Seyyid Osman Hulûsî Efendi (k.s.)’de “Dedim-Dedi” Söyleyişi
Edebî metinlere canlılık ve akıcılık katan ve monotonluğu kaldıran uygulamalardan biri de “dedim-dedi” tarzıdır. Usta şairler bazen bir manzumenin tamamında bazen bir veya birkaç beytinde bilhassa mısra başlarında dedim-dedi tarzıyla muhatap ile diyalog oluştururlar. Ancak bu diyaloğun diyeni de cevap vereni de şairin kendisidir. Umumiyetle diyen âşıktır, cevap veren mâşuk/sevgilidir. Böylece şair sevgilisiyle gerçekte kuramadığı diyaloğu şiir yoluyla kurmaya çalışır. Klâsik Türk edebiyatında bu tür şiirlere müracaa adı da verilmektedir.[1] Hemen her konuda ilhamını Kur’an’dan alan Türk şairleri bu konuda da onu rehber edinmiştir. Kur’an-ı Kerim’in bazı âyetlerinde Allah, diyalog yöntemiyle kullarına seslenir ve ardından cevap verir (meselâ: Bk. 2/Bakara, 13-14.). Türk edebiyatında ise dedim-dedi söyleyişinin ilk örneğine Kaşgarlı Mahmud’un Divânü Lügati’t-Türk’ünde rastlarız. İki dörtlükten ibaret bir şiirin ilk dörtlüğü “Aydum”(=dedim), ikinci dörtlüğü “Aydı”(=dedi) kelimeleriyle başlar.[2] Canlı bir söyleyiş tarzı olduğu için dedim-dedi, Türk edebiyatının her alanında şairler tarafından denenmiş güzel örnekler verilmiştir. Klâsik Türk edebiyatında Kadı Burhaneddin, Ahmedî, Nesîmî, Şeyhî, Ahmet Paşa, Necâtî, Cem Sultan vd.; halk edebiyatında Emrâh, Âşık Hasan, Kul Nesîmî, Âşık Ömer vd.; tekke edebiyatında da başta Yunus Emre olmak üzere birçok şairde güzel örneklerine rastlanmaktadır. Dedim dedi söyleyişini daha çok halk şairleri sevgiliyle söyleşi için tercih etmişlerdir. Şair âşık, sevgili mâşuktur. Âşık sevgilinin yanak, göz, kaş, zülf, yüz, boy vb. güzellik unsurlarıyla ilgili sorular sorar, sevgili cevaplar verir. Sorular da cevaplar da çiçek, ağaç ve tabiat istiareleriyle gerçekleşir. Konuyla ilgili Erzurumlu Emrah’ın şiiri meşhurdur: Dedim dilber dîdelerin kan olmuş Dedi çok ağladım sel yarasıdır Dedim beyaz gerdan çâk-i hâk olmuş Dedi zülfüm değdi tel yarasıdır Dedim peri yanakların kızarmış Dedi çiçek soktum gül yarasıdır Dedim peri niçin sarardın soldun Dedi hep çektiğim dil yarasıdır Âşığın sevgilisiyle, dervişin mürşidiyle, kulun yaratanıyla söyleşmesini, sohbetini dile getirmede son derece etkin olan dedim-dedi tarzını Seyyid Osman Hulûsi Efendi de şiirlerinde etkin bir şekilde kullanmıştır.[3] Şiirlerini diyalog yoluyla halkı eğitmek, şeyhiyle hasbihal etmek, gönlüyle dertleşmek, yaratanına halini arz etmek için kullanan Hulûsi Efendi (k.s.)’nin amacına bu tarz son derece uygun olduğu için güzel örnekler vermiştir. Divanındaki altı beyitlik 445. gazelinde her mısra başında “dedim” ve “dedi” kelimelerini kullanarak gönlüyle kurduğu diyaloğu dile getirir: Dedim gönül nizâr-ı intizârın yâra mı yâra mı Dedi amân açma sorup da yâremi yâremi Dedim gönül ne kâra ne varadır muhabbetin Dedi amân muhabbetin senin de vara mı vara mı Dedim gönül neden bu dâm-ı zülfe beste olmuşsun Dedi aceb sorma benim bahtı kara mı kara mı Dedim gönül sen kangı Leylâ zülfünün Mecnûn’usun Dedi aceb Mecnûn da ben gibi âvâre mi âvâre mi Dedim gönül ne merhem urmalı yârene çâre ney Dedi visâl-i yâr ola ondura bîmâra mı bîmâra mı Dedim gönül Hulûsî hakkında nedir sözün Dedi o âşık-ı bîmâra mı gamhâra mı zâra mı Hulûsi Efendi (k.s.) bazen de bir toplulukla diyalog kurar. Bir araya toplanmış bir grup insanla diyaloğunu dile getiren 182. gazeli buna en güzel örnektir. Bu yek ahenk gazele göre güya Hakk’ı anmak, Hak konuşmak ve O’nu zikretmek için bir araya toplanmış bir grup tarikat ehlinin bu amaca uymayan davranışlarını dile getirir: Bugün vardım kurulmuş bezm-i gam hâl-i ferâgat yok Birikmiş ehl-i firkat cem‘-i hâtırdan alâmet yok *** Dediler cem‘imiz Hak cem‘idir hep bezm-i vahdetdir Dedim deryâ o deryâdır velâkin dürr-i hikmet yok Dediler pîr-i kâmilden el aldık ders-i tevhîdden Dedim pîr kâmil ammâ ki mürîdde kesb-i himmet yok *** Çıkıp meclislerinden anlara son söz vedâ etdim Hulûsî kûşe-i vahdet gibi semt-i selâmet yok Şairler dedim-dedi yerine bazen Eski Anadolu Türkçesinin telaffuzuyla “aytdım-aytdı, didüm-aytdı” şeklini bazen de günümüz Türkçesine daha yakın “sordum-dedi” gibi kullanımları da tercih etmişlerdir. Hulûsi Efendi de 59. gazelinde Eski Anadolu Türkçesinin telaffuzuyla “Eytdim-Eytdi” kelimelerini tercih ederek sevgilisiyle diyalog kurmuştur: Eytdim ki nigâhın nereye câna mı dilber Eytdi nazarım cânın ile kalb-i sanavber *** Eytdim ki Hulûsî sana kurbân ola mı yâ Eytdi ki ezelden kulu kurbânım o kemter Bu şiirin son beytinde Hulûsi Efendi sevgiliye “Hulûsi sana kurban olsun mu?” diye sordum o da bana “O benim ta ezelden beri kulum kurbanımdır, dedi” der. Hulûsi Efendi’nin Ezelden beri kulu, kurbanı olduğu sevgili elbette Allah’tır. Diğer şiirlerinde olduğu gibi Hulûsî Efendi’nin dedim-dedi tarzıyla söyleştiği sevgili de yine Allah’tır.[4] Yukarıdaki örneklerden ve incelemelerden Hulûsi Efendi (k.s.)’nin başta yüce sevgili Allah’a halini arz etmek, insanlarla sohbet etmek, hasbihal etme veya uyarmak üzere “dedim-dedi” tarzını kullandığını görmekteyiz. Diğer yazılarımızda da dikkat çektiğimiz üzere Hulûsi Efendi konuya göre şiir tarzını seçmekte mahirdir. Bu meyanda “dedim-dedi” tarzı şiir söyleyişini de başarılı bir şekilde kullandığını söyleyebiliriz. [1] H. Dilek Batislam, “Divan Şiiriyle Halk Şiirinde Ortak Bir Söyleyiş Biçimi (Mürâca’a-Dedim-Dedi)”, Folklor/Edebiyat Dergisi, Ankara, 2000, c. VI, S. 22, s. 201-211. [2] Besim Atalay, Divanu Lugatı’t Türk Tercümesi, C.1,: TDK Yayınları, Ankara1992, 215, 216. [3] Bu yazıdaki şiirler şu çalışmadan alınmıştır: Nihat Öztoprak, 20. Yüzyıl Mutasavvıf Divan Şairi Seyyid Osman Hulûsî Efendi Divanı (İnceleme-Metin-Nesre Çeviri), Nasihat Yayınları, İstanbul 2020, c.I (4c.), s. 127-128. [4] Verilen örneklerin dışında Hulûsî Efendi Divanı’nda “dedim-dedi” tarzıyla yazılmış başka örnekler de vardır. Bk. Nihat Öztoprak, a.g.e., Gazel 97, 273; Rubaî 27, 80, 134. 157; Kıt’a 4, 24; Müfred 35, 102, 250.
Nihat ÖZTOPRAK
YazarBir önceki yazıda Türk edebiyatında manzum mektup yazma geleneğinden bahsetmiş ve bu geleneğin takipçisi olarak Hulûsî Efendi (k.s.)’nin manzum mektuplarını işlemeye çalışmıştık. O yazıda ağırlıklı ol...
Yazar: Nihat ÖZTOPRAK
“Hikâyeler, romanlar, şiirler, denemeler, makaleler bizi zaman zaman hayal dünyasının dehlizlerine götürse de hayal kurmak hiçbir zaman kötü bir şey değildir. Çünkü gerçekler hayallerin gölgesinden uz...
Yazar: Erol AFŞİN
Osmanlı'nın Çöküş Döneminde 33 Sene Sürecek Uzun Bir Saltanatın Mimarı Osmanlı padişahlarının 34.sü, İslâm halifelerinin ise 113.sü olan Sultan II. Abdülhamid, 21 Eylül 1842 tarihinde İstanbul'da ...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Mutasavvıflara göre Kur’an ayetlerinin ilk görünüşte akla gelen zahirî anlamları dışında bir de marifet sahibi arif kimselerin anlayabileceği batınî anlamları vardır. Sufiler belirli kaidelere ve hass...
Yazar: Aydın BAŞAR