olmasından dolayı, büyük bir hıyanete imza atarak Osmanlı Donanması’nı Mısır’a götürüp Mehmed Ali Paşa’ya teslim etmiştir. Böylece en zor zamanda Osmanlı Devleti ordusuz ve donanmasız kalmıştır. Bu durum Kavalalı'nın elini daha da güçlendirmiş, bu yüzden de padişahla anlaşmaya ve uzlaşmaya yanaşmamıştır. Gelişmeleri büyük bir dikkatle takip eden İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Prusya verdikleri ortak bir nota ile Mısır meselesinin kendilerine danışılmadan çözülmemesini istemişlerdir. Hariciye Nazırı Mustafa Reşid Paşa, Mısır meselesinde Avrupa’nın yardımının sağlanması için onları ikna ve memnun edecek bir reform çalışmasının ilân edilmesi için genç ve tecrübesiz padişahı razı etmiştir. Böylece Tanzimat Fermanı'na giden yol açılmıştır. Sultan Abdülmecid Han, 3 Kasım 1839'da Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu'yla Türk tarihinde Batılılaşmanın ilk somut adımı olan Tanzimat Dönemi'ni başlatmıştır. Söz konusu ferman Hariciye Nazırı Koca Mustafa Reşid Paşa tarafından Gülhane Parkı'nda bütün cemaat liderlerinin ve yabancı devlet sefirlerinin huzurunda okunmuştur. Buna "Tanzimat-ı Hayriye" de denilmiştir. Fransız İhtilâli (1789) sonrası Osmanlı'nın içine sirayet eden milliyetçilik akımları ve aydınların baskıları bu fermanın ilân edilmesini bir anlamda zorunlu kılmıştır. Fermanın ilân edilmesindeki amaç, işleyişi bozulan devlet yönetiminin tamiridir. Osmanlı Devleti'nin yüzünü Batı'ya döndürdüğünü ilân eden Tanzimat Fermanı'yla askerî, hukukî ve mülkî alanlarda birçok yenilikler yapılmıştır. Bu fermana göre Osmanlı Devleti sınırları içindeki tüm insanlar "Osmanlı vatandaşı" sayılarak din farklılıklarına bağlı ayrıcalıklar kısmen kaldırılmıştır. Bu fermanla Osmanlı devlet gelirlerinin bir bölümünün belli bir bedel karşılığında devlet tarafından kişilere devredilerek toplanması yöntemi olan "iltizam" geçersiz kılınmıştır. Bunun yerine, herkesin geliri oranında vergi vermesi benimsenmiştir. Herkesin can, mal ve namusunun koruma altına alınması, mahkemelerin herkese açık bir şekilde oluşturulması, kimsenin yargılanmadan idam edilmeyeceği, askerliğin 4 yıl olarak mecburî yapılması gerektiği, rüşvetin ortadan kaldırılması, mal ve mülkün kişiye ait olup miras olarak bırakabileceği (özel mülkiyet) hükümleri kayıt altına alınmıştır. Islahat Fermanı'nın Getirdiği Tavizler Yahut Kırım Zaferi'nin Bedeli Tanzimat Fermanı'yla Osmanlı'ya diledikleri reformları yaptıran Avrupalı devletler buna karşılık Mısır meselesinin çözümünü kolaylaştırmışlardı. Bu çerçevede İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya arasında "Londra Antlaşması" imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre Mısır valiliği, veraset yoluyla Mehmed Ali Paşa’ya bırakılarak, Mısır'ın işgal ettiği topraklar ve Osmanlı Donanması geri alınmıştır. 13 Temmuz 1841’de yine aynı devletler Londra’da imzaladıkları Boğazlar Sözleşmesi ile Osmanlı Devleti’nin Boğazlar üzerindeki hâkimiyetini ve yabancı savaş gemilerinin Boğazlardan geçemeyeceği esasını kabul etmişlerdir. Bütün bunlar yaşanırken Avrupa'daki 1848 İhtilâlleri Osmanlı'yı olumsuz etkilemiştir. Bu kapsamda Avusturya'ya karşı bağımsızlık savaşı veren Macarlar, Osmanlı'ya sığınmış, Avusturya ve Rusya'nın tehditlerine rağmen sığınmacılar iade edilmemiştir. Bu mesele 1849'da Ruslarla yapılan Baltalimanı Antlaşması'yla geçici de olsa halledilmiştir. Ardından bir başka coğrafyada, Kudüs'te meydana gelen Kutsal Yerler meselesi Rusya'yla ilişkilerimizi zedelemiştir. Ruslar Ortodoksları koruma talepleri kabul edilmeyince Eflak'ı işgal etmişlerdir. Bunun üzerine Osmanlı Devleti 1853'te Rusya'ya savaş ilân etti. Böylece Kırım Savaşı başladı. Bu savaşta İngiltere, Fransa ve Piyemonte Osmanlı'nın yanında yer aldı. Avusturya'yla Prusya ise tarafsız kalmayı tercih etti. Savaş Osmanlı'nın zaferiyle sonuçlanınca Osmanlı'nın yanında yer alan devletler tıpkı Tanzimat Fermanı öncesinde olduğu gibi reform isteğinde bulundular. Kırım Savaşı'nın Avrupalı devletlerin desteğiyle kazanılmasıyla, bu sefer de Islahat Fermanı'nın yolu açıldı. 18 Şubat 1856'da Islahat Fermanı ilân edildi. Bu fermanla birlikte Müslümanlarla gayrimüslimlerin askerlikten vergiye, hukuktan eğitime kadar her alanda eşit oldukları kabul edildi. Bu fermana göre Hıristiyanlar ve Yahudiler Türklere ait okullara girebilecekler, hatta devlet memuru bile olabilecekler, isterlerse kendi inançlarına uygun okul açabileceklerdi. Askere alınacaklar; fakat eskiden beri Müslüman olmayan topluluklardan alınan "cizye" adlı vergiden muaf olacaklardı. Eyalet ve vilâyet meclislerinde nüfusları nispetinde temsil edileceklerdi. Görünen o ki bu ferman gayrimüslimleri Müslümanlardan avantajlı duruma getirmiştir. Kırım'ın bedeli ödenmiştir. Sultan Abdülmecid Han, Tanzimat ve Islahat Fermanlarının yanında, imar faaliyetlerinde de isminden sıkça söz ettirmiştir. Onun zamanında Dolmabahçe Sarayı, Beykoz Kasrı, Küçüksu Kasrı, Ortaköy Mecidiye Camii, Teşvikiye Cami, Gureba Hastanesi ve Yeni Galata Köprüsü inşa edilmiştir. Bunların bir kısmı Avrupa'dan alınan borçlarla yapılmıştır. Neticede yabancılardan alınan borç paralarla yabancılara gösteriş yapılmıştır. Sultan Abdülmecid, 22 yıllık saltanat süresinde 22 kez sadrazam değiştirmiştir. İlk sadrazam Koca Hüsrev Mehmed Paşa’nın kendisini bir oldubittiyle sadrazam ilân etmesinden sonra bu makama sırasıyla Mehmed Emin Rauf Paşa (5 kez), İzzet Mehmet Paşa, Mustafa Reşid Paşa (6 kez), İbrahim Sârim Paşa, Mehmed Emin Ali Paşa (2 kez), Damad Mehmed Ali Paşa, Giritli Mustafa Naili Paşa (3 kez) ve son olarak da Mehmed Rüştü Paşa getirilmiştir. Sultan Abdülmecid Han zamanında genel bir nüfus sayımı yapılmıştır (1844). Halka "Mecidiye" adlı bir kimlik belgesi verilmiştir. Halk bu belgeleri fesin altında sakladıkları için zaman içerisinde bu belgelere "Kafa Kâğıdı" denilmiştir. Yine bu dönemde onluk sisteme dayalı altın ve gümüş para birimleri kullanılmaya başlanarak bu paralara "Mecidiye" denmiştir. 1847'de "Devlet Salnameleri (Yıllıkları)" yayımlanmaya başlanmıştır. Yenilik konusunda sınır tanımayan Sultan Abdülmecid zamanında ilk kez çiçek aşısı uygulanmıştır (1845). 1855'te İstanbul-Edirne-Şumnu Telgraf Hattı açılmıştır. İlk vakıf hastanesi olan Bezmiâlem Valide Sultan Gureba Hastanesi tesis edilmiştir. Mekteb-i Harbiye, Ulum-ı Harbiye ve Fünûn-ı İdadiye olarak ikiye ayrılmıştır. Maarif Nezareti kurularak kız ve erkek rüştiyeleri hizmet vermeye başlamıştır. Mülkiye, Mahreç, Ziraat, Telgraf, Darülmaarif, Darülmuallimin, Orman ve Ebe Mektepleri açılmıştır. Encümen-i Daniş oluşturulmuştur. Hareketli bir hayat yaşayan Sultan Abdülmecid, 1857'de vereme yakalandı. Dört yıl boyunca saray hekimleri ile Konstantin Karateodori ve Spitzer gibi bir kısım yabancı doktorlar onu tedavi etmeye çalışmıştır. 1861 yılı baharında rahatsızlığı iyice artmış, 25 Haziran 1861'de, henüz 38 yaşındayken ebedî âleme irtihal etmiştir. Cenazesi aynı gün, beraber çalıştığı devlet erkânının katılımıyla Yavuz Selim Camii avlusundaki ebedî istirahatgâhına defnedilmiştir. Böylece 22 yıllık saltanatı iyisiyle kötüsüyle son bulmuştur.
M.Nihat MALKOÇ
YazarDünden Bugüne Tarihî Süreçte Boşnakların SerencamıBosna-Hersek, Avrupa'nın güney doğusunda Balkanlar olarak bilinen kadim coğrafyada tarih boyunca değişik etnik ve dinî grupların ikamet ettiği b...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Mezarlıklar bizim uhrevî definelerimiz, hazireler de manevî hazinelerimizdir. Bu mekânlar, şehirlerimizi, ilçelerimizi, kasabalarımızı, köylerimizi süsleyen bedestenlerdir âdeta. Süheyl Ünver’in tabir...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Tanıtımını yapacağımız eser, H. Hulûsi Ateş Darende Şeyhzâdeoğlu Özel Kitaplığı, Kitap No: 62, Tasnif No:297’de kayıtlıdır. 1277/1860-61’de istinsah edilen nüshanın müstensihi es-Seyyid el-Hâfız Hüsey...
Yazar: Fatih ÇINAR
Yüzölçümü ve nüfus yoğunluğu bakımından dünyanın en büyük ikinci kıtasıdır Afrika. Öyle ki adalarla birlikte 30,8 milyon kilometrekare devâsâ bir alana sahiptir. Bir milyarı aşkın nüfusuyla dünya nüfu...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ