Osmanlı Büyüklerinin Sünnete Bağlılığı
"Sünnet" İzlenen Yol, Yöntem, Örnek Alınan Uygulama, Örf ve Gelenek Demektir.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz’in adıyla özdeşleşen "sünnet" kavramı fıkıh, fıkıh usulü, hadis ve kelâm ilimlerinde farklılıklar gösterse de genel manada “izlenen yol, yöntem, örnek alınan uygulama, örf ve gelenek” anlamlarına gelir.
Sünnet, Peygamberimiz’in bir çeşit yol haritasıdır. Başka bir tabirle Hz. Peygamber (s.a.v.)'in farz ve vacip kapsamı dışında kalan, kesin ve bağlayıcı olmaksızın tavsiye ve örnek olma niteliği taşıyan söz ve fiillerinin genel adıdır sünnet. Bu kelimenin çoğulu "sünen"dir. Bu, ahkâm hadislerini toplayan eserlerin de ortak adıdır.
Peygamber Efendimiz’in söz ve fiillerinin ve takrirlerinin tümüdür sünnet. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in devamlı yaptığı, sırf bağlayıcı ve kesin bir emir olmadığını göstermek için nadiren terk ettiği fiillere müekked sünnet denilir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in çoğu zaman yaptığı bazen de terk ettiği fiil ve davranışlara ise "gayr-i müekked" sünnet adı verilir.
Peygamberimiz söz ve eylemlerinde hiçbir zaman Kur'an'la çelişmemiş, aksine onunla aynı doğrultuda sözler söylemiştir. Onun içindir ki sünnete bağlılık yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'in de emridir. İslâm'ı hakkıyla ve lâyıkıyla yaşamak için sünnete sıkı sıkıya bağlı olmak gerekir. Bu, iyi insan ve iyi Müslüman olmanın da yegâne yoludur.
Allah sevgisine erişmenin yolu, Kur’an ve sünnete sıkı sıkıya bağlılıktan geçer. Tefsir, hadis, fıkıh, kelâm ve tasavvuf âlimleri sünnete ittiba etmenin ehemmiyetini her fırsatta dile getirmişlerdir. Bu çerçevede Âl-i İmran Suresi'nin 31. ayetinde mealen şöyle buyrulmaktadır: “De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir."
Yine Nisâ Suresi'nin 65. ayetindeki “Hayır, Rabb’ine yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” ilâhî hükmü, Peygamberimiz’e şeksiz bağlanmanın önemini vurgulamaktadır.
Yine Rabb’imiz Ahzâb Suresi'nin 21. ayetiyle peygamberi Hz. Muhammed (sav)'i en iyi insan modeli olarak takdim ediyor; “Sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar, Allah’ı çokça ananlar için Allah’ın Peygamber’inde en mükemmel örnek vardır.”
Osmanlı Devleti'nde Sünnetin Alternatifi Yoktu.
Selçuklunun dinî ve kültürel mirası üzerine bina edilen Osmanlı Devleti, sünnet kaidelerini her zaman önemsemiş ve tabir caizse hayatın öznesi kılmıştır. İslâm'ın mukaddes değerlerine bağlılık bu devletin şiarıydı. Bu konuda daima hassas ve ilkeli davranılmıştır.
Tutarlı bir duruş sergileyen Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetine bağlılık vurgusu, ilk dönemlerden beri Osmanlı Devleti sınırları içerisinde yaşayan İslâm âlimlerinin üzerinde hassasiyetle durdukları konulardan biri olmuştur. Zira onlar ümmetin yol göstericileridir.
Makam, mevki ve statü olarak en diptekinden en baştakine kadar bu topraklarda yaşayan hemen herkes Peygamber (s.a.v.)’i sevme ve ona sadakatle bağlı kalma konusunda birbiriyle adeta yarışmışlardır. Allah'ın "Habibim" dediği Peygamberimiz ümmetin gözdesi olmuştur.
Osmanlı’nın ve başta padişahlar olmak üzere, onun kıymetli şahsiyetlerinin (âlimlerin ve devletin üst yöneticilerinin) Peygamberimiz’e, onun ashabına, ailesine ve yakın akrabalarına duyduğu sevgi ve muhabbet, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar derin ve samimiydi.
Osmanlının Mekke ve Medine için kurduğu Haremeyn vakıfları, her yıl Hicaz Bölgesi halkına yaptığı yardımlar nedeniyle düzenlediği Surre Alayları, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in soyundan gelenlere yardım ve işlerinin takip edilmesi için kurduğu Nakîbu’l-Eşrâflık gibi faaliyetleri bunun mücessem hâlidir.
Öte yandan Mekke ve Medine Bölgesinde yaşayan halka Osmanlı tarihi boyunca düzenli olarak aynî ve nakdî yardımlar yapılmıştır. Yine bu çerçevede Çelebi Sultan Mehmet’ten itibaren Osmanlı hükümdarları, düzenledikleri Surre Alaylarıyla Hicaz Bölgesine para ve kıymetli hediyeler göndermişlerdir. Böylelikle de Haremeyn Bölgesindeki hac iş ve işlemlerinin kolaylaş(tırıl)masını sağlamışlar, bununla da yetinmeyip bir adım daha ileriye giderek oradaki yoksulların ihtiyaçlarını karşılamaya gayret etmişlerdir.
Osmanlının kıymetli bir şairi olan Süleyman Çelebi(14 ve 15. yy.)’nin kaleme aldığı Mevlid’in o zamanlarda her yerde (açılış, düğün, sünnet, cenaze gibi) sevilerek okunması da bu muhabbetin bariz göstergesidir. Hatta bunun devamı için mevlid vakıfları bile kurulmuştur.
Osmanlı Padişahları Sünnet Konusunda Daima Hassas Davranmışlardır.
Osmanlı padişahlarının neredeyse tamamı kitap ve sünnet hususunda derin hassasiyetlere sahipti. Onlar ki Rasûlullah Efendimiz’in emirlerine uyma ve yasaklarından sakınma konusunda adeta birbirleriyle takva yarışına girmişlerdir. Bunu, doğumlarından ölümlerine kadar hayatlarının her safhasında büyük bir ehemmiyetle ve titizlikle yerine getirmişlerdir. Kendileriyle sınırlı kalmayıp bu titizliği topluma da benimsetmişlerdir.
Osmanlı Devleti’nde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in soyundan olan seyyid ve şeriflerin önemi büyüktü. Bu kişilerin düzenli olarak kayıtları tutulmuştur. "Nakîbu’l-Eşraflık" müessesi, soy itibariyle çok önemli olan bu şahsiyetlerin ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla teşkil edilmiştir.
Öte yandan seyyid ve şeriflerin devlet yöneticileri nazarında itibarları fevkalâde yüksekti. Bunun göstergesi olarak, devlet teşrifatında "nakîbu’l-eşrâf" sair devlet erkânına göre daha önde yer almış, padişahlar bu kıymetli kişilere büyük saygı göstermişlerdir.
Osmanlı’nın güçlü ve saygın padişahlarından biri olan Yavuz Sultan Selim (nam-ı diğer I. Selim), 1516 yılında Mısır üzerine sefere çıkarak Halep, Şam, Beyrut ve Kahire ile birlikte İslâm’ın iki mukaddes mekânı Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’yi de Osmanlı sınırlarına katmıştır. Fakat koca Yavuz, takdire şayandır ki bu fetih sonrası “Hâkimü’l-Haremeyn” olmak yerine “Hâdimü’l-Haremeyn” olmayı tercih etmiştir. Bu da onun İslâm'a, onun Peygamber’ine ve mukaddes beldelere olan saygı ve hürmetini gösterir.
Osmanlı Sultanlarının, Fahr-i Kâinat Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) için kaleme aldıkları naatlar birbirinden estetik ve sanat bakımından kıymetlidir. Bu çerçevede Kanûnî Sultan Süleyman'ın ''Muhibbî'', Yavuz Sultan Selim'in ''Selimî', Fatih Sultan Mehmet'in ''Avnî' mahlasıyla yazdığı naatların yanında, III. Murad, III. Selim, I. Ahmed, III. Ahmed, II. Mustafa ve II. Osman'ın naatlarını da hatırlatmamızda fayda vardır. Bu naatlarda Muhammedî bir sevginin ve muhabbetin tezahürlerini görmek mümkündür.
Yaygın rivayete göre Rasûlullah Efendimiz "Kostantiniyye/İstanbul mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır, onu fetheden askerler ne güzel askerlerdir." buyurmuştur. Peygamber Efendimiz’in bu hadisteki müjdesine mazhar olmak için büyük çilelere göğüs gererek İstanbul'u fetheden Fatih Sultan Mehmed (II. Mehmed)'in Peygamberimiz’e olan sevgisi ve muhabbeti takdire şayandır.
O, bunu hayatının her döneminde açıkça ortaya koymuştur. "Muhibbî" mahlaslı Kanûnî’ye ait olduğu söylenen "İstemem" adlı şiirde de bu sevginin tezahürlerini görüyoruz:
"Sen kokmayan gülü neyleyim,
Neyleyim sensiz baharı?
Sen doğmayan günü neyleyim,
Neyleyim sensiz ben dünyayı?
Bir ateş yakacaksa beni kalbimden,
Senin aşkının ateşi yaksın,
Senden gayrı başka bir aşkla kül olursa kalbim,
Bu kalbi istemem, ateşi istemem, koru istemem."
Osmanlı Devleti için Hz. Muhammed (s.a.v.) sevgisi, bütün sevgilerin üstünde bir muhabbet pınarıydı. Osmanlılar, kelâma dökülemeyecek kadar büyük olan bu sevgi ve muhabbeti Allah’ın rızasına götüren bir yol olarak görüyorlardı. Bu eşsiz sevgi, ümmet olarak birbirimizi sevmenin, dayanışma ve kucaklaşmanın, ayakta durmanın ve ayakta kalmanın temel direğiydi. O ki fert ve toplum için huzur, mutluluk, moral, neşe ve ümit kaynağıydı.
Genelde Türklerde, özelde Osmanlılarda Hz. Muhammed (s.a.v.) sevgisi çok üst düzeydeydi. Öyle ki onlar her şeyden çok değer verdikleri ve her şeyin üstünde tuttukları ordularına, “Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye” (bugünkü anlamıyla Muhammed (s.a.v.)'in Muzaffer Askerleri), askerlerine de Muhammed'in bir başka söylenişi olan “Mehmetçik” demişlerdir.
Hak mezhep üzerine kurulan ve bir cihan devleti olan Osmanlı Devleti'nde ehlibeyt (peygamber ailesi) sevgisi çok büyüktü. Bunu iş ve eylemlerinde göstermişlerdir.
Kutsal Emanetlerden Söz Şahikaları Olan Naatlara Osmanlı Kültüründe Peygamber Sevgisi
Dinî hassasiyetler üzerine inşa edilen Osmanlı'nın Peygamber Efendimiz’e duyduğu derin sevgi ve muhabbetin birçok veçhesinden biri de "Kutsal Emanetler"dir. Bilindiği üzere Peygamber Efendimiz’e ve onun dönemine ait, İslâm dünyasında “Kutsal Emanetler” olarak bilinen bazı özel eşyalar İstanbul’da Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilmektedir.
Belirli günlerde ziyarete açılan bu eşyaların bulunduğu bölümün adı “Hırka-i Saadet Dairesi”dir. Bu daire, adını Peygamber Efendimiz’in orada bulunan, bizim için mübarek ve mukaddes sayılan hırkasından almaktadır. Peygamber Efendimiz’in günümüze kadar ulaşan ikinci hırkası da yine İstanbul’da bulunmaktadır.
Hırka-i Şerif Camii, Peygamber Efendimiz’in hırkası için yapılan ve adını bu hırkadan alan, manevî açıdan kıymetli bir camidir. Bu cami içindeki hırka, Veysel Karanî isimli Peygamber âşığına, Peygamber Efendimiz’in vasiyeti üzerine hediye edilmiştir. Buradaki mübarek hırka da her yıl Ramazan ayının belirli bir döneminde Müslümanların ziyaretine açılmaktadır. Caminin bulunduğu mahallenin adı da Hırka-i Şerif Mahallesi’dir.
Bir şiir medeniyeti olan Divan edebiyatının vücut bulduğu Osmanlı Devleti zamanında büyük şairlerin ekserisi Peygamber Efendimiz için "Naat" yazmış ve ona duydukları sevgiyi şiir diliyle ifade etmişlerdir. Yine bu dönemde “Kısas-ı Enbiya” denilen ve peygamberleri anlatan eserler kaleme alınmıştır.
Bu minvalde Ahmed Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ’sı ayrıca zikre değer bir kitaptır. Bütün bunların yanında Peygamber Efendimiz’in hayatını kronolojik bir şekilde anlatan siyerler, Peygamber Efendimiz’in isimlerine dair eserler olan Esmâü’n-Nebîler, Peygamberimiz’in fizikî ve ahlâkî özelliklerini anlatan şemâiller, hilyeler; Peygamber Efendimiz’in miracının anlatıldığı Mi’râciyyeler, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in savaşlarının daha çok dinî-destanî yönleriyle anlatıldığı şiir ya da düzyazı biçimiyle anlatıldığı Gazavatnâmeler, Peygamber Efendimiz’in hadislerinden seçilen Kırk Hadisler; Osmanlı'da Peygamber sevgisinin değişik türlerdeki tezahürleridir.
Osmanlı'da Hakikat Peygamber (s.a.v.)’e Yakınlıkla Ölçülürdü.
"Ehl-i sünnet" Hz. Peygamber (s.a.v.)’in İslâm’ın temel hususlarını anla(t)ma tarzıdır. Osmanlı'da hiçbir padişah "ehl-i sünnet"e muhalefet etmemiş, aksine onu bir hayat tarzı olarak benimsemiş ve hep yanında olmuşlardır. Böylelikle de bunu devlet yapısında çimento misali güçlü bir birleştirici unsur olarak kullanarak devlet-i âliyyenin bekasını sağlamışlardır.
Ta çocukluklarında başlayan ve gençliklerine değin ısrarla devam eden bir İslâmî terbiyeyle yetişen Osmanlı padişahları hemen her konuda peygamberî bir bakış açısını hayatlarına ikame etmeye çalışmışlardır. Zaman ve mekân farkı gözetmeksizin her şey ama her şey "ona göre" ve "onun için"di.
Bunu sözden eyleme geçirerek bir anlamda samimiyetlerini ispat etmişlerdir. Hâl ve hareketleriyle Necip Fazıl'ın "Müjdecim, kurtarıcım, efendim, peygamberim;/Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!" diyerek bu mısraların ifade ettiğini yaşa(t)mışlardır. Bu hâl, onların Hak ve halk nazarındaki itibarlarını artırmıştır.
O zamanlar kıymet hükümleri ona (Peygamber (s.a.v.)’e) yakınlıkla ölçülürdü. Peygamber (s.a.v.)’in hayatı ve tavırları onlar için bir çeşit mihenk taşıydı. Hayatlarını peygamberî bir elekten geçirerek yaşarlardı. Ona yaklaştıkça yükseleceklerine, ondan uzaklaştıkça da alçalacaklarına inanırlardı. Nefislerine karşı sağır rolünde olan bu güçlü insanlar geniş imkânlarına rağmen hayatlarını Hz. Peygamber (s.a.v.)’in tavsiye ettiği şekilde sürdürme gayreti içinde olmuşlardır.
Osmanlı’ya şekil ve nizam veren bu insanlar sünnetten taviz vermemek için dünya nimetlerini ellerinin tersiyle itebilmişlerdir. Kınayanların kınamalarına aldırış etmemişlerdir. Onlar Peygamber (s.a.v.)’i ilk, tek ve en güzel örnek; yani rol model edinme gayreti içerisinde olmuşlardır.
Bir davranışı Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yapmış olması onlar için yeterli sebepti. Onun önünü, arkasını irdeleme ihtiyacı duymamışlardır. Onun hikmetine teslim olmuşlardır. Nefse hoş gelse de hiçbir şeyi sünnete tercih etmemişlerdir. Onlar Peygamberimiz’in yol arkadaşları olan sahabilerin hayatlarından da hikmet devşirme yarışı içerisinde olmuşlardır.
Böylelikle Peygamber sevgisinin derecesini tavır ve davranışlarıyla göstermişlerdir. Onlar sünnete ve onun mücessem şekli olan Peygamber (s.a.v.)’e bağlılığı Kur'an'ın (dolayısıyla da Allah'ın) emri olarak görmüşlerdir. Sünnet konusu üzerinde titremelerinin yegâne sebebi de budur.
M.Nihat MALKOÇ
YazarYüzüne baktıkça içim açılır,Gözlerin gözümde dursun Kur’ân’ım...Sûreden sûreye şûle saçılır,Tepeden tırnağa nursun Kur’ân’ım...Kulaklar duymuş mu böylesine ses?Her sözün emsalsiz, her hâlin enfes!Mevl...
Şair: Halil GÖKKAYA
7 Ekim'de başlayan Aksa Tufanı sonrası neler yaşandı? 07 Ekim 2023 tarihinde HAMAS öncülüğünde başlayan Aksa Tufanı sonrasında Evanjelistlerin emrindeki ABD ve Avrupa destekli İsrail ordusunun yaptığı...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Arapça kökenli olan “vakıf” kelimesi “durmak, durdurmak, alıkoymak” anlamlarına gelmektedir. “Bir hizmetin gelecekte de yapılması, sürüp gitmesi için, belirli şartlarla ve resmî bir işlemle bırakılan ...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Yüce Rabbin kelamı,Kur’an’ım ben, Kur’an’ım.Gül Rasul’ün selamı,Kur’an’ım ben, Kur’an’ım.Cümle derde devayım,Gönüllere şifayım,Habib-i Mustafa’yım,Kur’an’ım ben, Kur’an’ım.Yoktur benim kardeşim,Bulunm...
Şair: Yusuf DURSUN