Kırk Yaşın Hatırlattıkları
İnsanın doğumla başlayan yürüyüşü mutlak sûrette ölümle sonuçlanır. Bu sebeple hepimiz ölüme doğru yürümekteyiz. Son nefesimizi vereceğimiz yere kadar bu yürüyüşümüz durmaksızın devam eder. Hayatımız bazen yatakta, bazen bir kazâda, bazen de başka bir yerde sonlanır.
Esasında ömür denilen süre insandan insana değişse de, sonuçta herkes yaşadığını çok kısa bir süre olarak görür. Hayatından bir şey anlamadığını söyler. Bugün kime sorarsanız sorun, yaşı kaç olursa olsun, herkesten alacağımız cevap üç aşağı beş yukarı aynıdır. Sanki anlaşmışçasına ömürlerinin nasıl geçtiğini anlamadıklarını, her şeyin bir serap veya bir rüya gibi geride kaldığını söyleyeceklerdir.
Lâkin insanın böyle düşünmesi onun ölmeye doğru gittiği gerçeğini değiştirmez. Yeryüzünde ebedîlik verilen bir tek Allah’ın kulu olmadığına göre, hepimizi bekleyen âkibet aynıdır. Bir kısmımız diğerlerine göre belki biraz daha fazla veya az yaşayacaktır, ancak sonuçta herkes toprağın altında buluşacaktır. Sözün özü hepimizi aynı son beklemektedir.
Ölümü Kendimizden Uzak Tutarız
Ölüm gerçeğini hepimiz biliriz. Buna rağmen herkes ölümü kendisinden uzak tutar. Allah bir tek insana kıyâmete kadar yaşama hakkı verecek dense, herkes kendisinin o kişi olacağını düşünür. O kadar cenâze namazına katılmamıza, ölüm döşeğindeki insanları ziyaretimize ve televizyonlardaki onca ölüm haberlerine rağmen, kalbimize ölümü kabul ettirmekte zorlanırız. Ölümü bir türlü kendimize yakıştıramayız.
Alâmetler Ölümü Haber Veriyor
İnsan hangi yaşta olursa olsun, elbette her daim sınavda olduğunu bilmek durumundadır. Ancak ölümün alâmetlerini bizzat kendi üzerinde görmeye başlamış olan birinin artık davranışlarına ve ibâdetlerine her zamankinden daha fazla hassasiyet göstermesi gerekir.
Zira zaptedilemez gençlik günleri geride kalmıştır. Hareketleri eskisi gibi değildir. Önceki gibi hızlı koşamamaktadır. Aynanın karşısına geçtiğinde karşısında duran kırlaşmış saçlar ile ak düşmüş bıyıklar ve sakal ona her gün ölümü fısıldar. Buruşmaya başlamış cildi, gözlüksüz okuyamaz hâle gelmiş gözleri, vücudunun her tarafından sinyaller göndermeye başlamış ârızalar ölüme her zamankinden daha fazla yakın olduğunun mesajlarıdır.
Bu sebeple, tövbe vakti hepimiz için bir gün geç olabilir, ancak ölümün alâmetleri üzerinde belirmiş olanlar için her an geç olabilir. Çünkü gençlik defteri kapanmıştır. Yaşlılık defterinin sayfaları doldurulmaya başlanmıştır. Ve hiç kimsenin eline doldurması için bir üçüncü defter verilmeyecektir. İşte ölüm bu kadar açık bir şekilde karşısındadır ve her an ona son nefesini verdirebilir. Bu yüzden özellikle yaşı kırkı geçmiş olanların kendilerine çeki düzen vermeleri gerekir.
Kırk Yaş Kemâlât Yaşıdır
Kırk yaş insanın olgunluk yaşıdır. İnsan bu dönemde hayata daha bir sükûnetle bakmakta, heyecanı gittiğinden olayları ve karşılaştığı sıkıntıları daha soğukkanlılıkla değerlendirebilmektedir. Bu yüzden “gençtim, farkına varamamıştım, düşünememiştim, aklım ermedi” gibi mâzeretlerin artık üretilemeyeceği, pervasızlıklara son verileceği bir dönemdir.
Bu süreçte insandan beklenen, aklını başına devşirmesi ve iyice yaklaştığı ölüme doğru hazırlıklarını daha sıkı yapmaya başlaması, kulluğu artırmasıdır. Zira ekinin hasat zamanı yaklaşmıştır.
Kırk yaşın hayatın ikinci eşiği olmasının özel bir sebebi daha vardır. Rabb’imiz Rasûl’üne peygamberlik görevini kırk yaşında vermiştir. Bunun pek çok hikmeti vardır. Bunlardan birisi de, yaşı itibarıyla olgunluğa erişmiş olmasıdır. Zaten güzel olan ahlâkı zirveye ulaşmış, dünyayı çok daha iyi anlamış, hayatın gerçeklerini idrak etmiş ve bu görevi üstlenebilecek hayat tecrübesini kazanmıştır. İşte bu yüzden kırk yaş önem arz etmektedir.
Rabbimiz Kırk Yaşına Dikkat Çekiyor
Rabb’imizin kitabında kırk yaşa özel vurgu yapması hayatın bu döneminin önemine dikkat çekmektedir: “Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer. Nihâyet olgunluk çağına ulaşıp kırk yaşına varınca; ‘Rabb’im! Bana ve anne babama verdiğin nimete şükretmemi ve benim hoşnut olacağın yararlı bir işi yapmamı sağla; bana verdiğin gibi soyuma da salâh ver; doğrusu Sana yöneldim, ben, kendini Sana verenlerdenim.’ demesi gerekir.”[i] Rabb’imiz bu âyette, kırk yaşını, insanın tamamıyla Rabb’ine yönelmesi gereken bir zaman dilimi olarak tanımamaktadır.
Kendisine Çeki Düzen Vermeyenler
Olgunluk yaşında olmasına rağmen Rabb’ine karşı kulluğunda kemâlât göstermeyen insanın âkıbetinin çok kötü olmasından korkulur. Çünkü kendisini düzeltmesi beklenen yaşta bile önceki yanlışlarını devam ettirmekte ve Allah’a yönelmemektedir.
İmam Gazalî’nin aktardığı üzere, kırk yaşına gelip de kendisine çeki düzen vermeyen kişinin yüzünü şeytan sıvazlar ve “Bu yüz artık iflah olmaz.” diyerek memnuniyetini dile getirir.[ii] Çünkü olgunluk döneminde bile bulunması gereken yola girmemiş, şeytana olan bağlılığını güçlendirmiştir. Bu durumun kimi memnun edeceği ise bellidir.
Silkinmenin Vaktidir
Kırk yaşına ulaşmış olan herkes artık bir kavşakta olduğunu bilmek zorundadır. Ya yanlışlarla dolu hayatını aynıyla devam ettirerek sonu belli olan âkıbete uğrayacaktır. Ya da üzerinde belirmiş olan ölümün habercisi işaretlerden ibret alarak yaşamını düzeltecektir.
Tercih tamamen kendisine bırakılmıştır. Ancak unutmamak gerekir ki, âhirette arkasına sığınacağı bir mazereti kesinlikle olmayacaktır. Ve hiç bitmeyecek gibi önünde duran günler, geride bıraktığı kırk yıl gibi çok çabuk geçecek ve âhiret yolculuğu başlayacaktır.
Bu sebeple, Rabb’imizin farz kıldığı ibâdetler aksatılıyorsa, öncelikle bunlarda gevşekliğe bir son verilmelidir. Namaz bu noktada çok ehemmiyet arz etmektedir. Çünkü hakkını vererek namazı edâ eden insanın hayatını düzeltmesi çok kolay olur. Namaz onu yanlışlardan korur.
Haram ile helâle dikkat etmesini sağlar. Bunun yanında en küçük bir iyiliği dahi hakir görmemeli, mümkün olduğunca şüpheli şeylerden bile kaçınmalıdır. Zira gözünde hakir olan küçük bir ameli veya şüpheli bir şeyden kaçınması Rabb’in rızâsını kazanmasını sağlayabilir.
Kurtuluşu o minik ameli ile olabilir. Bu sebeple her fırsatı değerlendirmelidir. Buların yanında, sevdiği insanlarla küs durmasının, kalp kırmasının, çevresindekilerin hukukunu çiğnemesinin de ne kadar anlamsız olduğunu idrak etmelidir. Kısacık dünya hayatının bunlara değmeyeceğini anlamalıdır.
Geriye söylenecek tek söz kalıyor: “Buyurun tevbeye.”
Kırk Üçünde Gelen Felç
Sabah kalktığında kendisini biraz hâlsiz hissediyordu. Başında da müthiş bir ağrı vardı. Bütün bir geceyi yarım kalan işlerini tamamlamakla geçirdiğinden, “Yataktan yine yorgun kalktım.” diye düşündü. Sanki hiç uyumamış gibiydi. Kahvaltısını yapıp ailesiyle vedalaştı ve her zamanki gibi işyerine yollandı. Yolda giderken üzerindeki ağırlık sanki artıyor gibiydi. Dükkânın kapısını açmaya çalışırken gözleri karardı. Yere düşüşünden sonrasını hatırlamıyordu.
Gözlerini açtığında hastanenin nöroloji bölümünde yatıyordu. Eşi yanında elini tutuyor, kardeşleri karşıdan melûl melûl bakıyordu. Gözlerini açması hepsinin yüzünü ışıtıverdi. Beyin kanaması geçirmişti. Vücudunun sağ tarafı tamamen iptal olmuştu, kolunu ve bacağını oynatamıyordu. Konuştukları da anlaşılmıyordu. Hâlini anlayınca gözlerinden yaşlar boşandı, etrafındakileri de ağlattı.
Hayatı birden gözünün önünden geçti. Kırk üç yaşındaydı. Doğrusu böyle bir şeyi hiç beklemiyordu. Sağlığı yerindeydi. Her gün yürüyüş yapıyor, yemeklerine dikkat ediyordu. Birden gözü duvarda asılı olan saate takıldı. Öğle vakti geçmek üzereydi. Eşine abdest almak istediğini zar zor anlatabildi.
Namazını îmâ ile edâ ettikten sonra bulunduğu durumun muhâsebesini yaptı. Ellerini açamadan Yaradan’a şöyle niyaz etti: “Rabb’im, yakalandığım bu hastalığıma dayanma gücü ver, sabır ihsan eyle. Beni isyankarlardan yapma. Sana daha iyi kulluk yapabilmem için bana yeni bir süre verdiğin için sana şükürler olsun.”
Sonrası mı? Uzun süren fizik tedavinin ardından aksayarak da olsa yürüyebiliyor. Sağ elini tam olarak olmasa da kullanabiliyor. Konuşması da tamamen düzeldi. “Bu bana Rabb’imin bir imtihanı idi. Uyarıyı aldım, daha iyi bir kul olmaya gayret ediyorum.” diyor. (Yaşanmış bir olaydır)
[i] 46/Ahkâf, 15
[ii] İhyâ, 3/29
Enbiya YILDIRIM
YazarDünya âhirete doğru yaklaşırken mü’minlerin imtihanları da zorlaşmaktadır. Çünkü haram çeşitleri sürekli artmaktadır. Yüz yıl önceki haramlar ile günümüzdekiler sayı olarak aynı değildir. Ayrıca bunla...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Her insan kötü günleri için köşede bir şeylerinin olmasını arzular. Çok zengin olsa da bu düşüncesi değişmez. Bir gün sıkışabileceğini ve elindeki imkânları kaybedebileceğini veyahut da amansız bir ha...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
“Anadolu İrfânı” tabiri Anadolu coğrafyasını yüzyıllardır rengine boyayan mânevî bir neşvenin en kısa ve özlü ifadesidir. Gönül dünyasını şekillendirdiği insanları, Hak ve halk nezdinde saygın bir kon...
Yazar: Fatih ÇINAR
2024 Ağustos’un ilk günleri, yıllardır hep görmek istediğim Göynük‘e gitmek etmek nasip oldu. Oraya adımımızı atmamızla beraber daha önce fark edemediğim bir duygu kapladı içimi. Osmanlı’yı ben b...
Yazar: Aydın BAŞAR