SEVGİLİYE ARZ-I HÂL
"Es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi (k.s)'nin belirttiği üzere hakîkî Müslümanın amacı kulluk makâmına erebilmektir. Kul olduğunun bilincinde olan kişi Cenâb-ı Hakk'ın eşiğinde O'nun lütuf ve keremini uman zavallı bir dilencidir."
1. Safâ-yı hâtırım her demde şevkinle senâ-hân et
Dil-i mahzûnumu vaslın demiyle şâd u handân et
"Huzurla dolu gönlüme¸ seni her an coşku ve heyecanla övmeyi nasîb eyle. Hüzünler içerisindeki şu kalbime sana kavuşarak mutlu ve bahtiyar olmayı nasîb eyle."
Huzur ve itmi'nân içerisindeki gönül bu mânevî rûh hâletini¸ izinden yürüdüğü¸ rehber edindiği sevgililerin sevgilisine¸ yani en sevgiliye borçludur. Bu nedenle de -Allah'ın ve meleklerin kendisini övdüğü- Hz. Peygamber (s.a.v) diller döndüğünce medhedilir¸ onun sevgisiyle gönüller süslenir.
Ondan uzak kalpler ise kederler¸ acılar içerisinde kıvranmaktadır. Bu durumda kalan bî-çârenin tek umudu vardır; o da özlemiyle yanıp tutuştuğu sevgilisine kavuşmaktır.
2. Ser-i kûyun tavâfın kasd eder cân erse maksûda
Gedâ-yı âsitânındır ana haddince ihsân et
"Can¸ maksadına erişmeyi başarıp sevdiğinin bulunduğu yeri tavâf etmek ister. Ey sevgili¸ eşiğinde bekleyen bu dilencidir o; olabildiğince lütuflarda bulun."
Beyitte geçen "kûy" Dîvân Edebiyatında mahbûbun oturduğu köy¸ yurt mânâsına gelir. Sevgili¸ kûyunda bir sultândır; âşığın tek amacı oraya ulaşmak¸ dahası oradan hiç ayrılmamaktır. Âşık için sevdiğinin köyünde bir köle olmak¸ dünyaya sultân olmaktan üstündür.[2] Bu nedenle de yaratılmışların en hayırlısının bir zamanlar gezip dolaştığı ve şimdi Ravza-i Mutahhara'sının bulunduğu yerlere gitmek¸ o havayı teneffüs etmek¸ her âşığın cân u gönülden arzuladığı şeylerin başında gelir. Tasavvufî terminolojide "kûy" ayrıca kulluk makâmı[3] anlamına da gelir. Böylece es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi (k.s)'nin belirttiği üzere hakîkî Müslümanın amacı kulluk makâmına erebilmektir. Kul olduğunun bilincinde olan kişi Cenâb-ı Hakk'ın eşiğinde O'nun lütuf ve keremini uman zavallı bir dilencidir. Yüce yaratıcı ise "Büyüklük ve ikrâm sâhibi Rabbinin adı yücelerden yücedir."[4] âyeti sırrınca elbette kuluna sonsuz nimetleriyle ikrâmda bulunacaktır.
Adlî mahlasıyla şiirler yazan II. Bâyezîd bu minvâldeki yakarışını şu beyitlerle dile getirir:
Hüdâyâ hüdâlık sana yaraşır
Nitekim gedâlık bana yaraşır
Çü sensin penâhı cihân halkının
Kamudan sana ilticâ yaraşır[5]
3. Açılmaz bahtımın gül goncası vechin nikâbından
Perîşân gönlümün hâlin açıp zülfün perîşân et
"O güzel yüzünün önündeki perdeler¸ bahtımın goncasının açılmasına engel. Örtünü kaldırarak o güzel zülüflerini göster ki perişan gönlüm periler gibi güzelleşsin."
Sevgilinin¸ âşığıyla arasına koyduğu perdeler¸ engeller âşık için azapların en büyüğüdür. Bir önceki beyitte sevdiğinin köyüne ulaşan; ancak yine de cemâliyle müşerref olamayan âşığın yakarışını duyarız bu beyitte. O¸ kara bahtının aydınlanması için gül kokulu¸ gül yüzlü¸ ezelde açılan ilk gül olan Sultân-ı Enbiyâ'nın kendisiyle arasındaki engelleri kaldırmasını niyâz eder.
4. Ne hâcet sevdiğim bir özge şeyle kasd-ı cân etmek
Yeter ser-tîz-i gamzen tîğı çek uşşâkı kurbân et
"Ey sevdiğim¸ beni öldürmek istiyorsan¸ başka bir şeye gerek yok. Kılıçtan keskin bakışın yeter; kılıcını çek¸ onunla âşıkları kurbân et."
Beyitte geçen "gamze" yan bakış¸ göz süzme anlamlarına gelir.[6] Buraya kadarki beyitlerde yârinin köyüne gelmek¸ sonrasında cemâliyle şerefyâb olmak isteyen âşığın bir isteği daha vardır; o da sevgilisinin bir an bile olsa kendisine nazar etmesidir. Mahbûbun âşığa nazarı sâyesindedir ki ilâhî feyiz ve hakîkatler¸ gönülden gönüle akar; rûhlar olgunlaşır. Bu nazar için bir değil bin cân fedâ edilir.
5. Eğer lutf u eğer cevr eylesen de câna bir senden
Ne gelse hoş odur ey sevdiğim böyle şitâbân et
"İyiliklerde de bulunsan bana¸ ezâ cefâ da eylesen¸ senden gelen ne olsa hepsi birdir. Ey sevdiğim sen ne eylersen eyle güzeldir; kabulümdür."
Ezâ-cefâ anlamlarına gelen "cevr"e sebep olan şey ayrılıktır. Vuslat için yanıp tutuşan âşık yine de şikâyet etmemekte¸ cânânından gelecek olan cefâyı da safâyı da hoş karşılamaktadır. Müslüman¸ başına her ne gelirse gelsin "Hepsi Allah'tandır..."[7] demesini bilen ve şikâyet etmeyendir. Nitekim bu hâl tasavvufta "nefs-i râdıye" olarak isimlendirilmiştir. Rızâ makâmına eren nefis¸ kendi irâdesinden vazgeçip Cenâb-ı Hakk'ın irâdesine tâbi olur. Hiçbir şeyden şikâyet etmez. Nefis¸ olgunluk yolundaki bu çok önemli basamakta hakka'l-yakîn mertebesine ulaşmıştır ve artık Rabbinden gelen herşey onun için güzeldir¸ makbûldür.
"Hoştur bana senden gelen
Ya hil'at ü yahut kefen
Ya taze gül yahut diken
Kahrın da hoş lütfun da hoş"
6. Bahâr eyyâmıdır sahn-ı çemende neş'eden ey gül
Figân-ı bülbülü gûş eyleyip çâk-ı girîbân et
"Ey gül¸ bahçelerde mutlu bahar günleri yaşanmakta¸ herkes neş'e içinde. Bülbülün feryâdını dinle ve yakanı-bağrını parçala."
Gül ile bülbül edebiyatımızda sıkça kullanılan ve âşık ile maşûku temsîl eden önemli motiflerdendir. Klasik edebiyatımızda sevgilinin bütün özelliklerini taşıyan gül¸ güzelliği¸ rengi¸ kokusu¸ tazeliği ile maşûkun farklı hallerinin tezâhürüdür. Gülün en güzel tezâhürü ise yapraklarını açtığı ve güzelliğini olanca ihtişâmiyle sergilediği hâlidir. İşte bülbülün feryâd ederek cânânından istediği "çâk-ı girîbân" ederek yakasını-bağrını açması; yani cemâlini göstermesidir.
7. Ümîdin kesme ârzû-yı visâl ile olup dâim
Hulûsî hâk-i pây-ı yâra yüz koy zâr u efgân et
"Ümidini yitirme asla ve ona kavuşma arzusu içerisinde ol her zaman. Ey Hulûsî¸ sevgilinin ayağının tozuna yüz sürerek eyle feryâd u figân."
Hz. Peygamber âşıkları¸ Ravza-i Mutahhara'nın toprağını "tûtiyâ" olarak nitelendirmişler; gönüller sultânının ayağının tozunu gözlerine sürme olarak çekme azrusunda olmuşlardır. Çünkü Hâtemü'l-Enbiyâ'dan kalan¸ ona ait olan herhangi bir iz¸ alâmet onlar için vuslatın hatırlatıcısı olmuştur. İşte "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin"[8] ilâhî hitâbıyla müjdelenen her Müslüman gibi es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi de daima ümitvârdır ve vuslat hayâlinin gerçekleşmesi için gözyaşlarıyla Allah'a duâ ederek tazarru'da bulunur.
[1] 33/Ahzâb¸ 21.
[2] İskender Pala¸ Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü¸ Ötüken¸ İstanbul¸ 2000¸ s.249.
[3] Süleyman Uludağ¸ Tasavvuf Terimleri Sözlüğü¸ Kabalcı Yayınevi¸ İstanbul¸ 2005¸ s.223.
[4] 56/Rahmân¸ 78.
[5] Dîvân-ı Sultân Bâyezîd-i Sânî¸ Matbaa-i Osmâniyye¸ İstanbul¸ 1308¸ s.18.
[6] Uludağ¸ Tasavvuf Terimleri Sözlüğü¸ s.142.
[7] 4./Nis⸠78.
[8] 39/ Zümer¸ 53.
Abdülmecit İSLAMOĞLU
YazarBu dünyada sahip olunan mal¸ mülk¸ makam¸ mevki her ne varsa er veya geç tükenecek¸ son bulacaktır. O hâlde yapılması gereken dünyanın aldatıcı güzelliklerini¸ ziynetlerini¸ onlar bizi terk etmeden bı...
Yazar: Abdülmecit İSLAMOĞLU
Elest bezminde yaratıcısına verdiği sözden sonradır ki insanoğlu büyük bir özlem içerisinde yanıp tutuşmaktadır. Sonsuzluğa özlem Evvel ve Âhir¸ Bâtın ve Zâhir olan Allah¸ insanı muhatap ...
Yazar: Abdülmecit İSLAMOĞLU
"Osman Hulûsî Efendi'ye göre seher vakti¸ vuslatın gerçekleşeceği bir demdir. Bu yüzdendir ki hasretle beklenir ve özlenir. Seherler sevgiliye kavuşulan mübarek vakitlerdir. Ancak bunun...
Yazar: Abdülmecit İSLAMOĞLU
"Ömür¸ insanoğlunun sahip olduğu en önemli sermayesi¸ en kıymetli hazinesidir. O halde fırsat eldeyken; yani henüz yaşıyorken eldeki bu hazine yerli yerince kullanılmalıdır."V...
Yazar: Abdülmecit İSLAMOĞLU