Osmanlı Hanedanı’nda İlk Dîvân Sahibi Kadın Âdile Sultan
Sultan II. Mahmud’un, kızları içerisinde en uzun ömürlü olanıdır. 23 Mayıs 1826’da II. Mahmud’un ikbâli Zer-nigâr Hanım’dan dünyaya gelmiştir. “Doğruluğu gösteren” anlamına gelen ismini, babası II. Mahmud koymuştur.
Dört yaşına gelince annesini kaybetmiştir. Bir şiirinde, kalbine çöreklenen annesizlik acısını ve yaşadığı duygu fırtınasını şöyle kâğıda dökmüştür:
Vâlidem sevgili cânım Zernigâr
Hâl-ü ahlâkı güzel takvâ şiâr
Gitti dünyâdan beni koydu yetim
Meskenin yâ Rabbî kıl dârü'n-naîm
2.Mahmud, Âdile Sultan’ı, kendisinin de kız çocukları erken vefat eden Başkadın Nevfidan’a emanet etmiştir. Nevfidan Kadın, Âdile Sultan’ı evlâdı gibi yetiştirmiş; annesini ve öksüzlüğünü aratmamıştır. Âdile de zaten yazdığı şiirde onu ve anneliğini sena etmiştir:
Sonra oldu Nevfidan Kadın bana
Kendi evladı gibi sâdık ana
Kimseye çeşmim yaşın sildirmedi
Vâlidem olmadığın bildirmedi
Âdile Sultan, annesinin ardından 1839’da, 13 yaşındayken babasının ayrılık acısını yaşamıştır. Çocukluğu Dolmabahçe Sarayı’nda, gençliği de Beylerbeyi Sarayı’nda geçmiştir. Yüksek bir talim ve terbiyeden geçmiştir. Özel hocalardan din, edebiyat, musiki ve hat dersleri almıştır. Arapça ve Farsça öğrenmiştir. Dil, edebiyat ve şiire daha fazla alaka duymuş ve bir dîvân oluşturacak kadar aruz ve hece vezinleriyle şiirler yazmıştır.
19-20 yaşına gelince, kardeşi Sultan Abdülmecid tarafından 1845 yılında Tophane Müşiri Mehmed Ali Paşa ile evlendirilmiştir. Padişah, kız kardeşinin çeyizi için büyük itina göstermiş, tam 3.032.519,5 kuruş sarf etmiştir.
5 Haziran 1845 tarihinde başlayan düğün töreni Neşatâbad Sarayı’nda tertiplenmiştir. Düğün eğlenceleri de Haydarpaşa Sahrası’nda sahnelenmiştir. Boğaziçi’nin her iki yakasına da kandiller asılmış; saraylar, kışlalar, karakollar, yalılar kandillerle donatılarak şehrâyinler (ışık gösterileri) yapılmıştır.
Gösteriler arasında, İstanbul semalarına uçurulan balon çok dikkat çekmiş ve büyük heyecan uyandırmıştır. Sultan Abdülmecid şenlikler boyunca bolca ikram ve ihsanlarda bulunmuştur. Bir hafta süren düğün merasimi, 19. yüzyılın en muhteşemlerinden biri olarak kabul edilmiştir. 12 Haziran 1845’de Âdile Sultan’ın, gösterişli bir gelin alayıyla Neşadâbâd Sarayı’na getirilmesiyle düğün sona ermiştir.
Eşi Mehmed Ali Paşa, evlendikleri yıl kaptan-ı deryalığa terfi ettirilmiştir. Beş defa daha aynı göreve tayin edilen paşa, bir kere de bir seneliğine sadrazam olarak atanmıştır. Sultan Abdülaziz’in saltanat döneminde 1868’de vefat etmiştir. Âdile Sultan, kocasına karşı beslediği sevgiyi ve vefatından duyduğu üzüntüyü şöyle dile getirmiştir:
Devlet ü dine sadakatle ederdi hizmet
Emr-i Peygamberi icraya kılardı hizmet
Bir özü doğru, sözü doğru muhibb-i Devlet,
Öyle bir yar için Adile ağlar elbet
Âdile Sultan kocasını çok sevmiş ve onunla 23 yıl huzur ve mutlulukla geçen görkemli bir evlilik hayatı yaşamıştır. Bu izdivaçtan, Sıdıka, Aliye, İsmail ve Hayriye isimli çocukları olmuş; ancak ilk üçü erken yaşlarda hayattan ayrılmıştır. Hayriye, bunların en uzun ömürlüsü idi. Ama ecel, onu da genç yaşta alıp götürmüştür.
Kocasının ve kızının peş peşe vefat etmesinden oldukça sarsılan Âdile Sultan, sonraki yıllarda evine çekilmiş, gezintileri bırakmış; Nakşbendî şeyhlerinden Bâlâ Tekkesi Şeyhi Ali Efendi’ye intisap ederek vaktini daha ziyade ibadetle, okumakla, şiir yazmakla, fakir fukarayı bakıp gözetmek ve hayır-hasenatla geçirmiştir. Sâmiha Ayverdi onun bu yönü için; “Kalbi gibi kesesi de halka açık, evliya huylu bir kadındı.” demiştir.
Bilhassa okumayı ve şiirle haşir neşir olmayı çok severdi. Hanedan ailesi içerisindeki tek şaire sultandır. Allah ve Peygamber sevgisi (ilâhî aşk), babası, annesi, ölen kardeşleri, aile fertleri ve diğer birçok konuda şiirler kaleme almıştır.
Bir dîvânı mevcuttur ve orijinal nüshası Topkapı Sarayı kitaplığında muhafaza edilmektedir. 1996’da Hikmet Özdemir tarafından, var olan beş nüsha karşılaştırılarak basılmıştır. Dîvânında, 2000 beyti aşkın şiir bulunmaktadır: 238 gazel, 103 münacat, 88 tevhid, 302 naat, 54 mersiye, 12 bahariye, 20 mehdiye, 264 murabba, 108 müseddes, 328 terkib-i bend, 240 kıt’alar, 488 mesnevi ve 20 tuyug beyti vardır.
Kendi şiirlerini olamasa da Âdile Sultan, Kanûnî’nin şiirlerini (1400 gazelinin 858’ini), Dîvân-ı Muhibbî adıyla 1890 yılında ilk kez neşretmeyi başarmıştır.
Âdile Sultan’ın Peygamber Efendimiz’e yazdığı şu naat, Edhem ve Faik Beyler tarafından hüzzam makamında bir ilahi olarak bestelenmiştir:
Yüzün mirat-ı kibriyâdır yâ Rasûlallah
Vücûdun mazhar-ı nûr-ı Hudâ’dır yâ Rasûlallah
Kabul eyle onu aşkından azad eyleme bir an
Kapında Âdile kemter gedadır yâ Rasûlallah
Devlet ve toplum meselelerinin yanında Osmanlı Hanedanı’nın sıkıntılarıyla da ilgilenen Âdile Sultan, gerektiğinde padişahları ikaz etmekten de çekinmemiştir. Kardeşi Sultan Abdülmecid’in 1847’de köle ticaretini yasaklama kararı almasında etkili olduğu ifade edilmektedir.
Hatta hanedanın en yaşlısı ve kıdemlisi sıfatıyla, ağabeyi Abdülmecid’den sonra “Eğer erkek olsaydı; saltanat makamını üstlenebilecek dirayet ve kabiliyete sahip bir sultan efendi.” olarak görülmüştür. Bir defasında Sultan Abdülaziz’e; “Unutma ki, erkek olsaydım; şimdi padişah bendim!” dediği bile rivayet edilmiştir.
Öte yandan Âdile Sultan’ın saray, köşk ve yalıları, dönemin siyasetçilerine, tarikat şeyhlerine, âlimlerine, edebiyatçı ve şairlerine, müzisyenlerine açık, adeta bir ilim-irfan mektebi ve kültür-sanat merkezi niteliğine bürünmüştür. Sabahlara kadar süren sohbetler sırasında, sarayın duvar ve kubbeleri güzel sesli hâfızların okuduğu Kur’ân-ı Kerim ve ilahi sesleriyle çınlardı.
Şiire meraklı, güzel şiirler yazan ve okuyan hanımları saraya davet etmekten, onlarla zaman zaman şiir meclisleri oluşturmaktan da geri kalmazdı. Hanım Sultanlar, devlet ricali ve yabancı elçilerin eşleri ve kızları da yer yer davetliler arasında olurdu. Bu manada onun sarayı, ilim-irfan sahibi, iyi eğitim almış birçok genç kızın yetişmesine vesile olmuştur. Yetiştirdiği kızların bazıları haremde görev alırken, bazıları da padişah zevcesi payesi kazanmıştır.
Dindar tabiat, âbid, zâhid ve takvalı bir Osmanlı hanım efendisiydi. Öyle ki, Eyüp Sultan Hazretleri’nin kabrinin sağ tarafındaki Kadınlar Mescidi olarak adlandırılan odada, her sene Ramazan ayında itikâfa girmeyi âdet edinmişti. Gayet ince ruhlu, mütevazı, şefkatli, aile bağları güçlü, gönlü ve kesesi zengin, hayrı, yardımı ve cömertliği bol bir sultandı. Bir şiirinde kendi kişiliğini ve yaşantısını şöyle ifade etmiştir:
Dervişim, kendi başıma yine sultân gezerim.
Âlem-i aşkda seyyâh olup her ân gezerim.
Pâdişâh saltanat-ı dehr için kayd çeker,
Kayd-ı nâmûsu geçip ben dahî üryân gezerim.
Ne safâdan geçerim vaz, ne cefâdan hazerim
Emr-i teslim-i rızâ, mülkünü hayrân gezerim.
Kimsenin hayr ile şerrine yokdur nazarım,
Serseriyim geleli âleme hayrân gezerim.
Ne dilimde olur evrâd, ne elimde tesbih,
Ne velîyim, ne deliyim, yine vîran gezerim.
Gâh olur kendimi idrâk ile efgân ederim,
Gâh isyânım anıp derdile nâlân gezerim.
Gâh Mecnûn gibi dağlar aşarım Âdile ben,
Aşka sûzân olup gamla perîşân gezerim.
Sultan Abdülaziz zamanında Âdile Sultan’a misafir olan Leyla Saz Hanım, onun adeta bir iyilik meleği sıfatıyla yaptığı hayır ve hasenattan şöyle söz etmiştir:
“Âdile Sultan, efendi, dindar, hayırhah, fukaraperver, nazik, beşûş idi. Sonraları zevcinin ve sevgili kerimesinin kaybı ile ye’s ve fütura düşmüş, dünyanın hiçbir şeyini görmez olmuştu. Misafirlerine, bendegânına karşı nüvaziş (taltif) ve iltifatına devam etmekle beraber, ibadet, hayır ve hasenattan başka bir şeyle meşgul olmak istemiyordu.
Tamire muhtaç olan fukara mekteplerini, evlerini tamir ettirir, çocuklarını mektebe başlattırır, gelinlik kızlarına çeyiz yaptırır, hastalarına baktırır, kurumuş çeşmelere su getirtir, fukara evlere, susuz yollara kuyu kazdırır; hâsılı ihtiyaç sahiplerinin imdadına yetişirdi.”
Adile Sultan, II. Mahmud, Abdülmecid, Abdülaziz, V. Murad, II. Abdülhamid devirlerini görmüş ve yaşamıştır. Özellikle Sultan II. Abdülhamid’i çok sever, onu sık sık ziyaret edermiş. Abdülhamid Han da Âdile Sultan’ı, her gelişinde hususî surette karşılar, hürmet, muhabbet ve ikramda kusur etmezmiş. Ona “Halacığım!” diye hitap eder, Âdile Sultan da “Oğlum!” diyerek karşılık verirmiş.
Âdile Sultan’ı ömrünün son yıllarında gören Sultan Abdülhamid’in kızı Ayşe Osmanoğlu hatıralarında, onun babası ile münasebetleri, sarayı ziyaret etmesi sırasında Padişah tarafından nasıl derin bir tazimle karşılandığı ve ağırlanıp uğurlandığı hakkında şunları kaydetmiştir:
“Şair, ilim ve irfan sahibi, dindar bir sultandı. Bendegânı ve hususiyetinde bulunanlar kendisinden, nezaketinden daima hoşnutlukla bahsederlerdi. Babamla görüşmek istediği zaman haber gönderir, sarayda hususi hazırlıklar yapılır, bu suretle saraya gelirdi. Hala Sultan gelmek isteyince babam hususi dairesinde kendisini bekler, karşısına Hazinedar Usta ile rütbeli hazinedar ve kâtibelerden başka kimse çıkmaz, huzurunda musahipler ve hazinedarlar hizmet ederdi.
Arabası Hünkâr Dairesi’ne yanaşır, Başmusahip koluna girerek arabadan indirir, kapıdan girerken babamla Valide Sultan tarafından karşılanırdı. Babam hürmet ve tazimle halasının elini öper, büyük kanepeye halasını oturtup kendisi de karşısına otururdu.
Hazinedarlar, askılar içinde kahvesini getirirler, babam eliyle tepsiden alıp halasına verirdi. Bizler içeriye girip elini öper, yerden bir temenna ederek Padişah’a yaptığımız resmi tazimi ifa eder, çıkardık. Babama, “Oğlum!” hitabında bulunur, babam da kendisine: “Emredersiniz halacığım!” cevabını verirdi. Konuşma bir-iki saat kadar devam eder, yine geldiği gibi arabasına biner, babam da kapıya kadar kendisini teşyi ederdi.”
Ayşe Osmanoğlu, Hala Sultan’ın sureti, giyimi ve endamına dair de şu gözlemlerde bulunmuştur:
“Yüzünün eskiden pek güzel olduğu belliydi. Narin, orta boylu, kumral, mavi-elâ gözlü, nuranî asaletini gösteren hâl, hareket ve terbiyeye malik bir sultandı. Giyinmesi tamamen alaturka olup, ağır kumaşlardan dört etekli entari, ayağına güderiden pabuç giyer, beline şaldan kuşak bağlar, bu entari üzerine ‘salta’ dedikleri bol kollu bir ceket geçirir, başına fes gibi bir şey giyip etrafına oyalı ipekli yemeni sarar, üzerine zümrüt ve lâ’llerle yapılmış, ortadaki daha büyük, iki yanlarındakiler küçük, gül şeklinde kıymetli iğneler takardı. Başka hiçbir mücevher, nişan takmazdı.”
Ömrünün son demlerini bolca türbe ziyaretlerinde bulunarak geçiren Âdile Sultan, 12 Şubat 1899 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi, hanedan ailesi, devlet erkânı, âlimler ve kalabalık bir halk kitlesi eşliğinde Eyüp’te bulunan kocası Mehmed Ali Paşa’nın türbesine defnedilmiştir.
Âdile Sultan birçok cami, medrese, kütüphane, türbe, çeşme, şadırvan, sarnıç, hastane ve yetimhanenin yanında sayısız hayratın yapımına da aracılık ve hamilik etmiştir. 19. yüzyılda Osmanlı hanedanı içerisinde en çok vakıf kuran, beş hanım sultandan (kendisi dışındaki diğerleri Ayşe Sineperver Valide Sultan, Nakşidil Valide Sultan, Bezm-i Âlem Valide Sultan ve Pertevniyâl Valide Sultan) biridir.
Çoğunluğu İstanbul’da bulunan, adına kayıtlı eserlerden bazıları şunlardır:
İstanbul Küçük Mustafa Paşa’da Âdile Sultan Sıbyan Mektebi, Galata Arap Camii Mektebi, Anadoluhisarı Mektebi, Silivrikapı’daki Seyyid Nizameddin Dergâhı ve Bâlâ Camii, Üsküdar Dudullu’da babası adına Âdile Sultan Çeşmesi, Galata Mevlevihanesi’ndeki Âdile Sultan Sarnıcı ve Şadırvanı, eşinin ruhuna Galata’da Arap Camii avlusundaki sarnıç ve şadırvan, Beylerbeyi’ndeki Bedevi Dergâhı’nda annesi için sarnıç, Kızıltoprak’ta Zühdü Paşa Sokağında kızının hayrına su kuyusu, Altunizade İsmail Paşa Mahallesindeki korulukta yer alan Âdile Sultan Namazgâhı…
Ayrıca Medine’de kurduğu Sebilhâne Vakfı ile açılan kuyular ve yapılan sarnıçlarla, bölgenin su ihtiyacını karşılatmış; Medine'de kimsesiz ve çaresiz kadınların barınması için haneler vakfetmiştir.
Kaynaklar: Leyla Saz, “Saray ve Harem Hatıraları”, Yeni Tarih dergisi, Sayı: II/1958, s. 640-656; “Türk Sarayında Müstesna Bir Prenses-Adile Sultan”, Hayat Tarih mecmuası, c.2, Sayı: 10, Kasım 1965; Ayşe Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamid, İstanbul, 1986; Çağatay Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, Ankara, 1992; Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı, İstanbul, 1997; Ferda Mazak, Sultan II. Mahmud’un Kızı Âdile Sultan, İstanbul, 2000; Aynur Kolçak, Âdile Sultan, İstanbul, 2005; Hikmet Özdemir, Âdile Sultan Dîvânı, Ankara, 1996; Sâmiha Ayverdi, Bağ Bozumu, İstanbul, 2005: Nail Bayraktar, Âsâr-ı Bakiyye, Hazırlayanlar: İ. Dağdelen, H. Türkmen, İstanbul, 2019; İskender Pala, “Adlî Kızı Âdile” Tarih ve Medeniyet dergisi. Sayı: 45/1997; Nihat Azamat, “Âdile Sultan”, DİA; c.1; Necdet Sakaoğlu, Bu Mülkün Kadın Sultanları, İstanbul, 2011.
İsmail ÇOLAK
YazarÇanakkale Savaşı kadını erkeği, yaşlısı genci ile milletimizin tüm fertleri ve tüm katmanlarıyla arzı endâm eylediği, omuz omuza verdiği bir kader, bir varlık yokluk mücâdelesi idi. Vaziyet böyle olun...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Vasco Da Gama’nın Rehberi Müslüman Denizci: Ahmed İbni MâcidPortekizli denizci Vasco da Gama (1469-1524), Portekiz kralı I. Manuel tarafından Doğu’nun hazinelerine ve Hindistan’a ulaşmakla görevlendir...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Müslümanlar, günlük hayatları içerisinde; namaz ve namaz dışında olmak üzere Fâtiha Sûresi’ni sürekli olarak tekrar ederler. Bu tekrarların öneminden dolayıdır ki bu durum bir âyet-i kerimede şöyle zi...
Yazar: Aydın BAŞAR
Milli Mücadele’yi destekleyen İstanbul’daki tekkelerden biri de Eyüp sırtlarındaki Hatuniye Tekkesi’dir. Bu tekkenin kahraman şeyhinin ismi, Saadeddin Ceylan Efendi idi. Hatuniye Tekkesi, işgal devlet...
Yazar: İsmail ÇOLAK