Kuzey Kafkasya’da İslâm ve Tasavvufî Genel Zemin
Orta Asya’da, Türklerin İslâm dinini kabul etmesinde ve Anadolu’nun Müslümanlaşmasında kolonizatör dervişlerin çabaları ile Kuzey Afrika ve Endülüs’te halkın İslâmlaşmasında sûfîlerin gayret ve çabaları bilinmektedir. Bu Alperen geleneğinin en son yeşerdiği, İslâm’ın sûfîler vasıtasıyla yayılıp kök saldığı bölgelerden birisi de sert tabiatlı mert insanların yaşadığı yer olan Kuzey Kafkasya’dır.
Asırlar boyunca çok çeşitli milletlerin göç ve işgaline sahne olan Kafkasya, Orta Asya ve Güney Rusya bozkırları ile Anadolu ve Ön Asya bölgeleri arasında bir köprü görevi üstlenmiş ve jeopolitik stratejik önemini her devirde korumuştur.
İslâm dini, Kafkasya bölgesine VIII. yüzyılda, Ebû Müslim önderliğindeki Müslüman ordusunun Hazar Türkleri ile karşılaşıp onlarla savaşarak ve bölgenin bazı kısımlarını fethetmeleriyle girmiştir. Ancak Müslüman ordularına karşı koyan ve onları geri püskürten Hazar Türkleri, İslâm’ın Kafkasya’ya ve Kafkasya üzerinden Doğu Avrupa’ya yayılmasını engellemişlerdir.
Fakat bazı Müslümanların Dağıstan’da kalarak oraya yerleşmeleri, İslâm dininin Dağıstan Bölgesinde VIII. yüzyıldan itibaren yayılmaya başlamasına neden olmuştur.
İslâm tarihinin bazı dönemlerinde dinin yayılması ve vatan müdafaasında aktif bir görev üstlenen tasavvuf erbabı, Peygamber (s.a.v.)’in ahlâkını, sevgi ve hoşgörüsünü kendilerine örnek edinmişlerdir.
Bugünkü Kuzey Kafkasya’da bir İslâmî potansiyelden söz edilebiliyorsa bu, büyük ölçüde tasavvuf erbabının faaliyetlerine borçludur. Özellikle bugünkü Kafkasya’da İslâmî geleneğin ve tasavvuf kültürünün en güçlü şekilde yaşandığı Dağıstan bölgesinde, yaklaşık 70 yıldan beri sürdürülen baskı, zulüm ve din düşmanlığı politikalarına rağmen bugün aktif bir şekilde yaşamaktadır.
İslâm’ın derûnî yönünü teşkil eden ve dinin, şeklî birtakım ritüellerini, kalbî bir lezzet ve coşkuya tahvil eden tasavvuf, gönül ehli âlim ve sûfîlerin irşad faaliyetleri sayesinde Dağıstan’ın günlük yaşantısının bir parçası hâline dönüşmüştür.
Başkent Mohaçkale’de, camilerde ikindi namazından sonra zikir halkaları oluşturulması, Ramazan’ın son on gününde itikâfa girilmesi ve genç kızların toplum içerisinde duraklarda beklerken tespih çekmeleri, Dağıstan toplumunda tasavvufî hayatın çok aktif bir şekilde yaşanmakta olduğunu göstermektedir.[1]
Kafkasya’daki dinî hayatın en ciddi Sovyet gözlemcilerinden biri olan V. G. Pivovarov 1975’te şu bilgileri vermektedir: “Çeçen-İnguş Otonom Cumhuriyeti Müslümanlarının yarıdan fazlası bir tarîkatın üyesidir.” [2]
Bugün Rusya’da, özellikle Dağıstan’da, İslâm’ın hem din hem de hayat tarzı olarak muzaffer bir şekilde varlığını devam ettirmesinin, sûfi tarîkatların ve özellikle Nakşibendî tarîkatının sürekli ve sistemli faaliyetleri sayesinde olduğunu, yapılan araştırmalar ortaya koymaktadır.[3]
Bu bölgede Nakşbendîliğin dünü ve bugününe bir göz atalım.
Nakşbendîlik
Kafkas halklarının, Ruslara karşı birlik beraberlik ve dayanışma içerisinde İslâm dinine dayalı “etnik kimlik” etrafında bir cephe oluşturmaları tarîkatlar yoluyla özellikle Nakşbendî sûfîleri eliyle olmuştur.
Nakşbendîye tarîkatı, Türkistan’da doğmuş ve bütün Türk-İslâm coğrafyasına yayılmış büyük sûfî tarîkatlarından biridir. Bu tarîkat, Yûsuf-ı Hemedânî, Abdulhâlık-ı Gücdüvânî ve tarîkata adını veren Bahâeddin Nakşbendî tarafından şekillendirilmiştir.
Rusya’nın sıcak denizlere doğru ilerleyişini bir asır geciktiren Kafkasya Savaşları 1783 yılında İmam Mansur Uşurma’nın kutsal cihadı ile başlamış, Nakşbendî tarîkatı tarafından organize edilip yönetilen 1821-1856 yılları arasındaki müridizm hareketinin sonuna kadar devam etmiştir.[4]
Nakşbendî tarîkatının doktrinini Çeçen-Dağıstan bölgesinde yayan İmam Mansur Uşurma’nın va’zları hızlı bir başarı elde etmiş ve Dağıstan halkları onun birlik çağrısına koşmuşlardı. 1785 yılında, Rus ordusuna karşı elde ettiği başarıdan sonra Çeçen ve Dağıstan bölgelerini birleştirmeye muvaffak olan Mansur, orta ve batı Kafkasya’daki Çerkez kabîlelerini de ayaklandırmaya teşebbüs etmiş, ancak Çerkez kabîlelerinin toplumsal yapıları sebebiyle başarılı olamamıştı.
İmam Mansur, 1791’de Anapa’daki Osmanlı kalesinde Ruslar tarafından yakalanmış ve bir âsî olmakla suçlanarak ömür boyu hapse mahkûm edilmiştir. İki yıl sonra da hapsedildiği kalede vefât etmiştir. Kafkasya’da, Ruslara karşı Müslümanları cihada teşvik eden ilk Nakşbendî şeyhi olan İmam Mansûr’un, kendisinden sonra hiçbir halef bırakmadığı, Rus baskısı çok sert olunca onun müntesipleri dağılmış, Nakşbendîler o dönemde Kafkasya’da fazla bir varlık gösterememişlerdir.[5]
Nakşbendî tarîkatı, XVIII. yüzyıl sonu ve XIX. yüzyıl başında Şirvan yoluyla Dağıstan’a gelmiş ve oradan XIX. yüzyıl ortalarında Çeçenistan bölgesine ve Batı Kafkasya’ya yayılmıştır. Dağıstan ve Çeçenistan’da yayılan Nakşbendî tarîkatı, Batı Kafkasya’nın Çerkez Bölgesinde fazla bir varlık gösterememiştir.
Kuzey Kafkasya’da ortaya çıkan Nakşbendîlerin bu ikinci safhası çok ayrıntılı bir şekilde bilinmekte, mürşidlerin silsilesinin çok detaylı bir şekilde tesbit edilmesi bunu ortaya koymaktadır. Bu ikinci dönem, Kuzey Şirvan’da faaliyet gösteren ilk Nakşbendî mürşidi Hâlid-i Bağdâdî’nin halîfesi Kürdemirli Şeyh İsmail ile başlayıp, Gazi Muhammed’in ve Şeyh Şâmil’in mürşidi Kazikumuh’lu Cemâleddin ile devam etmiştir.[6]
Kafkasya tarihinde önemli rol oynayan Nakşbendî tarîkatı; sağlam disiplini, ideallerine tam bağlılıkları ve tarîkatın dayandığı sıkı hiyerarşi sayesinde Kafkasyalıların 1824’ten 1859’a kadar süren Rus istilâsına kahramanca karşı koymalarını sağlamıştır. Nakşbendîlerin Ruslara karşı başlattıkları cihadın, Çarlık İmparatorluğu’nun maddî ve ahlâkî yıkılışına kesin bir şekilde etki ettiği, Rusya’da Bolşevik rejimin iktidara gelişini çabuklaştırdığı iddia edilmektedir.[7]
İmam Mansur Uşurma’nın vefâtından sonra bir müddet pasif bir konuma geçen Nakşî direniş, 1822-1823 yıllarında Molla Muhammed’in[8] çalışmaları sonucu yeniden canlılık kazanmıştır. Bu Nakşî-Hâlidî sûfîlerinin özgürlüğe olan iştiyakları ile dinî inançların ve coşkulu bir rûh hâlini temsil eden tasavvufun kaynaşması, gönüllerinde bağımsız Kafkasya idealini sürekli canlı ve dinamik tutmuştur.[9]
Molla Muhammed 1832 yılına kadar halkı irşâd etmiş, müridleri vasıtasıyla Kafkasya kavimlerini kutsal cihada çağırarak bu uğurda mücâdele etmeye devam etmiştir. Gazi Muhammed, bu kutsal dâvâ uğruna Gimri’de şehit edilince yerine Hamzat Bey geçmiştir. Onun da 1834’te Hunzah Mescidi’nde şehit edilmesiyle, Kafkas Kartalı olarak isimlendirilen Şeyh Şâmil ittifakla imamlık makamına seçilmiştir.[10]
İmam Şâmil, 1834’te 39 yaşında İmam seçilince, Rus işgal ve tahakkümünden kurtulmanın tek çıkar yolunun şerîat hükümlerine dayalı bir idare kurmakta olduğunu düşünüyordu. İmam Şâmil’in başlatmış olduğu bu hareket, dağınık bir hâlde yaşayan Kafkasya milletlerini; menşeini İslâm’ın rûhundan ve millî benliklerinden alan kutsal cihad bayrağı etrafında birleştirerek teşkilatlandırdı.
İmam Şâmil, Ruslara karşı yirmi beş yıl amansız bir mücâdele yürüttü. Bu mücâdelede hak ve adâletiyle, toplumda uyguladığı şerîat hükümlerinin yanı sıra örf ve âdetlere de saygı göstermesiyle halkın derin hürmetini kazanmıştır. Ancak uzun yıllar Ruslara karşı zafer kazanan Şâmil, kendisine tâbî olan gruplardan bazılarının Rusların safına geçmesiyle büyük bir darbe yemiştir.
Tam yirmi beş yıl Ruslara karşı mücâdele ederek, Allah’ın dinini yaymaya çalışan Şeyh Şâmil[11] 1859’da zor şartlar altında Ruslara teslim olmak mecburiyetinde kalmış ve Kafkasya Rusların hâkimiyeti altına girmiştir.[12]
Nakşîlerin başlattığı müridizm hareketinin 1859’da yenilgiye uğraması ve Kafkasyalı Müslümanların bu yenilginin sonucu olarak kitleler hâlinde Türkiye’ye göç etmeleri, Dağıstan ve Çeçenistan’da Nakşbendiyye’nin faaliyetini sona erdirmemiştir. Nitekim hayatını ve eserlerini incelediğimiz Dağıstanlı Nakşî-Hâlidî şeyhi Hasan Hilmi Efendi’nin eserleri ve etkileri bu düşüncemizi desteklemektedir.[13]
Şeyh Şâmil’in mağlup olmasından sonra şeyhi ve kayınpederi Nakşî şeyhi Kazıkumuhlu Cemâleddin Efendi’nin de Türkiye’ye göç etmesinden sonra Dağıstan’da onun halîfesi Sograt’lı Hacı Abdurrahman Efendi en önemli dinî lider olarak kalmıştır. Bu şeyh efendi, 1877 yılında Dağıstan ve Çeçenistan’da başlatılan direnişte aktif bir rol oynamıştır.
Maalesef o da diğer Nakşî sûfîler gibi Ruslar tarafından Sibirya’ya sürgün edilmiş ve orada vefât etmiştir. Sogratlu Hacı Abdurrahman Efendi’den sonra direnişçilerin başına oğlu Muhammed Efendi geçmiş o da Ruslar tarafından tutuklanmış, daha sonra Türkiye’ye gönderilmiştir.[14]
Bazı kaynaklara göre Şeyh Şâmil’in kayınpederi Nakşî şeyhi Kazıkumuhlu Cemâleddin Efendi, Şeyh Şâmil’den önce imam seçilen halîfesi Gazi Muhammed’in Ruslara karşı cihad etmesine müsaade etmemiştir. O da Cemâleddin Efendi’nin hocası Muhammed Yerağî’den izin alınca Cemâleddin Efendi de ses çıkarmamıştır. Şeyh Şâmil’in mağlûbiyetinden sonra ise Cemâleddin Efendi Türkiye’ye göç etmiştir.[15]
Cemâleddin Efendi’nin Türkiye’ye göç etmesinden sonra, yukarıda da ifade edildiği gibi halîfesi Sogratlu Hacı Abdurrahman Suğûrî[16] direnişi başlatmıştı. İşte bu dönemde İsmail Kürdemirî’ye farklı bir silsile ile ulaşan diğer bir Nakşî-Hâlidî şeyhi Mahmud Efendi’ye nisbet edilen Mahmûdiyye tarîkatı şeyhlerinden Şuayb b. İdris Bakinî ve halîfesi Hasan Hilmi Efendi, Abdurrahman Suğurî ve müridlerinin Ruslarla savaşına taraftar olmamışlardır.
Çünkü onlar bu tutumun Müslümanlara zarar verdiğini düşünmekteydiler.[17] Hatta Hasan Hilmi Dağıstanî, 1923 yılında Dağıstan Müslüman Âlimler Kurultayı’nda Uzun Hacı ve Necmeddîn Gotsi’nin Ruslar’a karşı savaşmalarına karşı çıkmıştır. Çünkü o itidalli olma taraftarıydı.[18] Kanaatimizce Mahmûdiyye tarîkatına mensup olan şeyhlerin Ruslarla savaşa taraftar olmamaları, hatta savaşanları eleştirip karşı çıkmaları, Müslümanların daha çok zarar görmesine neden olduğunu düşündüklerinden olsa gerektir.
Mahmûdiyye’ye mensup mürşid-i kâmiller, bilhassa bir çalışmamızda detaylı olarak ele aldığımız Hasan Hilmi Dağıstanî ve onun Şeyhleri Şuayb b. İdris Bakinî ve Seyfullah Kâdı; Şeyh Abdurrahman Suğurî’nin yolunda olduklarını iddia eden müridlerin Nakşî çizgisinden uzaklaştığına inanıyorlardı.
Çünkü Abdurrahman Suğurî’nin halîfesi olduğunu söyleyen Muhammed el-Ubâdî, cehrî zikrin şerîat, hafî zikrin ise tarîkat olduğunu iddia ederek tasavvuf konusunda ne kadar bilgisiz olduğunu ortaya koymaktadır. Zaten Mahmûdiyye tarîkatı şeyhlerinden Hasan Hilmi Efendi, Şeyh Abdurrahman Suğurî’nin hiç kimseye hilafet vermediğini eserlerinde ifade etmektedir.[19]
Bugün Dağıstan’da en aktif Nakşî-Şâzelî Tarîkatı Almalılı Mahmud Efendi’ye nisbet edilen Mahmûdiyye’ye mensup Seyfullah Kadı ve onun halîfesi Hasan Hilmi Dağıstanî’nin koludur. Hatta Dağıstan’da Diyanet İşleri Teşkilatı ve ilmî heyet onların çizgisinde faaliyetlerini sürdürmektedir. Bunun en açık delili Seyfüllah Kadı ve Hasan Hilmi Efendi’nin eserlerinin Mohaçkale ve Şam’de bastırılıp dağıtılmasıdır.[20]
[1] Yaşar Kalafat, “Görebildiğim Dağıstan ve Dağıstan Halk İnançları”, http://www.oocities.org/yasarkalafat/mak4.htm/ Erişim 09/08/2015
[2] Bennigsen, Sûfi ve Komser, s. 114.
[4] Bennigsen, a.g.e., s. 51; Quelquejay, Chantal Lemercier, “Kuzey Kafkasya 'da Tarikatlar”, çeviren: Osman Türer, Atatürk Ü.İ.F.]).,Sayı:11, Erzurum 1993, s. 227-228; Baddeley, John, Rusların Kafkasya’yı İstilası ve Şeyh Şâmil, s. 72.
[5] Bennigsen, Sufi ve Komiser, s. 95; Akdes, Nimet Kurat, Rusya Tarihi, s. 331.
[6] Kafkasya'da·Nakşbendî-Hâlidî silsilesi Kürdemirli İsmail'den itibaren şöyle gösterilmektedir: 1-Şirvanlı Has Muhammed. 2- Yaraglar'lı Muhammed Efendi. 3-Şâmil'in son yenilgisinden sonra Türkiye'ye göç eden Kazikumuh'lu Seyyid Cemâleddin. 4-Oğlu Hacı Muhammed’le, 1877'deki Dağıstan direnişinin liderlerinden biri olan ve bir Sibirya kampında vefat eden Sogratl'lı Abdurrahman. 5-Ruslar tarafından idam edilen Sogratl'lı Abdurrahman'ın oğlu Sogratl'lı Hacı Muhammed. Şeyh Muhammed'in vefatından sonra Nakşbendî-Hâlidî tarikatı küçük kollara ayrılmış ve son derece merkezi olma özelliğini kaybetmiştir. (bkz. Quelquejay, agm., s. 228) Bizce bu bilgi doğru değildir. Çünkü Kafkasya’da Nakşbendî-Hâlidî silsile Kürdemirli İsmail'in halifelerinden Şirvan'lı Has Muhammed’den itibaren farklı bir koldan oldukça yaygın ve günümüzde aktif olan Nakşbendî-Hâlidî silsile daha vardır. (bkz. Halim Gül, Hasan Hilmi Dağıstânî ve Tasavvuf Anlayışı, İlahiyat Yay. Ankara 2016)
[7] Bennigsen, Sufi ve Komiser, s. 96; Akdes, Rusya Tarihi, s. 331.
[8] Şâmil tarafından 1842 yılında hapsedilmiş olan teğmen Orbeliani’nin, 1943 yılında Şâmil imamlığının dinî, sivil ve askerî yönetimle ilgili raporunda belirtildiğine göre, Molla Muhammed, şeyhi ve hocası Cemâleddin Kazikumukî tarafından Ruslara karşı savaşa girmemesi, cahil Dağıstan halkını doğru yola sevk ederek onlarada yerleşmiş olan kötü alışkanlıkları ve gelenekleri yok etmeye teşvik edilmiştir. Yine bu rapora göre Cemâleddin Efendi damadı Şeyh Şâmili de Rusla’a karşı silaha sarılmayı yasaklamıştır. Bkz. Bennigsen, Sufi ve Komiser, s. 337-339.
[9] Bennigsen, Sufi ve Komiser, s. 96; Bardakçı, agm., s. 41.
[10] Bennigsen, Sufi ve Komiser, s. 337; Bardakçı, agm., s. 42.
[11] Çoğunlukla batılı ve Rus kaynaklardan hareketle yapılan bir çalışmada; Gazi Muhammed, Hamzat ve Şeyh Şâmil gibi müridizm hareketini başlatan imamların Müslüman halka karşı çok sert ve acımasız davrandıkları hatta müritleri çekiştiren dağlılara, Şâmil’in: “Hey sizler, kafir köpekler, şu saat göstereceğim, müritler mi size, siz mi müritlere güleceksiniz!” diyerek onlara kamasıyla saldırdığı. Müzik aletlerini de parçaladığı iddia edilmektedir. Halbuki bu davranış ne islam’ın evrensel ilkeleri ile ne de tasavvuf kültürü ile bağdaşmamaktadır. Zaten aynı kaynakta Şâmil vasiyetnamesinde burada yaptığı uygulamanın tam tersi bir beyanatın bulunduğu belirtilmektedir. Söz konusu vasıyetnamede şöyle denilmektedir: “İmansızları yok ederken sakın yaşlı insanları, kadınları ve çocukları öldürmeyin diye ilan ettim. Mısır tarlalarını yakmayın, hayvanlarını telef etmeyin(Eğer yemeye ihtiyacınız yoksa)…” (Geniş bilgi için bkz Temizkan, Kuzey Kafkasya Müridzmi, Müridzmin Yayılma Stratejisi Ve Feodal Beylerle İlişkileri, s. 165-190.) Bu ifadelerle yukarıda verilen bilgiler bir biri ile çelişmektedir. Bu nedenle bize göre batılı ve rus yazarlar daha çok imamları halkın gözünden düşürmek Müslüman ve sufi algısının toplumun hafızasında negatif yönde bir iz bırakmasını sağlamak amcıyla hareket edilmiş olabilir.
[12] Işıltan, Fikret, Şeyh Şâmil, MEB İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1979, 2. bsk., c. XI, s. 473; Bartold, Vasiliy Vladimiroviç, Rabotı po İstoriçeskoy Geografii, Vostoçnaya Literatura RAN, Moskva 2002, s. 416; Bardakçı, agm., s. 42
[13] Bk. Gül Halim, Hasan Hilmi Dağıstanî ve Tasavvufi Görüşleri, İlahiyat Yayınları, Ankara 2016.
[14] Bennigsen, Sufi ve Komiser, s. 97; Erel; Dağıstan ve Dağıstanlılar, s. 169.
[15] Г.М. Курбанова, “Проблемы Джихада В Религиозно-Политической Мысли Дагестана Xıx-Начала Хх Вв”, Гуманитарные И Социальные Науки 2010. № 1, s. 126-127.
[16] Bir başka araştırmaya göre, Suğûri, Nakşî şeyhi Kazıkumuhlu Cemâleddin Efendi’nin halifesi olarak değilde, Kafkasya’da Hâlidî’yenin bir başka kolu olarak gösterilmekte ve Suğûri’nin Şeyh Şâmil karşıtı olarak göstermekte ve kime intisap ettiğinin bilinmediği ifade edilmektedir. (bkz. Temizkan, Abdullah, s.175.
[17] Курбанова, agm., s. 131.
[18] Курбанова, agm., s. 137-138.
[19] Г.М. Курбанова, agm., s. 132-133; Dağıstan’da ortaya çıkan sahte şeyhlerin özelliklerini müellifimiz Hasan hilmi Dağıstanî eserlerinde çok geniş olarak izah etmektedir. (Geniş bilgi için bkz. Halim Gül, “Şeyh Hasan Efendi el-Kahî ve Cehdü’l-Mukıl fî Reddi Şatahâti’l-Münkiri’l-Mudil Adlı Eseri = Sheikh Hasan Afandi’s Work el-Kahi and Cehdu’l-Mukil fi Raddi Satahati’l-Munkiari’l-Mudil”, Türkiye İlahiyat Araştırmaları Dergisi = Turkey Journal of Theological Studies, 2019, cilt: III, sayı: 2, s. 287-319)
[20] Курбанова, agm., s. 138-139.
Halim GÜL
YazarVücudûn bâ’is-i îcâd-ı âlem yâ RasûlallahAnınçün cümleden sensin mükerrem yâ RasûlallahZuhûr-ı zât-i pâkindür anı halleyleyen yohsaKalurdı sırr-ı mevcûdât mübhem yâ RasûlallahAceb mi âb-ı rûyunla döne...
Yazar: Vedat Ali TOK
Rabb’imiz bizden iyi işlerde birbirimizle yarışmamızı ve hepimizin dönüşünün Allah’a olacağını hatırlatırken[1], Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Bir kavmin efendisi, onlara hizmet edendir.”[2] buyurmak...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
BeyitKime arz-ı hâl edem sen var iken ey serv-i nâz Çâresiz derd-i dile sensin tabîb-i çâre-sâz (Ey servi boylu sevgili! Sen varken hâlimi kime arz edeyim. Çaresiz gönlümün derdine çare bulan tabip ya...
Yazar: Resul KESENCELİ
Çocukluk günlerim dün gibi hafızamda. Hiç büyümemişim, yaşlanmamışım, yetmişi devirmemişim sanki. Oysa ömür, yokuştan iner gibi, bir bulut geçer gibi elden uçup gidiyor. Dönüp bakıyorum dün; sisli bul...
Yazar: Mahmut KAPLAN