Özbekistan Hatıraları Anadolu’dan Atayurdu’na
6 Ağustos 2023 Pazar sabahını diğerlerinden farklı kılan şey ata toprakları Özbekistan’ı ziyaret etmek için yola revan olmamızdı. Elbette bu heyecan tarihi ve kültürel bağlarımızı yerinde müşahede edecek olmanın ötesinde manevi köklerimizi ziyaret etmenin deruni ve manevi hazzını da içermekteydi.
Zira Özbekistan Türk tarihî açısından mühim bir coğrafya olmakla birlikte hem ehl-i sünnet akidesi, hem hadis geleneğimiz, hem de tasavvufi ekoller açısından önemli bir yere sahipti. İstanbul’dan yaklaşık dört buçuk saat süren bir yolculukla başkent Taşkent’e indiğimizde Türk olduğumuzu anlayan Özbeklerin mütebessim bakışları ve Hoş Kelibsiz sözleriyle karşılaşmak mutluluk vericiydi.
Sadece havalimanında değil gezimizin tüm aşamalarında Türk olmamız hasebiyle birtakım ikramlara mazhar olmuştuk. Zengin kültürel mirası ve 40 milyona yaklaşan nüfusu ile Özbekistan, bölgedeki diğer Türk cumhuriyetlerine göre öne çıkmaktaydı.
Özbekistan’ın başkenti Taşkent, 26 Nisan 1966 tarihinde yaşadığı 8 büyüklüğündeki depremle yerle bir olmuş; bilahare Ruslar tarafından inşa edilmiş bir şehirdir. Şehirde geniş sokaklar, sokakların ortasında ve kenarlarında var olan yaşlı ve heybetli ağaçlar, taş malzeme kullanılarak yapılan mimari eserler dikkat çekmektedir.
Taşkent’in İslam ilim tarihi açısından önemli bir özelliği, Hz. Osman (ra) mushaflarından bir tanesinin bu şehirde olmasıdır. Haste İmam Medresesi’nin içerisinde saklanan bu mushafın orjinalliğine, Hz. Osman’a (ra) nisbetine ve Taşkent’e nasıl geldiğine dair muhtelif bilgiler söz konusudur.
Adı geçen medresenin hemen yanında mevcut Özbek idarecileri tarafından bir İslam Merkezi (Islamıc Center) inşa edilmektedir. Yıllarca Sovyet rejiminin güdümünde kalan Özbekistan’da bu tarz faaliyetlerin devlet ricali tarafından gerçekleştirilmesi; sevindiricidir. Ayrıca Taşkent, Pîr-i Türkistan olarak bilinen Hoca Ahmed Yesevi’nin halifesi Zengi Ata’nın da medfun bulunduğu şehirdir.
Yaşadığımız ilk şok soydaş ve dindaşımız olan bu insanların, yaşamın temel dinamiklerinde bizimle farklılaşan temayülleri idi. Söz gelimi Türkiye’de var olan yerleşik kahvaltı kültürü ve kahvaltıda tüketilen gıdalar; Özbekistan’da bilinmiyordu.
Yol kenarlarında yöresel tandırlarda pişirilen, içerisine soğan ve et konulan Somse adlı poğaça tarzı küçük ekmekler, sabah kahvaltılarının değişmeyen tüketim malzemesiydi. Bir diğer husus ise siyah çay yerine yeşil çayın tüketilmesi; çayın ince belli zarif bardaklar yerine Kore kültüründe olduğu gibi geniş gövdeli kaselerde içilmesiydi.
Taşkent, Semerkant ve Buhara şehirlerinin merkezleri ve bu şehirler arasındaki yollar gayet bakımlıydı. Yollarda Chevrolet marka araçlardan başkasını görmek pek mümkün değilken araçların çoğu, hatta kamyon ve tırlar bile LPG ile çalışıyordu. Ayrıca bu şehirler arasında uçak ve raylı sistemlerle ulaşım imkânı da mevcuttu. Hatta İstanbul’dan direkt Buhara’ya uçmak bile mümkündü.
Semerkand’daki ilk ziyaretimiz yan yana duran Nadir Ağa Medresesi ve Hâce Ubeydullah Ahrar Hz’nin türbesine idi. Nadir Ağa Medresesi ve Özbekistan’daki diğer birçok tarihi esere giriş ücrete tabi idi. Nadir Ağa Medresesi’nde Hâce Ubeydullah Ahrar’ı temsilen yapılmış bir resim sergilenmekteydi.
Türbenin yanındaki cami, ahşap ve taşın muhteşem uyumunu çini sanatıyla taçlandıran bir estetik harikasıydı. Caminin bir bölmesinde devam eden tadilatı seyrederken, taş ustalarının kuyumcu titizliği ile çalıştıklarına ve ruhlarındaki güzellikleri taşlara kazıdıklarına şahit olmuştuk.
Özbekistan’da medfun bulunan Nakşî meşayıhın kabirlerinin hemen hepsinde yüzyıllık çınar ağaçları ve havuzlar mevcuttur. Özellikle bu çınar ağaçlarının, kabirlerde bulunan zatların hayatlarında dikildiği, türbedarlar tarafından anlatılmaktadır.
Tıpkı maneviyat ocaklarının silsileleri gibi dallanıp budaklanan bu ağaçlar, asırlardır oksijen üretmekte ve gölgeleriyle karasal iklimin sıcaklığından insanları korumaktadır. Silsilelerde adı geçen muhterem zâtlar ise ruha yaşam enerjisi veren muhabbeti doğurmakta; insanları küfür ve günahın azabından korumaktadırlar.
Türbelerin tipik ortak özelliği yaklaşık 1-2 metre yüksekliğinde dört köşe üzerine yükselen geniş taş muhafazalar içerisinde olmasıdır. Bununla birlikte bahsi geçen yapıların üzerinde veya önünde, makberede bulunan zatların kabir kitabeleri yer almaktadır.
Kabir kitabelerinde meşâyıhın künye, lakap ve nisbeleri Arapça ibarelerle kaydedilmiştir. Ayrıca Hâce Ubeydullah Ahrar Hz’nin türbesinde bordo renkli kadife bir örtü serilidir. Baş taşının iç kısmında Mümin Suresi’nin “Bugün hükümranlık kimindir? Elbette tek ve mutlak hükümran olan Allah’ındır!” mealindeki 16. âyeti yazılıdır.
Türbelerde bir dikkat çekici ortak husus ise, görevlilerin kabirde medfun zatların soyundan gelmesiydi. Yani bir bakıma türbedarlık görevi, nesilden nesile aktarılan bir manevi vazife olarak deruhte edilmekteydi.
Söz gelimi Hâce Ubeydullah Ahrar Hz’nin türbesinde rehberliğine başvurduğumuz Ali Şir adındaki hafız genç, hazretin soyundan olduğunu ifade etmişti. Nesep hususunda kayda değer diğer bir bilgi ise Özbekistan’da isimlerin sonuna eklenen Han lakabının seyyid soylarını ifade etmesiydi.
Semerkant’ta ziyaret ettiğimiz bir diğer mescit, Hz. Osman’ın soyundan olduğu rivayet edilen Abdu Beyrun adına yapılmış mescitti. Mescide giderken yol kenarında elleriyle kerpiç yapan bir ustayı görmüş ve kerpiç yapımını seyretmiştik.
Konaklayacak bir yer arayışına girdiğimizde Emir Timur’un türbesine yakın bir yerde evden aparta çevrilmiş mütevazi bir hotel karşımıza çıktı. Uluğ Bey Medresesi ve Gözlem Evi, Kusem İbn Abbas (ra), İmam Buhari, İmam Maturidi Türbeleri, Çaki Dize Mezarlığı, Emir Timur’un kabri ve Registan Meydanı Semerkant’ta gezdiğimiz diğer yerlerdi…
Hamit DEMİR
YazarNakşbendî Tarîkatı’nın önde gelen isimlerinden olan Mehmed Raîf Efendi’nin hayatı hakkında detaylı bilgi bulunmamaktadır. İstanbullu olduğu bilinen Raîf Efendi, İstanbul’da 1309/1891’de vefât etmiştir...
Yazar: Fatih ÇINAR
1642 yılında Şanlıurfa’da doğan ve asıl adı Yusuf olan şair Nâbî, hikemi şiirin önemli temsilcilerinden biridir. Soylu bir nesepten geldiği bilinen şair; iyi bir eğitim almış, Farsça ve Arapça öğrenmi...
Yazar: Hamit DEMİR
Şair, münşî ve hattat Tâcî Bey’in oğlu olan Cafer Çelebi, Amasya ve Bursa’daki tahsilinin ardından Simav’da müderris ve kadı olarak çalışmıştır. Edirne ve İstanbul’daki müderrislik görevlerinin ardınd...
Yazar: Hamit DEMİR
Özbekistan bizim hem maneviyat otağımız hem de ata yurdumuzdur. Türk birliği açısından yüksek ehemmiyete sahip Özbekistan’a yapmış olduğumuz bir ziyaretimizi sizlerle paylaşacağım.Bu ziyaretim sırasın...
Yazar: Oğuzhan AYDIN