Kulluğun Özü Duâ
Yüce Allah Furkan Sûresi 77. âyette şöyle buyurmaktadır:
"(Rasûl’üm!) De ki; ‘(Kulluk ve) duânız olmasa, Rabb’im size ne diye değer versin? (Ey inkârcılar! Size Rasûl'ün bildirdiklerini) kesinkes yalan saydınız; onun için azap yakanızı bırakmayacaktır!"
Bu âyette Allah katında ibâdet ve duânın ne kadar önemli olduğuna işaret edilmektedir. Zira Yüce Allah, Zariyât Sûresi 56. âyette “Ben, cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” buyurmaktadır. İnsan, Allah’a ibâdet ve duâ etmezse Allah ona ne diye değer verecektir ki, Allah’ın gönderdiği peygamberin bildirdiklerini yalan sayan ve Allah’a duâ ve ibâdette bulunmayanların azap yakalarını bırakmayacaktır.
İnsan âciz bir varlıktır. Arzu, istek ve ihtiyaçları ise çok fazladır. Bu arzu ve ihtiyaçlarını tek başına elde etmesi çoğu zaman imkânsızdır. İnsan bütün maddî manevî arzu ve ihtiyaçlarına ancak kudreti sınırsız olan Yüce Allah’tan istemekle kavuşabilir. Bunun yolu ise duâdır.
Duâ kelimesi Arapça sözlükte, “birine seslenmek, çağırmak, birini bir şeye sevk eylemek, teşvik etmek ve davet etmek”[1] gibi anlamlara gelmektedir. Terim olarak duâ ise; “küçüğün büyükten, âcizin güçlüden ihtiyaç ve arzusunu ciddi olarak istemesi ve rica etmesi” demektir.[2] Toshihiko İzutsu, duâyı, “kalbin Allah ile konuşmasıdır”, şeklinde tarif etmiştir.[3]
Âciz olan kul, Allah’ın yüceliğini itiraf ederek sevgi ve tazim duygularıyla onun lütuf ve ihsanını talep eder. Duâda asıl hedef, kulun hâlini arz etmesinden sonra istek ve ihtiyaçlarını Allah’tan dilemesidir. Böylece kul, Allah ile bir diyaloga girmektedir.
Bu diyalogun gerçekleşmesi için Yüce Allah önce varlığını çeşitli delillerle kuluna göstermiştir. Kul da inandığı sonsuz kudret sahibi Allah’a saygı ve ümit hisleriyle arzu ve isteklerini arz etmiştir. Bu diyalog vasıtasıyla kul, bir taraftan Rabb’iyle irtibat kurarken diğer taraftan da ihtiyaçlarına kavuşma imkânı bulmaktadır.
O halde duâ, sınırlı ve âciz olan varlıkla, sonsuz kudret sahibi Yüce Allah arasında bir köprü niteliği taşımaktadır. İnsanlık tarihi boyunca duâdan müstağni olan hiçbir beşere rastlamak mümkün olmamıştır.[4]
Din duygusunun ifade şekli duâdır. Dinî hayatın alâmeti duâdır. Dindar olmak duâkâr olmakla paralellik arz eder.[5] Din duygusu rûhî bir olgudur. Duâ da din duygusu gibi rûhî bir olgudur. İnsan kalbinin yaratıcıya olan ihtiyacı duâ ile tezâhür eder. Duâ bir sevgi ve yardım isteme ilahisidir. Duâ, anlamı bilinmeyen çeşitli kelimelerin kuru kuruya tekrar edilmesinden ibâret değildir.[6]
İnsan yaratıcısıyla ilişkisini ancak ibâdet vasıtasıyla devam ettirebilir. İbâdetin özü ise Sevgili Peygamberimiz’in buyurduğu gibi duâdır. Sağlam bir iman ve inançla Allah’a güvenmek, ihlâs ve samîmîyetle sadece ondan istemek, en ümitsizlik anlarda dahi insanı başarıya kavuşturur.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.),“Allah katında duâdan daha kıymetli bir şey yoktur.”[7] buyurarak duânın önemine vurgu yapmıştır. İhlâs ve samîmîyetle yanık gönüllerden yükselen yalvarma ve yakarışlar derhal Allah’a ulaşır ve rahmet olarak dönerek kulu mutluluğa gark eder.
Allah kuluna şah damarından daha yakındır. Çünkü Yüce Allah, “Kullarım, sana benden sorarlarsa söyle; ben onlara yakınım. Duâ edenin duâsına icabet ederim. Bana duâ etsin ve bana inansınlar ki selâmete ereler.”[8] buyurmaktadır.
Birçok âyet ve hadiste duâ edenler övülmüş ve duâ yapmaya teşvik edilmişlerdir. Nitekim Yüce Allah “Rabb’inize yalvararak ve gizlice duâ edin çünkü O, haddi aşanları sevmez.”[9] buyurmaktadır. Yine “Rabb’iniz buyurdu ki; “Bana duâ edin, duânıza icabet edeyim. Bana kulluk etmeğe tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir.”[10] buyurarak duânın kulluğun özü ve aslı olduğuna vurgu yapılmıştır.
Allah Rasûlü de “Duâ, mü’minin silahıdır, dinin direğidir, göklerin ve yerin nurudur.”[11] “Sıkıntılar ve tasalar anında duâsının Allah tarafından kabul edilmesi kimi sevindirirse bolluk zamanında çok duâ yapsın.”[12] “Genişlik zamanında duâ etmek kadar Allah’a hoş gelen bir şey yoktur.”[13] “Allah çok hayâlı ve cömerttir. Kulu duâ ederek kendisine elini kaldırdığı zaman, O, kulunun ellerini boş çevirmekten hayâ eder.”[14] gibi hadis-i şerifleriyle duânın önemini güzel bir şekilde ifade etmiştir.
Hz. Enes’ten rivayet edildiğine göre Allah Rasûlü, “Duâ ibâdetin özüdür.”[15] buyurmuştur. Bu hadis üzerinde biraz düşündüğümüz zaman şu anlaşılmaktadır ki, neden duâ ibâdetin özüdür? Çünkü Yüce Allah, “Bana duâ edin, duânıza icabet edeyim.”[16] buyurmuştur.
Kul, duâ ettiği zaman hem Rabb’inin bu emrini yerine getirmekte hem de onun varlığı ve birliğine inancını göstermektedir. Böylece Allah’tan başka her şeyi gönlünden çıkarmakta ve sadece Allah’tan dileyip istemektedir. İşte bu da tevhidin aslı ve esasıdır.
Duâ vasıtasıyla kul ruhen Allah ile ilgi kurmuş ve Rabb’ine yaklaşmıştır. Nitekim ibâdetler de Allah’a yaklaşmak için emredilmiştir. Yakup Peygamber’in gönülden Allah’a bağlanışı ve ondan asla ümit kesmeyerek her şeyi ona havale etmesi Yusuf sûreti 86 ve 87. âyetlerde şöyle anlatılmaktadır:
“(Hz. Ya’kub): ‘Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah’a arz ederim ve Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim, ey oğullarım, gidin, Yusuf’u ve kardeşini araştırın, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin; zira kâfir kavimden başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez!’ dedi.”[17]
Her ibâdetin Allah katında kabul edilmesi için bir takım âdâbı olduğu gibi duânın da bir takım âdâbı vardır. Duâ ederken bu âdâba itinayla riayet etmesi gerekir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Sizden biri duâ edince ‘Ya Rabb dilersen beni affet! Ya Rabb dilersen bana rahmet et!’ demesin. Bilakis, azimle (kesin bir üslupla) istesin, zira Allah’ı (şu veya bu işe) zorlayabilecek hiçbir kudret yoktur.”[18]
Yine aynı konuda Allah Rasûlü’nden şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Sizden biriniz; ‘Ben Rabb’ime duâ ettim de duâmı kabul etmedi.’ deyip acele etmediği müddetçe, duâsı kabul edilir.”[19] Demek ki, duâda acele edilmemesi âdaptandır. Israrla Allah’a duâya devam edilmeli, er ya da geç mutlaka duâya icabet edileceğine inanılmalıdır.
Çünkü yapılan duâda istenen bu dünyada gerçekleşmese bile mutlaka duânın faydasını görecektir. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “Hiçbir Müslüman yoktur ki bir günah ve yakınlarla ilgiyi kesme isteği olmayan bir duâ ile Allah’a niyaz etsin de, Allah ona şu üç şeyden birini vermesin.
Ya isteğini aynen yerine getirir yahut onun isteğini âhireti için saklar yahut da duânın dengi olan bir kötülüğü ondan savar. Dediler ki; ‘O halde çok duâ edelim.’ Buyurdu ki; ‘Allah da çok kabul eder.”[20]
“Yüce Allah, kıyamet günü mü’min kulunu çağırır, huzuruna alır ve ona der ki:
- Kulum, ben sana, bana duâ etmeni emretmiş ve duâna icabet edeceğime söz vermiştim. Bana duâ ediyor muydun?
Kul, evet Ya Rabbi, der.
Yüce Allah; ‘Ama ben senin her duâna cevap verdim. Falan falan gün başına gelen bir üzüntüyü kaldırmam için bana yalvarmıştın, ben de o üzüntüyü kaldırıp seni sevindirmemiş miydim?’
Kul, evet Ya Rabbi, der.
Yüce Allah; ‘O duânı dünyada kabul ettim. Falan falan gün de yine başına gelen bir sıkıntıyı def etmem için bana yalvarmıştın, fakat sıkıntının gittiğini görmemiştin?.’
Kul, evet Ya Rabbi, der.
Yüce Allah; ‘İşte o duâna karşılık sana cennette şunu hazırladım. Falan falan günde bir dileğini yapmamı istemiştin yaptım.’
Kul, evet Ya Rabbi, der.
Yüce Allah; ‘Onu da sana dünyada verdim. Falan falan günde bir muradını vermemi istemiştin, muradın yerine gelmemişti.’
Kul, evet Ya Rabbi, der.
Yüce Allah; ‘İşte o duânın yerine de cennette sana şunu, şunu verdim.’ Allah Rasûlü şöyle devam eder;
“Hâsılı, Allah, mü’min kulunun yaptığı duâlardan hiçbirini bırakmaz, hepsini sayar, ya bunları dünyada kul için yaptığını veya ahirete bıraktığını söyler. O makamda mü’min, keşke dünyada hiçbir duâsı yapılmayıp ahirete bırakılmış olsaydı, diye temenni eder.”[21]
Duânın Allah katında müstecap olması için âdâb ve erkânına uymak gerekir. Duânın kabulü için gerekli olan âdâbı şöyle sıralayabiliriz;
Hz. Enes’ten rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), koltuk altı görününceye kadar ellerini yukarıya kaldırır, duâda parmaklarıyla işaret etmezdi.[23] Ellerini semaya kaldırıp avuç içlerini açarak duâ eder ve sonunda da ellerini yüzüne sürerdi. Nitekim Hz. Ömer’in rivayet ettiğine göre “Rasûl-i Ekrem ellerini duâya kaldırdığı zaman yüzüne sürmeden salıvermezdi.” denilmektedir.[24]
Ebu Musa’l-Eş’arî’nin anlattığına göre Hz. Peygamber (s.a.v.) bir sefere çıkmıştı. İnsanlar yolda bir ara yüksek sesle tekbir getirmeye başlamışlardı. Bunun üzerine Allah Rasûlü; “Ey insanlar! Nefislerinize karşı merhametli olun. Zira sizler, sağır veya burada bulunmayan birisine çağırmıyorsunuz. Siz, işiten, gören ve sizinle beraber olanı çağırıyorsunuz. Sizin duâ ettiğiniz (Allah) her birinize, bineğinin boynundan daha yakındır.”[27] buyurmuştur.
Duâda yapmacık sözler söyleyenleri Allah sevmez. En güzeli, Kur'ân-ı Kerim, Hz. Peygamber (s.a.v.) ve sahabe-i kiramdan nakledilmiş olan duâların yapılmasıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.); “Duâda secî’den, yapmacık sözlerden kaçının. ‘Allah’ım! Senden cenneti ve beni cennete yaklaştıracak söz ve ameli diler; cehennem ve cehenneme yaklaştıracak söz ve işlerden sana sığınırım’, demek kâfidir.”[28] buyurmuştur.
Netice olarak diyebiliriz ki, duâ ibâdetin aslı, esası ve özüdür. İnsanlık tarihi boyunca hiçbir dönemde duâdan uzak kalınmamıştır. Duâ, kul ve Allah arasında bir diyalog anlamı taşımaktadır. Kul, her türlü maddî ve manevî dilek ve isteğini yalnızca Allah’tan istemelidir. Zira onun kudreti sonsuz ve ilmi sınırsızdır.
Her şeyin bir âdâbı olduğu gibi duânın da bir takım âdâp ve şartları vardır. Bu âdâp ve şartlara uymak gerekir. Yüce Allah kullarından kendisine duâ etmesini istemekte ve yapılan bütün duâlara icabet edeceğini belirtmektedir. O hâlde kula düşen görev, Allah’a inanıp güvenmek ve daima usanmadan bıkmadan duâya devam etmektir.
[1] Bk., Ebu'l-Kasım Hüseyin b. Muhammed Rağıb el-Isfehânî, el-Müfredât fî Garîbi'l-Kur'an, (Mısır: 1970), 244; Ebu'l-Fadl Cemâluddin Muhammed İbn Mükerrem İbn Manzûr, Lisânu'l-Arabi'l-Muhît, (Beyrut: ts.), 1/986; İsmail b. Hammad el-Cevherî, es-Sıhah Tâcu'l-Luga ve Sıhahu'l-Arabiyye, (Beyrut: Dâru'l-ilm, 1979), 1/403.
[2] Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, (Eser Neşriyat, ts.), 3/2194.
[3] Toshihiko İzutsu, God and Man in the Koran, (Tokyo: 1964), 194.
[4] Osman Cilacı, Dua Md., İslâm Ansiklopedisi, (İstanbul: T.D.V. Yay., 1994), 9/529.
[5] Muallim L.Lütfi, Din ve Dua, (İstanbul: 1933), Asri Din Fikirleri Serisi, nr.4, s.3.
[6] Alexis Carrel, Vasiyetname, trc. M.Rahmi Balaban, (İstanbul: ts.), 32.
[7] en-Nevevî, Muhyiddîn, el-Ezkâr, (Mısır: 1952), 345.
[8] 2/Bakara 186.
[9] 7/A’râf 55.
[10] 40/Mü’min 60.
[11] Zekiyyüddin Abdülazim b. Abdilkavî el-Münzirî, et-Terğib ve’t-Terhîb, (Beyrut: 1968), 2/479.
[12] Tirmizî, Dua, 8.
[13] Tirmizî, Da’avât, 1; İbn Mâce, Dua, 1.
[14] Tirmizî, Da’avât, 118; Ebû Dâvûd, Salât, 358.
[15] Tirmizî, Da’avât, 1.
[16] 40/Mü’min 60.
[17] 12/Yusuf 86, 87.
[18] Buhârî, Da’avât, 21; Tevhid, 31; Müslim, Zikir, 7; Tirmizî, Da’avât, 79; Ebû Dâvûd, Salât, 358; İbn Mâce, Dua, 8.
[19] Buhârî, Da’avât, 22; Müslim, Zikr, 92; Tirmizî, Da’avât, 145.
[20] Müslim, Zikr, 92; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/18.
[21] el-Münzirî, et-Terğib ve’t-Terhîb, 2/479.
[22] Buhârî, Ezan, 92; Müslim, Salât, 118; İbn Mâce, İkâme, 68.
[23] Buhârî, İstiska, 21.
[24] Tirmizî, Da’avât, 11.
[25] 7/A’raf 55.
[26] 19/Meryem 3.
[27] Buhârî, Da’avât, 50,67; Cihâd,131; Kader,7; Meğazî, 38; Tevhîd, 9; Müslim, Zikir, 44; Tirmizî, Da’avât, 3,59; Ebû Dâvûd, Salât, 361.
[28] Buhârî, Da’avât, 19; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/217; Gazâlî, İhyau ulumi’d-din, (Beyrut: 1986), 1/882.
[29] Tirmizî, Da’avât, 66.
[30] el-Münzirî, et-Terğib ve’t-Terhîb, 2/484.
Mehmet SOYSALDI
YazarBir yıl geçti üstünden, Gazze ‘de kıyım devam,Yazık vefat haberi geliyor akşam-sabah,Acımasız Yahudi, kesildi şimdi yamyam,Aciz kaldık Ya Rabbi, sen kurtar yüce Allah…Lâ Havle velâ kuvvete illâ billah...
Şair: Halil GÖKKAYA
Allah Teâlâ, Tevbe Sûresi 105. âyette şöyle buyurmaktadır: “De ki, ‘(Yapacağınızı) yapın! Amelinizi Allah da Rasûl’ü de mü’minler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürülece...
Yazar: Mehmet SOYSALDI
Filistin siyaseti, bölgesel jeopolitik dengelerle şekillenmektedir ve bu süreç 1950'lere kadar uzanır. Arap siyasetindeki bölünmeler Filistin siyaseti üzerinde etkili olmuştur. Fetih hareketi, erken d...
Yazar: Kemal DEMİR
Ahmed-i Hânî, yazdığı mesnevî ve söylediği şiirlerle kültür coğrafyamızı besleyen irfan pınarlarından biridir. O, içinde yaşadığımız kültür coğrafyasında doğup büyümüş; sadece kelâmı Kürtçe kelimeler ...
Yazar: Bilal KEMİKLİ