Sıradan İnsan ve Tarih
Genellikle siyasî, iktisadî, askerî, sosyal ve kültürel alanda temayüz eden insanların hayat hikâyeleri dikkatimizi çeker; onlara ilişkin biyografik ve monografik eserler yazılır, belgeseller hazırlanır, anma geceleri tertip edilir. Onlar toplumun öncüleri ve önderleridir; öyle varsayılır.
O sözünü ettiğim kesimin içindeki kifayetsiz muhterisleri, sahte kahramanları ve miras yedileri şöyle kenara çıkarırsanız, geride kalanlar hakikaten “öncü” , “önder“ ve “model şahsiyetler”dir. Halkımızın tavsifiyle söyleyeyim, onlar “büyük adamlar”dır. Milletler, bu büyük adamların üzerinden dönemin tarihini tanır, günü anlar ve yarını anlamlandırırlar.
Merhum Topçu’dan mülhem söyleyeyim; büyük milletler, büyük adamlar yetiştiren milletlerdir.
Lakin şu da var ki, çoğu kimse fark edemese de asıl hikâye büyük adamlardan çok kendi hâlinde, işinde gücünde olan sıradan insanda gizlidir. Kaderin cilvesiyle bir türlü keşfedilememiş, gelmesi gereken yere gelememiş, bulunduğu ortam içinde kendine sakince bir hayat alanı oluşturmuş “sıradan” insanlar…
Eğer bir aile kurma imkânı lütfedilmişse kendisine, sabahleyin erkence işine gücüne koyulan, kendi hâlinde çalışıp çabalayan, maişetini kazanma peşinde olan, dolayısıyla da kimseciklerin malında, mülkünde ve makamında gözü olmayan, yegâne gayesi onurlu, iffetli, kendi kendine yeterli, mutlu ve huzurlu bir hayat olan insan.
O, mutluluğu esas alan bir hayat anlayışına sahip olduğu için, azla yetinmenin zenginliğine ermiştir. Helalinden kazandığı günlük lokmasını paylaşmayı onurlu bir davranış bilir; mütevazı sofrasında sevdiklerine rahatça yer açar, kapısını çalanı Hızır bilir, Tanrı misafirlerine hiç kuşku duymadan fakir hanesinin kapısını açar. O sıradan insandır; yaşadıklarını bu sıradanlık içinde anlamaya, yarınla ilgili derin muhasebeler yaparak içinden çıkılmaz endişe denizinde kanat çırpmaz, hâle şükreder, tenha köşelerde yarın kapısının hayırla açılması için niyaz eder. Esasen o, akşam evinde bir tas çorbanın etrafında toplanan evladüiyal ile samimi hasbihalle taçlanan bir huzur sarayının şahıdır, padişahıdır.
Sıradan insan hesapsız mıdır? Hayır, elbette onun da bir hesabı vardır. Fakat bu hesap, kendi çapında, örf ve ahlak ekseninde, iyilik ve güzelliğe odaklanmış, verilen vazifeyi hakkıyla yerine getirmeye ve mahcup olmamaya matuf bir muhasebedir. Allah’ım, der, sen beni mahcup etme, der, zira onun hesabının temelinde niyaz vardır; el açıp her şeyin sahibine iltica etmek…
O’na sığınmak, O’ndan dilemek! Dili de kalbi de dualıdır. Nasırlı ellerini gökyüzüne kaldırdığında, yağmur bekleyen kurumuş topraklar gibi rahmetin ineceğine kanidir. Ne var ki bu rahmet, bazen o arzulananın dışında tecelli eder. Sıradan insan bu hakikati bilir de niyazına, “Sen hayırlı olanı bilirsin, hakkımda ne hayırlı ise onu ver.” cümlesini koymayı ihmal etmez. Her şeyin üstünde bir akıl vardır, gözlerin üstünde bir göz; o bunu bilir, lakin tavsif ve tariften âcizidir. Acziyetinin farkında mıdır? Evet, farkındalığın ne olduğunu bilmese de kelimenin tam anlamıyla aciz olduğunu müdrik, ivazsız ve garazsız iyilik niyetiyle işlerine koyulur.
Tarihçiler, bu sıradan insanın toplumun inşa ve imarındaki misyonunun farkında değillerdir. Onlar, siyasi ve sosyal büyük dönüşümleri tespitle meşgul olmaları hasebiyle hep büyük ve önemli insanın peşindedir. Kültür tarihçileri, eleştirmenler, sosyal tarihçiler… O sıradan insanın bulup kitlelere tanıtacak bir ilim dalı var mıdır? Bilemiyorum.
Bazen o sıradan insan bir deneyin yahut bir araştırmanın konusu olabilir. Büyük bilim insanları kitleler üzerinde araştırmalar yapmak için, kendi köşesinde huzur içinde yaşayan sıradan insanın hayatına dokunur, onu nesnelleştirerek araştırmanın bir parçası hâline getirir. Burada o, sadece bir “denek”tir. Yüksünmez sıradan insan, insanlığın hayrınaysa canını vermeye hazırdır. Bu hazır olmuşluk sebebiyledir ki, bilimci büyük adamlar, kalkınmacı iktisatçılar, yenilikçi siyasetçiler, müteşebbis sanayiciler, araştırmacı gazeteciler, analizci sosyologlar vs. insafı aşan bir metot ve programlarla ondan faydalanır; ondaki sıradanlığını alır, kavram ve teorileriyle onu kendilerine benzetirler.
Kifayetsiz muhterisler hep almaya odaklanmıştır.
Bilal KEMİKLİ
YazarAdâlet mülkün temeliÂdil herkesin emeliAdâlet, eşitlik değilHakkı yerine koymak bilOlmazsa bozulur düzenSen gel adâlete güvenO hakkāniyetli kantarTerâzisi hassas tartarÇok güçlü kıldı devletiÖmer'leri...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN
Âşıklık geleneği, sadece biçimle, dille ve ahenkle alakalı olmasa gerektir. Elbette biçim önemlidir; ölçüler, kafiyeler, mahalli söyleyişler ve musiki bu tarzın olmazsa olmaz özelliklerindendir. Ancak...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Öncelikle şu soruyu soralım: Pîr-i Türkistan kimdir? Pîr-i Türkistan; Yol inşâ eden kurucu bir muhakkik… Yesevîliğin bânîsi. Türkistan toprağını Muhammedî muhabbetle yoğuran bir ermiş… Sözü kelâma t...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Daha evvel farklı veçheleriyle İstanbul duraklarımdan söz etmiştim. Bir “taşralı” yahut Divan şairinin ifadesiyle “kenar” yazarı olarak aynama yansıyan İstanbul siluetini tasvir etmiştim. O tasvirlerd...
Yazar: Bilal KEMİKLİ