Kültür Refah İdealine Feda Edilmez
Kültür, bir toplumun tarihi boyunca bilgi ve yaşama biçimiyle şekillendirip beslemek üzere üretip hayatına yön veren ve bunu sosyal tavır hâlinde ana unsur olarak gelecek kuşaklara aktaran bir hayat tarzıdır. Sadece bilgi malzemesi değildir. Bilgiden beslenmesine rağmen, bilgiye de hükmeden bir otoriter gücü vardır. Mesela düğünlere iştirakimiz, ölümlerde bir araya gelerek acıları paylaşma anlayışımız kültürümüzün gereğidir. Kültür ortak muhayyilenin şuur hâline gelmesi ve yönlendirici olmadaki gücüyle etkinliğini korur. Bunun içindir ki kültür bilginin malzemesi değil, onun bizatihi yaşama hâlidir. Kaynağını irfan ocağından alır. Böyle bir zemine sahip olan kültürün sosyal hayatımızdaki yeri, kimlik ve kişiliğimizin şemasını oluşturmalıdır.
Türkiye son yıllarda; belki yarım asırdan buyana, kültür erozyonunun baskısı altında gibi görünüyor. Bu ithal moda hastalığının yanında, refaha yönelik gelişmelerin tetiklediği bir çözülüşün işareti midir? Aslında, bu konu üzerinde uzmanların kafa yormasında fayda vardır. Ekonomiyi güçlendirirken, kültürün erdemini kaybedersek, geleceğimizi de kaybedebiliriz. Tehdit buradadır! Ancak, sağlam bir geleneksel altyapımız var, bu dar zamanda kendi keyfiyetini ortaya koyar ve kültürü yine de ekonominin baskısına boyun eğdirmez. Böyle bir şansımıza rağmen, Türkiye’nin, Türk insanın geleceğini refah sevdasına taşırken, kültürün konfora dönüşmeye yüz tutan zenginleşme hastalığının tuzağına dikkat edilmesi gerekiyor. Yıllardır siyasî elitler, hep kalkınmaya odaklanan bir politika izlediler. Bu, gelişmek isteyen bir ülke için doğaldır. Ancak, kültürü feda ederek bu yapılmamalıdır! Dikkatten kaçan husus buradadır. Aç olan adamın önüne ekmek yerine parayı koyduğunuzu düşünün. Eğer o parayla alacağı ekmeği bulamıyorsa, zenginliğin ne anlamı vardır?
Tarihimiz boyunca bize ışık olan ana kaynağımız arif insanların yol gösterici hayat tarzları olmuştur. Düşünebiliyor musunuz, Orhun Abidelerinde taşa işlenen hayat felsefemiz, aslında kültürün yol gösterici gücünü ifade eder. Orada sosyal iradenin hükümranlığı, aynı zamanda insanın hükümranlığının işaretidir. Peygamberlerin hemen hepsinin gökten yere indirdikleri ilahi irade davası bütün insanlığın kurtuluşuna bir reçete sunmak içindi. Bu bakımdan din yalnızca ibadet değil, hayatın her safhasında kendisini Var Eden’in iradesine uygun yaşama eğilimine yönelmesini tavsiye etmiştir. Kültürün görünmeyen gizli kaynağı işte burasıdır.
Seyyid-i Sırdan, bunun farkında olduğu içindir ki “İbadetin özü nefsin erilmesidir, onunda dışında kalanları ise kabuğudur.” der. Bununla da yetinmez, doğrudan insana hitap ederek, “Denizdeki canavarı görüp korkma, içinde denizleşen canavardan kork!” şeklinde bir uyarıda daha bulunur. Buradaki canavar da nefsin ifadesidir. Bu bakımdan, ‘nefis’ kavramı ihtiraslarımızın eşanlamını ifade eder. Bu ifadeler kontrol alınamayan nefisin nasıl bir vebaya dönüştüğünün ifadesidir. Kuran’da Kalem Suresi dördüncü ayet-i kerimede Rasûlullah (s.a.v.) için “Sen elbette en güzel ahlak üzeresin.” buyrulur. Ahlakın bir davranış biçimini şansıtması bakımından bu uyarı çok önemlidir ve nitekim Allah’ın Rasûlü de “Ben en güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.” buyurarak bu ilahi emri teyit eder.
Medeniyeti şekillendiren kültürün bu noktadaki en önemli özelliği, toplumun hayat felsefesini belli bir disiplin içerisinde sürdürmesini sağlamasıdır. Kültür, yalnızca bilgi birikimi değil, öncelikle bir yaşama biçimidir. Onun geliştirilmesinde kullanılan vasıtalar değişse de, hedefi değişmez. Bunun içindir ki, toplum, yaşama üslubunu bilgiyle zenginleştirirse, medeniyette çok daha etkin yol alır. Günümüze kadar gelebilen gelişmemiş toplumlarda, standart bir bilgi olmamasına rağmen yaşama kültürü vardır ve onları ayakta tutmaktadır. Kültür burada bilgiden değil gelenekten beslenmektedir.
Sosyolojinin tanımında kültür toplumun yaşama tarzının yansıması olarak anlatılırken, günümüzün yaygın kanaatinde ise kültür bilgi merkezli bir eğilimi temsil etmektedir. Hâl böyle olunca, kültürün bir de bu cephesine bakmakta fayda vardır. Türkiye, Cumhuriyetin ilanından buyana hep kalkınma odaklı bir çaba içerisinde olmuştur. İnsanların hayat standardını yükseltmek için kullanılan ana yol ekonomidir. Ekonomik verileri yükseltme çabası bütün iktidarların ana hedefi hâline gelirken, kültürel değerler hep geri plana itildi ve Türkiye okur-yazarlıkta çağ atlarken, kültürel gelişmişlikte bu çabayı yakalayamadı.
Kişi başına düşen millî geliri arttırma idealini siyasetin ana hedefi hâline getirenler, okuyan bir toplum oluşturmada aynı çabayı gösteremediler. Türkiye, 2020’de kişi başına düşen millî geliri 10 600 Dolara yükseltmeyi başardı, ama kitap almada ancak altı kişiye yılda bir kitap seviyesi gibi ezici bir gerilemenin merkezine kaldı. TÜİK tarafından yapılan araştırmaya göre, bu ülkede insanlar, günde 6 saat TV’ye zaman ayırıyor, 3 saat internete giriyor ve sadece bir dakika da kitaba bakıyor. Bilgiye dayalı kültürümüzün ana fotoğrafı maalesef budur.
Sonuç itibariyle; Türk insanı tarihi boyunca bunca yokluğa rağmen, asırlardan buyana gücünü koruyarak bugünlere gelebildiyse, bunu kendisini besleyen, adeta hayat suyu hâline gelmiş kültürüne borçludur. Bu özelliği, refah idealine feda edilmemelidir!
Muhsin İlyas SUBAŞI
YazarDenizleri kanat yapmış ufkuna Yıldızları karanlıkta pusula Bir derin boşluğa açmış yelkeni Özleminde ne servet var ne sıla Adanmışsam ben bu sevdaya diyor Türküsünü dalgalara söylüyor Rüzgârla ...
Yazar: Muhsin İlyas SUBAŞI
Adımı sorarsan, insanoğluyumHüzünler, çileler bende müptelâMazlumum, mahzunum çârem tükendiKum gibi, kum gibi başımda belâYanmışım, yanmışım içim KerbelâGöçlere durmuşum, çıplak yürürümZâlimler elinde...
Şair: Celalettin KURT
Dinle bir bak gönüle işleyen ney sesi buNeyzenin başpâreye tatlı bir bûsesi buDinler iken gözyaşı damla damla akıyorÖyle tatlı bir nağme yüreğimi yakıyorÜfle neyzen yak beni, yak dinleyen âşığıKoş eli...
Yazar: Şükrü ÜNAL
Osmanlı, Fatih Dönemi’nden başlayarak Batı’daki seferlerini kolaylaştırmak, hâkimiyetini sağlamlaştırmak ve kendisine karşı oluşturulan Haçlı ittifaklarını parçalayıp zayıflatmak maksadıyla bazı Avrup...
Yazar: İsmail ÇOLAK