Nahcıvan’dan Konya’da Yankılanan Kur’ân Çağrısı
İslâm, Peygamberimiz’in yirmi üç yıllık nübüvvet mücâdelesinin sonunda bütün insanlığa hitâben okuduğu Vedâ Hutbesi’nde söylediği, “Ey insanlar, sözümü iyi belleyin. Burada bulunanlar, burada bulun(a)mayanlara sözlerimi ulaştırsınlar.” emrini alan sahâbe, dünyanın dört bir yanına dağılmışlar ve İslâm’ın mesajını gidebildikleri her yere ulaştırmışlardır.
Bugün Asya ve Afrika’nın hemen her yanında bulunan sahâbe mezarları bunun şâhididir. İşte Kafkasların merkezinde bulunan Nahcivan da, üçüncü halîfe Hz. Osman zamanında fethedilmiş yerlerden biridir. (Bkz. Nahcıvan DİA md.)
Fizîken fethedilen yerlerde, gönüllerin fethi demek olan İslâmlaşma hemen başlamış ve Müslümanların ulaştığı bölgelerde İslâm âlimleri, hem insanların hidâyetine vesile olmuş hem de bulundukları bölgelerde kurdukları ilim merkezlerinde yeni âlimler yetiştirmişlerdir.
Fethedilen yerlerde yaşayanların dillerine saygı gösterilirken, din dili olarak Kur’ân dili Arapça ön plana çıkmış, genellikle bu bölgelerdeki ilim adamları din ilimlerine dair eserlerini Arapça olarak vermişlerdir. Sözgelimi Osmanlı âlimlerinin çoğu tefsirlerini Arapça olarak kaleme almışlardır.
Bu, yazılan eserlerin İslâm âleminde yayılıp tanınmasına katkı sağlamıştır. Nitekim son yüz yılda Türkiye’mizde dinî ilimlerde çok kıymetli eserler kaleme alındığı hâlde bunların dilinin Türkçe olması, bu eserlerin İslâm âleminde tanınmasını engellemiştir. Meselâ Cumhuriyet döneminde Türkçe olarak kaleme alınmış olan Elmalılı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’ân Dili adlı tefsiri Arapça yazılmış olsaydı, dünyanın pek çok yerinde okunan bir tefsir olurdu.
Fethedilen yerlerde Arapça din dili olarak kabul edildiği için tefsir alanında kadim kaynaklar öncelikle okunarak Kur’ân mesajı anlaşılmaya çalışılmıştır. Bu bölgelerde İslâmî ilimleri okutan medreselerde öncelikle Taberî, Mâtüridî, Zemahşerî, Râzî, Beyzâvî, Kurtubî, Celâleyn, Ebussûd gibi tefsirler hep ön plâna çıkmış ve bu tefsirler ders kitabı olarak okutulmuştur.
Bu kabil kapsamlı tefsirler, yeni tefsirlerin yazılmasını da bir ölçüde engellemiştir. Zira ilim adamları yazacakları tefsirlerin, bu tefsirlerden daha yetkin ve kapsamlı olmayacağı düşüncesiyle tefsir yazmaktan geri durmuşlardır. Buna rağmen az da olsa yeni tefsirler de yazılmıştır. Bölge insanının öncelikle istifade edeceği bu eserler, kimi zaman hak ettikleri şöhreti yakalayamasalar da kendi bölgelerini aydınlatmaya devam etmişlerdir.
Bu eserlerden biri de Mevlânâ Nimetullah b. Mahmûd Nahcivânî (Şeyh Avlân)’ın kaleme aldığı el-Fütûhâtü'l-İlâhiyye ve'l-Mefâtihu'l-Ğaybiyye adlı tefsiridir. Tefsirin müfessiri Nahcivânî, Nahcıvan’da doğmuş ve 920/1514’de o zamanlar önemli bir ilim-irfan-kültür şehri olan Konya-Akşehir’de vefât etmiştir. Kabri de Nasreddin Hoca türbesine üç kilometre mesafede bulunan Baştekke yolu üzerindedir.
Tefsir, Ali İhsan Türcan tarafından Nahcıvânî Tefsiri adı altında beş cilt halinde tercüme edilip Akşehir Belediyesi tarafından 2017 yılında yayınlanmıştır. Tefsirle ilgili kısa tanıtıma geçmeden bir yanlışa da dikkat çekmekte yarar vardır:
Zikrettiğimiz bu eserin bir benzeri Geylânî Tefsiri adı altında bir heyet tarafından tercüme edilip yayınlanmıştır. Yaptığımız karşılaştırma sonucunda bizde şu kanaat oluşmuştur: Nahcıvânî Tebriz’de tefsirini tamamlamış, sonra Tebriz yahut Akşehir’de eserini temize (tebyîz) çekmiştir.
Eserin müsveddesi nasıl olduysa farklı yerlere Ceylânî Tefsiri olarak gitmiş ve öyle meşhur olmuştur. Yapılan karşılaştırmada iki tefsir arasında ciddî bir muhtevâ farkının olmadığı görülmüş, “Nahcıvanî Tefsiri” adı altında yapılan baskı gramer açısından tashihli, kelime/kavram/cümle açısından daha kâmil görünmektedir.
“Geylânî Tefsiri” olarak yapılan baskı daha muhtasar durmaktadır. Nitekim eserde Muhyiddin İbn Arabî (ö: 638/1240) ve Beyzavî’den (ö: 685/1286) alıntılar yapılmaktadır. Geylanî ise 561/1166’da vefât etmiştir. Buna göre kendisinden sonra yaşamış âlimlerden istifade etmesi mümkün değildir. Nahcıvânî ise bu iki âlimden sonra yaşamıştır. Dolayısıyla eserin Nahcıvânî’ye âidiyetinde şüphe görünmemektedir.
Sufî/işârî bir tefsir olan eserde müfessir, her âyetin tefsirini ayrı ayrı yapmış, dilbilimsel, fıkhî açıklamalara ve rivâyetlere yer vermiş, işârî yorumlarda bulunmuştur. Kuşeyrî’nin Letâifü’l-İşârât adlı tefsirinde olduğu gibi her sûrenin başındaki besmele âyetini, başında bulunduğu sûrenin muhtevâsına uygun olarak tefsir etmiştir. Her sûrenin girişinde ve sonunda sûreyi tanıtan ve özetleyen açıklamalar yer almaktadır.
İnfitâr Sûresi’nin 6. âyeti olan “Ey insan, kerem sahibi Rabb’ine karşı seni aldatan nedir?” âyetinin tefsirinde Nahcıvânî şunları söyler:
“Ey kendisine türlü iyiliklerle nimetler ve bolluklar verilen insan! Seni ne aldattı, hangi şey tuzaklar kurup seni, Kerîm Rabb’ine ve O’nun bunca nimet ve ikramlarına rağmen kandırdı da kâfirlik ve isyana atılmaya sevk etti?...
Fudayl b. Iyaz’a dendi ki, Yüce Allah seni huzuruna alıp, ‘Ey Fudayl, Rabb’ine ve O’nun sonsuz ikramlarına karşı seni aldatan nedir?’ diye sorulduğunda ne dersin? O, şöyle derim diye cevap vermiştir: ‘Rabb’im, Senin sarkıtılmış perdelerin beni aldattı!’
Yahya b. Muaz ise aynı soruya şöyle cevap vereceğini söyler: ‘Rabb’im, Senin geçmişteki ve şu andaki nimetlerin beni aldattı!’
Ebubekir el-Varrâk ise şöyle cevap vereceğini söyler: ‘Sonsuz ikramlar sahibi Kerîm Rabbimin iyilik ve ikramları beni aldattı!’
Allah’tan başkasına iltifat etmeyen fakir/dervişlerin hizmetkârı ben (Nahcıvânî) de derim ki: Rabb’im, Senin bana kefil olman, beni kuşatıp gören gözüm, duyan kulağım, bütün idrak ve duyularım olman beni aldattı!”
Bazı sûre başlarında yer alan hece harfleriyle ilgili olarak da son derece özgün açıklamalar yapar. Sözgelimi Bakara ve Âl-i İmrân Sûrelerinin başında Elif Lâ Mîm ifadesini açıklarken özetle şunları söyler: “Bu ifadesi ile Yüce Allah insana, özellikle de vahyin ilk muhatabı olan Peygamberimiz’e adeta şöyle seslenmektedir:
‘Ey halîfemiz olup bizleri temsil etmeye layık, Rabliğimizin bütün varlıklara nasıl yansıdığını anlayıp açığa vurmaya kararlı, sonsuz ilmimizden tahsil etmeye devam eden kâmil insan!
Ey kâmil, biricik ve arınmış olan insan. Ey Rahman’ın sûretinin yansıması olan… İlâhî isim ve sıfatların tecellîsi olan her görev ve makama bağlı olan, bu isim ve sıfatları tefekkür en sevgili kul. Her şeyin sahibi olan Yüce Allah’ı bütün varlıklara anlat…’
Yâsîn harfleriyle ilgili olarak şunları söyler: ‘Ey kesin bilgi, görüş ve vuslat denizinin kaynağına eren ve o denizde bocalamadan yüzmeyi bilen kâmil insan!’
Sâd Sûresi’nin başındaki Sâd harfini tefsir ederken de şunları söyler: ‘Ey karakter ve kabiliyeti, bütün kötülüklerden arınmış, peygamberlik emânetinin ağır yükünü sabırla taşıyan!’
Mü’min Sûresi’nin başındaki hâmîm harflerini açıklarken şunları söyler: ‘Ey vahyi yüklenip taşıyan, himâye edip koruyan, ey özündeki sayfadan Allah’tan gayri her şeyi sildikten sonra oraya başka hiç kimsenin girmesine izin vermeyen!
Kâf sûresinin başında yer alan Kâf harfini açıklarken de özetle şunları söyler: Ey Yüce Allah’ın hilafet kaftanını giymeye kâbiliyetli olan, kendisine inen vahyi ve ilhamları halka ulaştırmaya kâim olan peygamber! Sen, Hakkın yolunu açıklamakla görevlendirilmiş hak peygambersin!”
Nûn Sûresi’nin başında yer alan Nûn harfini açıklarken de özetle şunları söyler: ‘Ey Allah’ın nâibi, ey nebî, ey Allah nuruyla bakıp O’nun adına işler yapan, peygamberlik ve velîlik mertebelerine aykırı bütün rezilliklerden arı ve uzak olan!...’
Şunlar da müfessirimizin tefsirinin sonuna koyduğu cümlelerden bir kaçı:
“Ey Allah’ın kopmaz ipine tutunan Muhammedî Müslüman! Sana gereken, Kur’ân’ın hükümlerine sımsıkı sarılman, onun emirlerini tutup yasaklarından kaçınman. Yaptığın her işte ihlaslı olman, her hal ü karda Yüce Allah’a güvenip dayanman. İtâatle uğraşıp her şey de O’nun tecellîlerini görmendir. Bilesin ki seni lütuf ve keremiyle yüce makamlara erdirecek olan O’dur…
Kul, Allah’ın sözü hakkında konuşmaya nasıl güç yetirebilir ki! Zira bir söz emsaliyle açıklanabilir. Bir insanın sözü, kendisi gibi bir insanın sözüyle açıklanabilir. Kur’ân’ın misli yok ki gereği gibi açıklanabilsin. Ne yapalım ki bizler, bir şeyler anlamaya ve Kur’ân hakkında konuşmaya mecbur olduk. Kusurumuza bakılmaya!...
Ey kardeşim, inat edip itiraz etme! Can gözüyle görmez misin, Allah her şeyi bilendir. O gayret ve kıskançlık sahibidir. Davasına hizmet edenleri de görür gözetir, sahiplenir. Göğüslerde ve beyinlerde olan her şeyi de O bilir…
Allah senin perdelerini kaldırsın, can gözünü açsın, seni derin anlayış ve yüce fikir sahibi etsin… Manevî yolculuğunda perde ve engelleri kaldırsın…
Ey bilmek ve anlamak karakteri üzere yaratılan, bilmez misin ki, kul ve ondan meydana gelen her şey Yüce Mevla’ya dayanmaktadır. Her şey, ilkin O’ndan geldiği gibi, yine O’na dönecektir. Bilesin ki O’nun dilediği şeyden başkası olmaz… Yüce Allah kime nur var etmedi, can gözü bahşetmediyse o karanlıktadır… Onun için Yüce Allah kitaplar indirdi, kalplere ilâhî hakîkatler aktardı ki öğrenip yolunda yürüyerek kararlılık meclisine/rızâ meclisine ersinler, O’nun cem3alini görme lütfuna mazhar olsunlar…
Ey Rabb’imiz, bizleri Sana erdir… Eserimi tamamlamaya karşılık hamd ü senâ O’nadır. Salât u selâm da yaratılmışların efendisine, onun ehl-i beytine, âl ve ashabına ve de âlimlere olsun!”
Görüldüğü üzere müfessirimiz engin ilmî ve irfanî birikimini, âyetleri açıklarken kendine özgü üslubuyla insanlara sunmaktadır. Mevlâ ona rahmet etsin!
Ali AKPINAR
YazarPeygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), hevasından bir şey konuşmayan ve konuştukları vahiyden ibaret olan[1] bir önder olarak Yüce Allah’ın bildirmesi ile geleceğe dönük bazı açıklamalarda bulunmuştur. ...
Yazar: Ali AKPINAR
Ey Türkçe tahtının aziz sultanı,Dilimde bin yıldır şakıyan sensin.İmbikten süzülen Türkçe fermanıİlimde bin yıldır okuyan sensin.Sundun bize ataların sözünü,Yolumuza bir ölümsüz nur verdin.Çağlar ötes...
Şair: Yusuf DURSUN
Kur’ân’ın bir adı da Nûr’dur. Zira o, her şeyin, ışığı/aydınlığın yaratıcısı ve sahibi olan Yüce Allah’ın kelâmıdır. O, gönülleri, beyinleri ve insanların yolunu aydınlatan hidâyet rehberi, dosdoğru y...
Yazar: Ali AKPINAR
“Cennet vatan” diye nitelediğimiz Anadolu toprakları, bin yıl kadar önce İslâm ile tanışmıştır. Bu topraklarda önce Selçuklu, ardından Osmanlı unutulmaz izler bırakmışlardır. Bu bölgelerde yaşayan ins...
Yazar: Ali AKPINAR