Ölçü Ve Tartıyı Tam Yapmak
Yüce Allah, İsrâ Sûresi 35. âyette şöyle buyurmaktadır: "Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Bu, hem daha iyidir hem de neticesi bakımından daha güzeldir."
İslâm dininde can, akıl, nesil, din ve mal olmak üzere beş şeyin korunması emredilmiştir. Bunların korunması için de çeşitli müeyyideler getirilmiştir. İşte bu âyette Yüce Allah, malın korunması için ölçü ve tartıyı tam yapmayı emretmektedir. Zira ölçü ve tartıyı düzgün yapmamak, insanların ekonomik haklarının zâyi olmasına sebep olmaktadır. Böylece malın telef olmasıyla birlikte insanlar arasında kin, öfke ve düşmanlığın ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.
Bu âyetin sonunda ölçü ve tartıyı doğru ve düzgün yapmak, insanı dünyada kötü nam ile anılmaktan, âhirette ise şiddetli azaptan kurtaracağı için daha hayırlı olarak nitelendirilmektedir. Ölçü ve tartıyı doğru ve düzgün yapmak, akıbet itibariyle daha güzeldir.
Çünkü insan, eksik ölçüp tartmaktan sakındığı için bütün insanların güvenini kazanır ve yaptığı ticarette kazançlı çıkar. Bu, insan için dünyadaki güzel sonuçtur. Âhirette ise elim bir azaptan kurtularak büyük bir mükâfata nâil olmak suretiyle güzel sonuca ulaşmış olur.[1]
Rahman Sûresi’nde de Yüce Allah, kâinatta yarattığı her şeye bir ölçü koyduğunu ve insanın bu ölçüyü aşmaması gerektiğini şöyle ifade etmektedir: “Allah, göğü yükseltti ve her şey için bir ölçü koydu. Sakın ölçüden şaşmayınız. Ölçüyü adaletle tutun ve eksik tutmayınız.”[2]
Bu âyette ifade edildiği üzere Yüce Allah, kâinatta yarattığı her şeyi bir ölçüye göre yaratmıştır. Dolayısıyla insanoğlu bu ölçüden şaşıp aşırılığa kaçmamalıdır. Her şeyde Allah’ın koyduğu ölçüye göre davranmak ve âdil olmak gerekir.
Şuarâ Sûresi’nde Yüce Allah, aynı konuya vurgu yaparak, “Ölçüyü tastamam yapın, (insanların hakkını) eksik verenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın.”[3] buyurarak ölçü ve tartıyı doğru ve düzgün yapmayı emretmektedir.
Yine Hud Sûresi’nde de aynı konuyla ilgili Yüce Allah, “Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin: yeryüzünde bozguncular olarak dolaşmayın.”[4] buyurmaktadır.
Tabiî ki bu âyetlerdeki ölçü ve tartıdan kastedilen, ilk etapta ticarî hayattaki ölçü ve tartıdır. Zira ticarî hayatta ölçü ve tartıyı düzgün yapmamak, hem kişi hakkı ihlâli sayılmakta hem de ekonomik dengeyi bozmaktadır. Aynı zamanda böyle bir davranış Allah’ın gazabına sebep olduğu için büyük bir günah olarak nitelendirilmektedir.
Ölçü ve tartıda hile yapmanın yasaklanması sadece ticarî hayatla sınırlandırılmamalıdır. Bilâkis sosyal hayatın tüm alanları ve yönleriyle ilgilidir. Bu yasağa hileli yollarla başkalarının mallarına haksız yere el koymak girdiği gibi ilmî ve ahlakî faziletler, manevî haklar ve onursal değerler de dâhildir. Dolayısıyla her konuda doğru ve dürüst davranmalı, ölçü ve tartıyı da adaletle yapmalıyız. Asla yeryüzünde bozgunculuk yapmamalıyız.
Ölçü ve tartıda hile yapmak, önce ferdin ruhunda hak ve adaleti, merhamet ve şefkati yok eder. Daha sonra da aileden başlayarak toplumda bu faziletleri silip süpürüp götürür. Böylece toplumda din, ahlâk, fazilet ve kardeşlik namına hiçbir şey kalmaz.
Medyen halkına peygamber olarak gönderilen Hz. Şuayb (a.s.), onları bir olan Allah’a kulluğa davet etmiş ve ölçü ve tartıda hile ve sahtekârlık yapmamalarını istemiştir. Ancak Şuayb (a.s.)’ın bütün uyarı ve ikazlarına rağmen onlar, ölçü ve tartıda hile yapmak sûretiyle haddi aşmışlar sonunda da Allah’ın gazabına uğrayarak helâk olup gitmişlerdir.[5]
İşte onların âkıbetinden ibret alıp ölçü ve tartıyı düzgün yapmamız için Hz. Şuayb ve kavminin kıssası Kur'ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılmaktadır: “Medyen halkına da kardeşleri Şuayb’ı peygamber gönderdik. O, şöyle dedi: ‘Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Ben sizi bolluk içinde görüyorum. Ben sizin adınıza kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum. Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. İnsanların eşyalarını (mallarını ve haklarını) eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Eğer inanan kimselerseniz Allah’ın bıraktığı helâl kazanç sizin için daha hayırlıdır. Ben sizin başınızda bir bekçi değilim.”[6]
Ölçü ve tartıyı düzgün yapmamak kul hakkı ile ilgili bir günahtır. Kul hakkı da İslâm dininde çok önem verilen bir husustur. Çünkü Allahu Teâlâ, kul hakkı ile ilgili günahları asla affetmemektedir. Dolayısıyla hakkı ihlâl edilen kul, affetmediği sürece Allah da o kulu affetmeyecektir. O halde ölçü ve tartının düzgün yapılmaması kul hakkına girdiğinden dolayı bundan itina ile sakınmak gerekir.
Kul hakkına giren insanlar, Allah Rasûlü tarafından müflis olarak nitelendirilmekte ve para ve malın olmadığı hesap gününde hakkını yediği kullar ile hesaplaşmanın şöyle olacağı açıklanmaktadır: “Bir gün Rasûlullah, ashabına; “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu. Ashâb-ı Kirâm da:
- Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir, dediler. Rasûlullah (s.a.v.);
“Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekât sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp, buna zina isnâd ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir.”[7] buyurmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine’ye hicret ettiğinde Medineli tâcirlerin çoğu, ölçü ve tartıda hile yapmakta idiler. Onları ikaz edip uyarmak için Medine’de müstakil bir sûre nâzil olmuştur. O sûre ise Mutaffifin Sûresi olarak isimlendirilmiştir. Yüce Allah, bu sûrede şöyle buyurmaktadır: “Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline! Onlar, insanlardan bir şey ölçüp aldıklarında, ölçüyü tam tutarlar. Ancak kendileri onlara bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksiltirler.”[8]
Mutaffifin Sûresi inince onlar bu türlü hilelerden vazgeçmişler, ölçü ve tartıyı düzgün yapmaya başlamışlardır. Maalesef günümüzde de ölçü ve tartının düzgün yapılmasına fazla dikkat edilmemektedir. İnsanlar öyle bir hâle gelmiştir ki, cebim ve kasam para ile dolsun da nasıl dolarsa dolsun diye düşünmekte, helâl ve harama fazla dikkat etmemektedirler.
Bundan dolayı da gerek ticarî hayatta gerekse ailevî hayatta kısacası bütün işlerimizde bir bereket kalmamıştır. Zira haram olarak elde edilen para ve malda bereket olmaz. Nereden geldiği nereye gittiği fark edilmeden tükenir biter. Bir de âhirette günahı ve vebali sahibinin boynuna asılacak ve azap çekecektir.
Hâlbuki az da olsa helâl yoldan elde edilen para ve mal, bereketli olduğu için harcamakla tükenmez. Hz. Peygamber (s.a.v.), hayatı boyunca kazancının ve rızkının helâl olmasına azami ölçüde dikkat etmiş ve asla harama el uzatmamıştır. Ümmetine de daima ticarette ölçü ve tartıyı doğru ve düzgün yapmayı tavsiye etmiş ve ölçü ve tartıda hile ve sahtekârlığı yasaklamıştır.
Nitekim bir defasında Medine-i Münevvere’de pazar yerinde dolaşırken elini hububat dolu bir çuvala daldırmıştır. Hububatın üst tarafı kuru altı ise yaş olduğunu fark edince, satıcıya bunun sebebini sormuştur. Satıcı ise ‘Biraz önce yağmur yağdı, sonra güneş çıktı. Dolayısıyla altı yaş, üstü kuru kaldı.’ deyince, Allah Rasûlü: “İnsanların görüp aldanmaması için o ıslak kısmı ekinin üstüne çıkarsaydın ya! Bizi aldatan bizden değildir.”[9] buyurmak sûretiyle satıcıyı uyarmıştır.
Netice olarak diyebiliriz ki, her konuda olduğu gibi ticarette de doğruluk ve dürüstlük İslâm’ın en önemli ahlâkî erdemlerinden birisidir. Müslüman her konuda olduğu gibi ticarette de ölçü ve tartıda doğru ve dürüst olmalıdır. Ölçü ve tartıyı düzgün yapmalı, adaletten ayrılmamalıdır.
Çünkü ölçü ve tartıyı düzgün yapmamak, kul hakkına giren büyük bir günahtır. Kul, hakkını helâl etmediği sürece Allah da o kulunu asla affetmeyecektir. O hâlde kul hakkına girmemek için azamî derecede itina gösterilmeli, ölçü ve tartı doğru ve düzgün yapılmalıdır.
* NEVÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi. msoysaldi@gmail.com
[1] Ebû Abdillâh (Ebü’l-Fazl) Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn er-Râzî, Mefâtihu’l-gayb, (Beyrut: Dâru’l-fikr, 1401/1981), 20/207-208.
[2] 55/Rahman 7-9.
[3] 26/Şuarâ 181-182.
[4] Hud 11/85.
[5] 7/A’râf 91; “Onları, o korkunç zelzele (sarsıntı) yakalayıverdi. Böylece evlerinde çöküp helâk oldular.”
[6] 11/Hûd 84-86.
[7] Müslim, Birr, 59; Tirmizî, Kıyâmet, 2.
[8] 83/Mutaffifîn 1-3.
[9] Buhârî, Fiten, 7; Müslim, İman, 164.
Mehmet SOYSALDI
YazarDuâsı makbullerin duâsını isterimAllahü Teâlâ'nın rızâsını isterimÎman ile yaşayıp îman ile ölmeyiEn Cömert'ten Cennet-i Âlâ'sını isterimİhlās sahiplerinin renklerine boyanıpGece-gündüz onların safāsı...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN
Beş bin yıllık yolun, yağız ılgazıDemirden dağların, yarası AlptürkAltay ellerinden, muştuyla gelenDestansı çağların, narası AlptürkAtmaca bakışlı, kartal kanatlıSerhat boylarında, koşturan atlıTuttuğ...
Şair: Celalettin KURT
Tasavvufî bir terim olan “sıdk”; gerçeği ifade etme, dürüstlük ve güvenilirlik kavramlarını kapsayan derin bir ahlâkî erdemdir. Bu terim, bir şeyin objektif gerçekliğine uygun bir şekilde ifade edilme...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Yüce Allah Tevbe Sûresi 34-35. âyetlerde şöyle buyurmaktadır:“Ey iman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolund...
Yazar: Mehmet SOYSALDI