Kulluğu Ölene Kadar Ötelemek
İnsan kendi menfaatine olan bir fırsatı elden kaçırmak istemez. Gece geç saatte de olsa, müşteri gelmeye devam ediyorsa dükkânını kapatmak aklına gelmez. Hatta iş sırasında yemeğini bile ihmal eder. Bir araba veya bir daire alacağı zaman kırk yere sorar. En güzelini en uygun fiyata almaya çalışır.
Sağlığıyla ilgili haberlere son derece önem verir. Doktorların tavsiyelerini önemser. Uzun yaşamak için yapması gerekenlere dikkat eder. Canı çekmesine rağmen, sağlığına zarar verir endişesiyle boğazından kısar, kolesterolüm artmasın, kilo almayayım düşüncesindedir. Çocuklarının geleceğiyle ilgili her türlü imkânı değerlendirmeye bakar. İyi bir yerlere gelsinler diye dershanelere gönderir; gücü yetiyorsa özel hocalar tutar. Kendisini merkeze almak suretiyle onu ilgilendiren her bir şeyin en iyi olması için çabalar.
Esası bunda bütün bunlarda garipsenecek bir durum değildir. İnsan ister ki sağlıklı bir hayatı olsun, kira derdinden kurtulsun, bir arabası olsun, çocukları mutlu bir yaşam sürsün. Bütün bu isteklerini bir araya getirdiğinizde, onun aradığının sadece huzur ve mutluluk olduğunu anlarız. Tuttuğu yol ne olursa olsun, dünya üzerinde yaşam süren herkesin hedefi budur.
İnsanın mutlu bir yaşamı hedeflemesi elbette olması gerekendir. Hatta kendisine yararlı olacak imkânları değerlendirmesi, zararlı olabilecek hususlardan kaçınması insan olmasının bir sonucudur. Bu yüzdendir ki, her insanın hayatta gerçekleştirmeye çalıştığı hedefleri vardır, ileriye dönük emelleri vardır. Kaldı ki, hayalleri ve hedefleri olmayan insan yarından ümidini kesmiş demektir.
İnsanın bu çabasını makul karşılamamızı gerektiren bir sebep daha vardır; o da, başarması durumunda elde ettiği kazancın elle tutulur, gözle görülür bir sonuç olmasıdır. Bir daire veya bir araba alması, çocuğuna iyi bir iş imkânı sağlaması gibi. Sonuçta, çabasının ardından başardığını düşündüğü şeyi bizâtihî görür. Onu mutlu eden de gördüğü sonuçtur.
İnsanın Büyük Yanılgısı
Buraya kadar anlattıklarımızda bir sorun yok. Ancak insan bütün bir hayatını gözle görebildiği dünyalık sonuçlara göre düzenlerse, birtakım hususları göz ardı edebilir. Aşırı derecede dünyevîleştiği için dünyalık kazanımlar onun birinci hedefi hâline gelebilir. Hep bu tür şeylerin peşinden koştuğunda ise dünyaya getirilme amacından uzaklaşmaya, sahip olduğu değerlerden ödün vermeye, maddiyâtın peşinden sürüklenmeye başlar. Bir müddet sonra öyle bir noktaya gelir ki, kulluğu ertelemeye başlar, haram helal çizgisine dikkat etmez olur.
İçine düştüğü durum yüzünden, dünyalık elde ederek mutlu olma peşinde koşarken mutluluğu hiçbir zaman tam olarak yakalayamaz. Peşinden koştuğu şeyler her gün farklılaştığından ve daha büyüklerine sahip olma arzusu başladığından dolayı mutluluğu yakalayayım derken her gün daha mutsuz olur, dertler başını kuşatır, nefes alamaz hale gelir.
Öyle olur ki, geceleri neredeyse uykusuz geçirir ve sabahları yorgun kalkar. Her şeyi unuturcasına sadece dünya peşinde koşmak onu yorar. Bu sıkıntıları çekerken ona çıkış kapısı sağlayacak ve rahatlatacak bir dayanağı da olmadığından, zihnen ve bedenen her gün yıpranır. İçi bir türlü rahata ermez.
Karşılığını peşin olarak elde ettiği dünyalığın kendisini mutlu edeceğini sanan bu insan yanılmıştır. Maddeyi elde etmiştir ancak mânâyı kaybetmiştir. En kötüsü de, maddenin peşinden koşmanın karşılığının peşin olduğunu görmesine karşın, mâneviyata sarılmanın karşılığının daha da peşin olduğunu görememiştir.
Oysa Allah’a kulluğu ihmal etmeyen ve onun dinine yaslanan insanın kalbi iç huzuruyla doludur. Ona kulluk etmenin verdiği mânevî rahatlık sayesinde dünyalık için çabalaması onu Rabb’inden koparmaz. İşini ihmal etmez, ancak Allah’a olan kulluğunu da unutmaz. Meselâ namazını edâ eder, sonra işine kaldığı yerden devam eder. Huzura durmanın ve Allah’a el açmanın verdiği mânevî huzur ile kalbi ferahlar.
Maddî gücü artarak zenginler, ancak zekâtını vermek suretiyle hem Allah’ın bir emrini yerine getirmenin hem de ihtiyaç sahiplerini rahatlatmanın sağladığı mutlulukla gönlü genişler, rahatlar. Onu diğer insanlardan ayıran en büyük fark, kulluğu bir yana bırakmamasıdır, Allah’a yönelmeyi ertelememesidir. Bu sebeple o, kulluğu yaşamanın karşılığını daha yaşarken görür.
İmam-ı Âzam Ebû Hanife çok büyük bir zenginliğe sahip olmasına rağmen sahip olduğu maddî imkânlar onu Allah’tan uzaklaştırmamış, bilakis Rabb’ine yaklaştırmıştır. Öyle ki, biz bugün gece ibâdetinin önemini anlatırken onu örnek veriyoruz, Allah’ın dinine hizmet etmekten bahsederken ilk andığımız kişilerden bir tanesi o olmaktadır.
Ubûdiyeti çeşitli açılardan anlatırken, maddî durumu yerinde olan Hz. Ebû Bekir ile Hz. Osman’ı anmayanımız yoktur. Yaşadığımız şu dönemde de isimleri hemen aklımıza gelen böylesi nice insan vardır. Öyleyse dünyalık elde etmek için kulluğu ertelemenin anlamı yoktur.
Ertelemenin Ertelenemez Bedeli
Hayatın mânevî cihetini ihmal eden insan bunun olumsuz karşılığını huzursuz bir yaşam geçirerek dünyada hemen görecektir. Ancak göreceği esas zarar ölüm sonrasındadır. Sürekli dünya diye diye geçirdiği ömür birden bitiverdiğinde, karşısında bulacağı amel defteri hiç de hoşnut olacağı bir şekilde olmayacaktır.
Dünyada çektiği sıkıntılar, huzursuz geçirdiği yaşam yetmiyormuş gibi hayatının ikinci safhasında daha uzun süreli sıkıntılar çekecektir. Zira ölüm insana ansızın gelip çatacak, geri dönüp kendisini düzeltmesi için ikinci bir şans verilmeyecektir. Her gün kaybettiğimiz nice insan ölümün ansızın yakaladığının şâhididir. Bunu gören akl-ı selîm sahibi insanın Allah’a kulluğu ertelemesi düşünülebilir mi? Bilakis her an ölümle yüzleşeceğini düşünerek Allah’a içten bir kullukla yönelir. Bunu yaparken yaşadığı dünyayı da ihmal etmez.
İnsanın kulluğu ertelemesinin ülkemizdeki en büyük göstergelerinden birisi de hacca gidenlerin büyük kısmının genellikle yaşlılardan oluşmasıydı. Hatta diğer ülkelerden gelen hacılarla bizim hacıları karşılaştırdığımızda, bizim dışımızdakilerin genelde genç, ülkemizden gidenlerin ise yaşlı olduğu herkesin dikkatini çekerdi.
Maddî imkân bulamadıkları için zar zor biriktirdikleri parayla yaşlılık döneminde hacca gidebilenleri bir yana bırakacak olursak, genç kuşağın dinî hayata uzak oluşu ve hacca gittikten sonra kendisine çeki düzen vermekte zorlanacağını düşünmesi sebebiyle hac ibâdeti yaşlılık dönemine ertelenirdi. Zira hacca gittikten sonra ona “hacı” denmeye başlanacak, namaz kılması beklenecek, haramdan kaçınmakta daha titiz olması istenecekti.
Ancak hamdolsun son dönemlerde durum oldukça farklılaştı. Ülkemizde artan İslâmî hizmetlere paralel olarak dinî şuur seviyesi yükseldi. Hacca gidenlerin önemli bir kısmını, yüzleri ve kalpleri pırıl pırıl olan gençler oluşturuyor. Camilere cemâate gelen insanların yaş oranlarında da önemli oranda gençleşme söz konusu.
Bu yazıyı okuyan sizler kaç yaşında olursanız olun. Benim gibi sizler de geçmiş zamandan pek bir şey anlamış değilsiniz. Sanki her şey bir film gibi geçti gitti. Ömrümüzü gerçekten de çok çabuk tükettik. Bu süreçte gencisiyle yaşlısıyla pek çok dostumuzu toprağa verdik. Esasında gelecek günlerimiz de geçen günlerimizden farklı olmayacak. Bir de bakmışız ki, hayat sermayemiz çabucak elimizden uçup gitmiş.
Bu sermayenin bittiği anda önemli olan tek şey nedir diye sormamıza hiç gerek yok. Zira hepimiz biliyoruz ki, Rabb’in huzuruna sevap heybemiz dolu olarak gitmekten daha önemli bir şey yok. Hepimiz bu gerçeği biliyoruz, ancak yine de kulluğu ya tamamen ya da kısmen erteliyoruz. İbâdetlerimizin bir kısmında gevşeklik gösteriyoruz, bir kısmını sırf yerine getirmiş olmak için yapıyoruz, kulluğumuzu tat alamadan yaşıyoruz.
Allahu Teâlâ insanı açıkça uyarmaktadır: “Ve siz gaflet içinde oyalanmaktasınız. Haydi, Allah’a secde edip O’na kulluk edin.”[1] “Şimdi sen onları bir zamana kadar gaflet ve sapıklıkları ile baş başa bırak.”[2] “İnsanların hesaba çekilecekleri (gün) yaklaştı. Hâl böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirdiler.”[3]
Unutmamak gerekir ki, insan kulluğu yarına erteledikçe bulunduğu durum kronikleşir ve kendisini toparlaması zorlaşır. Atalarımız “Bugünün işini yarına bırakma.” derken bu gerçeğe de işaret etmiş oluyordu. Bu yüzden, yarına çıkacağını garantileyen varsa kulluğunu yarına ertelesin. Kaldı ki, insana böyle bir garanti verilmiş olsa bile, akıllı insan o gününü kulluğunu pekiştirmek için değerlendirir.
Sonuç olarak, Kur’an ve Hz. Peygamber (s.a.v.) bizim önümüzü aydınlattığına göre, bu ikisinin nasıl bir yol çizdiğine bakmamız gerekir. Her ikisi de Allah’a kulluğu her zaman öncelememizi, bunu yaparken de dünyamızı ihmal etmememizi ister. Rasûlullah’ın yaşamında sergilediği bu idi. O zaman bu yolu takip etmek durumundayız.
[1] 61/Necm, 2.
[2] 23/Mü’minûn, 54.
[3] 21/Enbiyâ, 1.
Enbiya YILDIRIM
YazarKüçük yaşlardayken yaşlı amcaların konuşmalarını dinlerdik. Yaşadıkları hayattan bir şey anlamadıklarını, geçmişi sanki yaşamamış gibi hissettiklerini, her şeyin bir rüya gibi geçip gittiğini söylerle...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Her bidâyetin bir nihâyeti vardır. Bizler fânî varlıklarız. Bâkî olan sadece Yüce Allah (c.c.)’tır.Esas olan O’nun istediği gibi bir hayatı yaşayabilmektir. İnsan hayatı, doğum ve ölüm arasında ...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Bir mü’minin İslâm’la bağını daima güçlü tutan tek ibâdet namazdır. Çünkü namaz her gün kılınır. Gündelik hayatın içine serpiştirilmiş olduğundan, kulun Rabb’ini sürekli hatırlamasını sağlar. Onu kont...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Benim destansı hikâyem,Ahlat mezar taşlarında,Öz geçmişim, öz semâyem,Ahlat mezar taşlarında…Hem sanatkâr, hem de dâhi,Selçuklunun taş semahı,Bin senelik Türk tarihi,Ahlat mezar taşlarında…Sekiz bin t...
Şair: Halil GÖKKAYA