ŞİİRİN METAFİZİK SERÜVENİ
Söze¸ bismillah niyetine¸ bir hadis-i şerifle başlayalım:
“İnne min’eş şi’ri le hikmeten!”
Yani¸“Şüphesiz¸ şiirde bir hikmet vardır!”
Söze¸ bismillah niyetine¸ bir hadis-i şerifle başlayalım:
“İnne min’eş şi’ri le hikmeten!”
Yani¸“Şüphesiz¸ şiirde bir hikmet vardır!”
Şiir¸ ama hangi şiir? “Logos spermatikos!” denilen türden bir şiir. Yani¸ ‘gebe bırakan söz!’ İşte asıl mesele bu. Silkeleyen¸ eşyanın kabuğunu çatlatan söz. İçe¸ derine¸ ruha¸ ana rahmine ve beynin kıvrımlarına yerleşen söz. İz bırakan ve bir daha silinmeyen¸ doğurgan söz. Saptıran değil¸ doğru yola sevk eden şiir. Şeytanî iç gıcıklamaya değil¸ hikmete¸ esrara yakın olan¸ yakın duran şiir.
İbn-i Haldûn¸ şiir söylemenin zorluğuna¸ belâgat gerektirdiğine dikkat çekerek¸ “Söz sanatları arasında şiir¸ elde edilmesi zor bir melekedir” der. Devamla şunu söyler Haldûn: “Şiir zor ve garip bir sanat olduğu için¸ ona ilişkin üslûpların en güzel şekilde kullanılıp¸ sözün bilinen kalıplara dökülebilmesi için¸ keskin bir zekâya ve bilenip parlatılmış bir yeteneğe ihtiyaç vardır.” Bizce¸ Haldûn’un ‘istiâre¸ tasvir ve belâgatlı söz” vurgusu¸ mücerret ve sembolik şiiri ifade etmektedir. ‘Vezin ve kafiye’ vurgusu ise geleneksel tekniği karşılıyor. Her ne kadar Haldûn’un sözünü ettiği şiir ‘Arap şiiri’ ise de¸ bizim şiir geleneğimizin de¸ özgün yorumuna rağmen¸ kısmen bu kaynaktan beslendiği bir gerçek.
Hazreti Ömer de¸ bir nasihatinde şöyle diyor:
“Mühim şiirleri anlatın. Onlar ahlâkın güzelliğine delâlet eder.”
Sûfî şiirin önemli isimlerinden Hikmetî Efendi¸ ‘İlm-i Şiîr’ bâbında şunu söyler: “Şiir hikmettir dahî kenz-i Hüdâ demiş Resûl.” (Yani şiir bir hikmettir ve dâhi Peygamberimizin dediği gibi Hüdâ’nın hazinesidir!) Başka ‘delile’ gerek var mı?
Evet¸ şiir bir üst şuur işi. Bakınız Molla Câmi ne diyor:
“Şiirin karşılığını (tıpkı duâ gibi) verecek olan¸ Allah’tır.”
Şiirin tartışmasız sultanı Fuzûlî¸ “İlimsiz şiir¸ temeli olmayan duvar gibidir!” demiş.
Bilindiği üzere¸ Fuzûlî’nin “Rind ile Zahid”inde şiirle ilgili bir bahis geçer. Rind şunları söyler Zahid’e: “Ey Zahid¸ ‘Biz¸ O’na şiir öğretmedik’ âyetinin mânâsından anlaşılan¸ şiir¸ peygamberden başkasına Tanrı’nın öğrettiği şeydir! Ona ihanet ise yanlıştır! ‘Şüphesiz¸ şiirde hikmet vardır!’ın mânâsı¸ öyle görünüyor ki¸ nazım (manzum yazı/şiir)¸ Muhammed Mustafa’nın (s.a.s) râzı olduğu bir davranıştır. O hâlde¸ nazmı kötülemek utanma eksikliği(nden)dir. Şunu bil ki¸ şiirin faydalı yalanı (rûhu hoşnut eden süslü söyleyişi)¸ zararlı (olan) doğrucu nesirden daha iyidir...” (s.23)
Bunun için¸ Anadolu Erenlerinin pîri¸ Pîr-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevî hazretleri:
“Benim hikmetlerim âlemde sultan
Kılar bir lâhzada çölü gülistan!” diyor.
Şiirin biricik iklimi aşktır. İbn-i Haldûn’un “Mukaddime”sinden öğrendiğimize göre¸ İbn-i Reşîk¸ şiir sanatını anlatan “El-Umde” kitabında¸ ‘güzel şiir söyleyebilmek için¸ sırılsıklam âşık olmak gerektiğine’ dikkat çeker. Aşk¸ şiirin tabiâtında var. Fuzûlî’nin¸ “Aşk imiş her ne var âlemde!” diyişi bundan.
‘Mecazları Kullanma Gücü’
Aristo ise¸ ünlü ‘Poetika’sında şöyle der:
“Mecazları kullanma gücü¸ dehanın işaretidir!”
Usta şair Asaf Hâlet Çelebi de¸ 1954 yılında İstanbul Dergisi’nde ‘Benim Gözümle Şiir Davâsı’ başlığıyla yayımlanan bir dizi makalede ‘mücerret şiir’ ve ‘müşahhas malzeme’ bağlantısı üzerinde durarak şunu söyler:
‘Sanatkârın müşahhas (concret) malzeme ile inşa edeceği şiir âlemi¸ bizim kafamızda mücerred (abstarit) hayallere yol açar: Şiir bize tıpkı hayatta olduğu gibi müşahhas malzeme ile mücerred bir âlem yaratır.’ Behçet Necatigil’in ‘hikmet burcu’ diye tarif ettiği¸ şiirin son evresi de¸ bu aşkınlığın bir ifadesidir.
Son yüz yılın sözü edilmeye değer şairlerinden¸ Nobel ödüllü Oktavio Paz¸ şiirin vazgeçilmezliğine ve insanî işlevine şöyle işaret ediyor:
“Yeryüzünde insanlar oldukça¸ şiir de olacaktır. İnsan¸ eğer şiiri unutsaydı¸ kendini unutmaya mahkum olurdu. Başlangıçtaki kaosa dönerdi. Demek ki¸ pek hafife alınacak bir eylem/iş/uğraş değilmiş şiir... Tabii ki¸ ‘poetic licence’ (poetik lisans) poetik birikim¸ poetik yeterlilik ya da tam ifadesiyle ‘poetik ehliyet’ sahibi kişilerin yazdığı güçlü şiirden söz ediyoruz.”
Genel bir tasnifle¸ iki tür şiirden söz edilebilir: Düşünce¸ felsefe ve tasavvuf ağırlıklı entelektüel şiir ile¸ fazla derin ve yoğun olmayan¸ sâde şiir¸ saf şiir¸ nahif şiir. Okunur¸ okunmaz¸ mânâsını açığa vuran şiir. Her ne kadar İbn-i Haldûn¸ şiirin ‘kapalı ve muğlak’ olmaması gerektiğini ileri sürüp¸ ‘açık ve kolay anlaşılır’ şiirden yana bir tavır takınsa da; Batının ve doğunun güçlü şairleri¸ yazarları¸ fizik dünyayı aşıp¸ mücerret düşünme yetkinliğine ulaşarak¸ metafizikle kontak kurabilen kişilerdir. Yani sözü mecâzlı/sembolik söyleyebilenler. Üst idrak¸ üst gerçeklik için bu gerekli. Ortalama/vasat okuyucu için söyleyişin açık ve kolay anlaşılır olması istenebilir. Ama şu da bir gerçek ki¸ eşyanın ve oluşların zahiri/görünen yüzü ile oyalanan bir idrak¸ sığ bir idraktir. Eşyanın/fizik âlemin derinine doğru sırrî bir yolculuğa çıkabilenler¸ aynanın ötesine bakabilenlerdir. Öz bir ifadeyle¸ edebî soyutlama gücü olanlar¸ tefekkür özgünlüğü ve özgürlüğü olanlardır. Eşyadan bağımsız düşünme¸ kurgulama ve soyut bir imaj dünyası kurabilme yeteneği ya da yerli ifadesiyle ‘ibda gücü’ diyebiliriz buna. Bu aşkın/müteal boyuta varan özgür ve özgün idrak¸ çoğu zaman düşük yoğunluklu vasat idraki iter. Bu münasebetle¸ derinliksiz¸ ufuksuz idrake sahip olanlar¸ çizgi üstü/aşkın idraklerin bazı olağanüstü hâllerini¸ bencillik ve ego yansıması ile karıştırır. Oysa bu karşı çıkış¸ ‘tabiî bir itmedir.’ Kibirle¸ büyüklenme ile doğrudan alâkalı değil. Olup biten hâdise¸ sadece¸ üst idrakin¸ alt idrake tahammülsüzlüğünün tabiî bir tezahürüdür.
Şairin Poetik Kudreti
Şiirin ilk doğuşu¸ ilk şimşeklenişi¸ kişi (şair) tarafından belirlenemez¸ ayarlanamaz. Çünkü şiirin doğuş saati¸ ölümün geliş saati gibi bilinmezdir. Ne öne alınabilir¸ ne ertelenebilir! O tabiî bir doğuş¸ tabiî bir şimşekleniştir. Zorlamayla¸ yapay şimşeklendirme ortamı ve ilhâmı oluşturulamaz.
Şair¸ işte bu ilk ilhâmdan¸ ilk kıvılcımdan¸ ilk belirişten¸ ilk kâlbe doğuştan sonra devreye girer. Maharetini ve mârifetini gösterir: Edebî¸ estetik müktesebatı ile¸ tabiri yerindeyse¸ bu ‘ham malzemeyi’/bu ‘işlenmemiş cevheri’ titiz sanat yeteneği ile işler; idrakini acıtan emek-yoğun bir uğraştan sonra¸ ona şekil ve ruh verir.
Edebiyatta¸ ‘ilk doğan söz¸ en iyi sözdür’ türünden bir anlayış var ise de¸ buna katılmak imkânsız. Çünkü¸ şair vahiy alan bir kişi değil ki¸ gelen ilk söz¸ ilk cümle/ilk mısra kusursuz olsun. Elbette¸ ilk doğuşu ile güzel olan ve müdâhale gerektirmeyen söyleyişler olabilir. Fakat işlenmesi¸ inceltilmesi¸ yoğunlaştırılması ve estetize edilmesi gereken mısralar çoğunluktadır. Şairin şiir gücü¸ şiir ilmi¸ soyutlama becerisi ve poetik kudreti¸ tam da bu aşamada devreye girer. Tabiî ki¸ güçlü şiirin¸ düşünce derinliği olan entelektüel şiirin¸ sun’i yollarla ‘inşa edilen bir şey’ olduğunu söylemiyorum. Fakat titiz bir duyarlıkla ve aşkın bir idrakle olgunlaştırılmasının şart olduğunu ifade ediyorum.
Bana göre güçlü şiir¸ mecazlarla yoğunlaştırılmış¸ düşünce ağırlıklı¸ tasavvuf/felsefe eksenli ve mânâ derinliği olan şiirdir. Yer yer hüznü ve lirizmi de vardır bu şiirin/mutlaka olmalıdır.
Tabiî ki¸ ‘örtülü¸ sembolik’ olmakla¸ anlamsız ve ‘saçma’ olmak arasındaki farkı¸ sınırı iyi belirlemek gerekir. Yani¸ soyut şiir¸ metafizik şiir¸ kural dışı/dadaist şiir demek değildir. Sırlı¸ hikmetli ve mecâzlar örgüsüyle dokunmuş¸ özgün çağrışımları olan bir şiirdir. Mâhâret ve mârifet¸ bu mazmunlu¸ gizemli¸ efsunlu sözün “edebî ve ebedî şifresini/sırrını” çözebilmektir. Kalemin ve kelâmın remzine¸ rûhuna vâkıf olmak; künhüne/cevherine varmak¸ sözün mücerret/mistik/ulvî enerjisini derinden hissetmek...
Elbette şiir cümlesi¸ okunur okunmaz¸ bütün mânâsını ve esrarını faş etmemeli. O âşifte bir Garp yosması gibi değil; iffetli¸ füsunlu¸ asâletli Şark sultanı gibi olmalı. Âşk ve aşkınlık büyüsüyle¸ kişiyi kendine meftun edip¸ peşinden koşturmalı. Fikrî¸ bediî bir çile çektirmeli ve ondan sonra kendini teslim etmeli okuyucuya. Bu üstün şiir¸ okuyucudan¸ edebî-estetik idrak ister. Bu revnaklı¸ coşkun şölene¸ onun da katılmasını gerekli ve kaçınılmaz kılar.
En sade¸ en kestirme mânâsıyla¸ ‘şiir¸ disipline edilmiş sözdür.’ Kural dışı olan¸ şiir dışı demektir. Onun için¸ Halil Cibran çok haklı: “Ruhların sözlerinin cahilin elinde söylendiğini duymaktan kederleniyorum...Şiir sanatı¸ evi ruh¸ yiyeceği yürek¸ şarabı duygu olan bir mânâdır. Bu biçimde gelmeyen şiir¸ yalancı Mesih’tir!”
Sanatların Sultanı
Şiir¸ ilimlerin ilmi¸ sanatların sultanıdır. Şiir edebiyatın tartışılmaz efendisidir. O yüzden şiiri ciddiye almak gerekir. Bu iş yeteneksiz ve ilimle desteklenen ilhamsız¸ sadece heveskârlıkla olmaz. Toplumsal sığlığın kapı araladığı şairimsiler¸ elde ettikleri haksız şöhret ve kazandıkları şâibeli paralarla avunabilirler. Ama sakın ola¸ yarına kalacaklarını hayâl etmesinler.
Şiir titizlik ve incelik sanatıdır. Sıradanlıklar¸ acemilikler ve yüzeysel duyuşlar yakışmaz ona. Hele aceleye hiç gelmez. Usta bir şair¸ bir fikir ve his yangını olan şiirin¸ ruhu yücelten iklimine ulaşabilmek için¸ tıpkı Yahya Kemal gibi¸ şiirin “serin” kelimelerinin esrarını iyi bilmelidir.
İlahî bir ilhâmla ya da sezgi¸ idrak zorlamasıyla gelinen şiir eşiğinden¸ o muhteşem şiir sarayına adım atabilmek için¸ tefekkür çilesine ve orijinal eser üretme sancısına katlanmak gerek. Şiire en yakışanı; en seçkin¸ en estetik¸ en sanatlı olanı bulma cehti. Bu bir kelime mühendisliği¸ kelâm ilmini¸ şiirin esrarını bilme yetkinliğidir. Bunu beceremeyen¸ çapı ve edebî idraki buna kifâyet etmeyen derinliksiz şair¸ şiirin çetin iç yolculuğuna çıkamaz. Kendi dar dâiresinde sıkışıp kalır. Şiir¸ “ince bir ruh¸ derin bir mânâdır!” Rafine olmamış¸ kristalleşmemiş şairler¸ şiirin ‘büyük okyanusuna’ açılamaz; aşkın semâsına yükselemez; bu ummânın kıyıcığında¸ -yüzme bilmeyen çocuklar¸ kanatsız kuşlar gibi- ömür boyu çırpınır durur.
Güzel ve güçlü diye nitelenebilecek edebî kıymeti olan şiirler yazabilmek için; ruhu¸ duyarlığımızı ve sözlükte suskun bir edâ ile duran kelimeleri diriltecek¸ “esenliğin” sırrına ermek gerekir. Ancak o zaman¸ bir şiir ya şiirdir ya da değil...
Şiirin Metafizik Serüveni
Adı¸ Enis Aksu. Genç bir şair adayı. Daha lise talebesi¸ daha ‘çiçeği burnunda.’ Şiir üzerine konuşuyoruz. Daha doğrusu ben anlatıyorum¸ o dinliyor...
“Neden şiir?”¸ diyorum. Şiir çetin bir iş¸ büyük bir çile. Bu çileyi çekmeye hazır ve razı mısın?
Rilke’nin dediği gibi¸ geceleri kendine sor¸ eğer yazmadan yaşayabilirim diyorsan¸ tez elden yazmayı bırak. Hayır¸ ‘yazmasam yaşayamam!’ diyorsan devam et.
Bilindiği üzere¸ iki ana unsuru var şiirin. Birincisi şair doğmak; istidat¸ yani yetenek. O yoksa kitapları yiyip yutsan¸ şair olamazsın. Ancak tek başına yetenek de yetmez¸ onu çetin bir kültür birikimi ile destekleyeceksin. Farklı bakacaksın her şeye¸ bütün oluşlara. Görülmezi hayâl edecek¸ bilinmezi sezmeye çalışacaksın. Hiç bir araya getirilmemiş nâdide kelimeleri bir araya getirerek¸ Valery’nin dediği gibi¸ onları şimşeklendireceksin. Yüreğindeki sevdânın ve acının tesiriyle şiirin büyük ateşini uyandıracaksın! Orijinal ve özgün imajlar/tedâiler oluşturacaksın. Doğunun ve Batının güçlü şair ve yazarlarını okuyacaksın. Sadece şiir kitapları okumakla şiir kültürü¸ birikimi oluşmaz. Düşünce¸ felsefe ve tasavvuf kitapları okuyacaksın. Dergileri takip edecek¸ gönderdiğin şiirler yayınlanmasa da¸ şevkini¸ edebî heyecanını¸ estetik tecessüsünü¸ delikanlı cesaretini yitirmeyecek; asla ümitsizliğe¸ yılgınlığa¸ yorgunluğa düşmeyeceksin.
Rehberin¸ bu sahanın en iyileri¸ en güçlü isimleri olacak. Onların yazdığıyla¸ kendi yazdıklarını karşılaştıracak¸ kıyaslayacaksın. Ama sen hep özgün kalacak¸ hep kendin olacaksın. Yazdığını beğenmeyecek¸ acımasızca yırtıp atacaksın. Uzun ve çileli bir yol bekliyor seni. Yüreğini kanatacak¸ beynini törpüleyecekler ama sen bu soylu koşunu aralıksız sürdüreceksin. Hiç kimse değerini bilmese de¸ kendin bileceksin ki¸ ben ulvî ve soylu bir uğraş içindeyim. Grama¸ kiloya¸ metreye¸ liraya vurmayacaksın yaptığın işi. Çünkü¸ mücerret değerlere paha biçilmez. İbn Arabî’nin de işaret ettiği gibi şiir¸ bir şuur işidir. Şiiri hafife alanlarla yoldaşlık etmeyecek¸ onlarla gereksiz tartışmalara girmeyeceksin. Senin şiirin sana¸ benim şiirim bana diyeceksin!
Batı felsefesiyle¸ Doğu ilhâmı¸ irfânı/hikmeti¸ yolunu aydınlatacak. Felsefe kişiyi biraz daha fazla oyalar¸ hikmet ise tez vardırır hedefe. Ama sakın¸ “menzile vardım!” deme: Çünkü¸ Doğu bilgeliğinde¸ menzil çetin bir yolculuk¸ ‘son başlangıçtır!’ Sokrates’in dediği gibi¸ ‘bilmenin’ ilk ve son evresi¸ ‘bilmediğini bilmek!’ Çünkü bilgi büyük bir okyanuş bizim ondan alabildiğimiz hisse ise¸ gül yaprağında tutunan yağmur çisentisi kadar bir şey...
Mevlânâ’nın pergeli gibi¸ bir ayağın hep gelenekte olacak. Bil ki¸ ‘gelenek dünden çok¸ yarın demektir ve geleneği olmayanın¸ geleceği de olmaz.’ Şiirimizin ana ırmağı¸ iki ayrı vâdide akar: Dîvan edebiyatı (Tekke buna dâhildir) ile Halk Edebiyatı vâdisinde. Şairim¸ şiir yazıyorum diyen¸ bu iki kaynaktan ilhâm almak¸ beslenmek zorundadır. Onun kimyası¸ öz cevheriyle edebiyat ilmini öğrenecek ve ebediyet fikri kazanacaksın.
Unutma ki¸ edebiyat da¸ öteki ilimler gibi bir disiplindir. İlmi¸ diyalektiği¸ sistematiği¸ estetiği¸ kaide ve kuralları vardır. Tabiî ki¸ sana ‘birinci sınıf şiirden’ söz ediyorum¸ sara’lı hasta sayıklamalarından değil. Edebiyat dünyasında ben de varım diyebilmenin şartlarını anlatıyorum. Yoksa eli kalem tutan ve vasat hisleri olan herkes orta malı şiir yazabilir. Maksat bu değil¸ maksat güçlü şiir; edebî-estetik-sembolik şiir; sosyal şiir ve şiirin daha aşkın bir evresi olan¸ ‘mücerret şiir.’ Aşınmamış¸ özgün imajları¸ ulvî çağrışımları¸ felsefî derinliği olan metafizik şiir. Diğer bir ifadeyle¸ ‘mistik şiir/sûfî şiir.’ Nesnel dünyayı aşabilen¸ eşyanın hakikatini (müsaade edildiği kadarıyla) idrak edebilen; ‘oluş sırrını kavrayan’ ontolojik şuurun¸ lirik ve trajik şiiri.’
İşte hikmetli şiirin¸ metafizik serüveni.
Sözü¸ Aziz Mahmud Hüdâyi hazretlerinin ‘işin ruhunu yansıtan’ ve kalbe ferahlık veren beytiyle tamamlayalım: “Âyinedir bu âlem her şey Hak ile kâim/Mir’ât-ı Muhammed’den Allah görünür dâim!”
Olcay YAZICI
Yazar“Sâde” yazmak, “basit” yazmak değildir. Çoğu kimse sâde kelimesini basit kelimesiyle aynı anlamda kullanır. Oysa sâde, içinde derinlik barındıran bir kavram… Fakat basit, sathîdir; yüzeysel, üstünkörü...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Ramazan ayının kalan yarısını idrak ederken, bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi’ni ve Ramazan’ın bitimiyle de bayramı yaşayacağız inşaallah. Bu mübarek günler, hayırların tavsiye edildiği ve mü’minle...
Yazar: Raziye SAĞLAM
Daha çok küçükken rahmetli dedem beni sık sık sevindirirdi. Yattığım odadan salona kadar geçeceğim yola aralıklarla bir bir bozuk ve kâğıt para koyardı. Sonra da seslenerek beni çağırırdı. "Tarık, ge...
Yazar: Erdal KARASU
Tefsir, hadis ve fıkıh âlimi. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in bacanağı, Şeyh Edebali’nin hemşehrisidir. Doğum tarihi bilinmemektedir. Sultan Orhan devrinde vefat etti. Karamanlı olan Durs...
Yazar: Muammer YILMAZ