SULTAN III. AHMED VE SEBİL ÇEŞMESİ
Osmanlı döneminde hayır amaçlı dağıtılan suya sebil ve dağıtıldığı yere sebîl-hâne denilmiştir. B terkip sonraları sebil şeklinde anılmaya başlanmıştır. Bu güzel âdet bugün de kalabalık cadde ve sokaklara yapılan çeşmelerle ya da mağaza önlerine konulan küçük su damacanalarıyla olsa da devam etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kıyamete kadar amel defterinin açık tutulmasını sağlayan sadaka-i câriye arasında, insanların su ihtiyaçlarını gidermeye yönelik havuz, sarnıç vb. yaptırılmasını tavsiye eden hadisleri sebebiyle hayırsever Müslümanlar sebil vakfetmeye büyük önem vermiştir. Ayrıca temizliğe verilen önemin bir nişanesi ve ondan alınan abdestin içilen suyun sevabından istifade etme isteği her zaman galip gelmiştir. Öyle ki sebil, özellikle Selçuklularla Memlükler’den sonra Osmanlılar’da âdeta mimarî bir sanat eseri haline gelmiştir. XVIII. yüzyılda ortaya çıkan meydan çeşmelerinden sebillerle bir arada tasarlanmış olanlardan biri de Sultan III. Ahmed Çeşmesi’dir. Bu âbidevî çeşme, Sultan III. Ahmed’in emriyle 1141’de (1728-29), annesi Râbia Emetullah Gülnûş Sultan’ın (ö. 1715) hayratı olarak Sadrazam Damad İbrâhim Paşa tarafından yaptırılmıştır. Çeşmenin suyu, Merdivenköy civarındaki Karaman çiftliğiyle Sazlıdere’deki kaynaklardan alınmış ve İbrahim Paşa suyolu olarak adlandırılan kanalla Şerefâbâd Sarayı’na verilmiş, ayrıca daha başka birçok çeşmenin de beslenmesi sağlanmıştır. Çeşmenin üzerinde, üç şair tarafından düzenlenmiş ta‘lik hatla işlenen üç tarih manzumesi vardır. Bunlardan kuzey cephede olanı Nedîm’in, doğudaki Rahmî’nin, güneydeki ise Şâkir’indir. Denize bakan cephesinde çeşmenin III. Ahmed ve İbrâhim Paşa tarafından yaptırıldığı bildirilen celî-sülüs hatla yazılı tek satır halindeki beytin altında görülen çok girift imza, Sultan III. Ahmed’in bu kitâbenin hattatı olduğunu ispatlamaktadır. Sultân III. Ahmed Hân, âlemlere değer bir mısra ile inci gibi sözlerle yapımına târih (1728) düşürmüştür: “Aç Besmeleyle iç suyu,/ Hân Ahmed’e eyle duâ”dır. Çeşme dört yüzlü bir meydan çeşmesi olmakla beraber denize bakan yüzün diğerlerine göre daha zengin tezyinata sahip olmasından ve padişahın hattı ile kitâbenin de bu tarafta bulunmasından esas cephenin bu taraf olduğu anlaşılmaktadır. İki yanlarında burmalı sütunçeler olan köşe pahlarında, normal insan yüksekliğinde birer musluk ile altlarına çıkıntı halinde yalaklar konulmuştur. Nişlerin etrafında, pahlardaki muslukların ayna taşlarında, çeşme kemerlerinin alınlıkları ve taçlarında rumî kabartma tezyinat işlenmiştir. Çeşme 1932’de bir tamir görmüş, ancak meydanın 1943-1945’te düzenlenmesi sırasında çukurda kaldığından, 1955’te Sular İdaresi tarafından bütün dış kaplamalar sökülmüş ve özü teşkil eden iç kâgir duvarları 150 cm. yükseltildikten sonra cephe unsurları yeniden yapıştırılmıştır; ahşap çatı da hiç değiştirilmeden olduğu gibi yukarı kaldırılmıştır. Bu arada çatının eski biçimine getirilmeyişi bir kayıptır. 1987 yılındaki restorasyonda çeşmenin cephelerinde temizlik yapılarak saçak altlarına yeni nakışlar işlenmiştir. Sultan III. Ahmed Çeşmesi, Türk sanatının klasik döneminin sonunu teşkil eden ve Lâle Devri’nin Bâb-ı Hümâyun önündeki kadar olmasa bile güzel ve zarif eserlerinden biridir.
Bekir AYDOĞAN
YazarTasavvuf çevrelerinde gönülleri olgunlaştıran sohbet ortamlarında okunan maneviyatla beslenmiş şiirlerin, insan ruhuna etkisi fevkalâdedir. Kur’an ve sünnetten beslenen şiir vadisinin tesiriyle gönüll...
Yazar: Bekir AYDOĞAN
Yüce Rabb’imiz, dünya ve âhiret nimetlerini hatırlattığı iki âyetinde şöyle buyurur: “Orada meyveler, salkımlı hurma ağaçları, kabuklu taneler, reyhân/hoş kokulu bitkiler vardır. Ey insanlar ve cin...
Yazar: Ali AKPINAR
İçinde yaşadığımız gezegene yerküre, yerküredeki canlı varlıkların, özellikle de beşer hayatının devam ettiği ortama ise dünya diyoruz. Dünya ile ilgili olan her şey “dünyevî” ahiretle ilgili olanlar ...
Yazar: Mukadder Ârif YÜKSEL
Kalem’e yemin eden Yüce Rabbimiz; yazı sanatını bütün sanatlardan üstün kılmış, Kur’an-ı Kerim’in muhafazasını da dünya tarihinde pek mühim bir suretle yazı sanatının baş tacı etmiştir. Fânî ömrün geç...
Yazar: Bekir AYDOĞAN