KİEV İZLENİMLERİ - I
2007 yazı 2-9 Agustos tarihleri arasında tarihi kayıtlarımızda "Deşt-i Kıpçak" olarak adlandırılan Ukrayna'da bulundum. Biletimi fiyatlarının uygunluğu nedeniyle Motor Sich havayolu firmasından almıştım. Esenboğa'dan havalanan pervaneli uçağımızın¸ bir otobüs yolcusu
Kiev İzlenimleri1
2007 yazı 2-9 Agustos tarihleri arasında tarihi kayıtlarımızda “Deşt-i Kıpçak” olarak adlandırılan Ukrayna’da bulundum. Biletimi fiyatlarının uygunluğu nedeniyle Motor Sich havayolu firmasından almıştım. Esenboğa’dan havalanan pervaneli uçağımızın¸ bir otobüs yolcusu kadar yolcusu vardı. Üç saatlik bir yolculuk sonrasında Kiev’in2 Borispol Havalimanı’na indim. Benim için rahat bir yolculuk olmuştu.
Gezimize geçmeden önce Ukrayna ile ilgili kısaca genel bilgiler verelim. Ukrayna’nın Başkenti: Kiev; Yüzölçümü: 603¸700 km2; Nüfusu: 47¸732¸079; En Büyük Şehirleri: Kiev (2¸5 milyon)¸ Odessa¸ Harkov¸ Donetsk¸ Dnipropetrovsk; Telefon Kodu: 380; Komşuları: Polonya¸ Moldova¸ Beyaz Rusya¸ Çek Cumhuriyeti¸ Macaristan¸ Slovakya¸ Rusya; Okuma-Yazma Oranı: ¸6; Etnik Gruplar: Ukraynalı w¸8¸ Rus ¸3; Moldovyalı %0.5; Kırım Tatarı %0.5; Diğer %3¸9. Resmi Dil: Ukraynaca ve bunun yanında Rusça yoğun olarak konuşulmaktadır; Para birimi: Grivna; Din: Ortodokş %4 Katolik¸ %2 Yahudi¸ % Diğer. İdari Yapı: 24 Eyalet 1 Özerk Cumhuriyet (Kırım).
Ukrayna¸ 24 Ağustos 1991 yılında SSCB’nin dağılması sonrasında birçok devlet gibi bağımsızlığını kazanmış yeni bir devlettir. Bilindiği üzere bir dönem Osmanlılar da Ukrayna’nın bir kısmında hakimiyetlerini kurmuşlardır. Mesela tarih kitaplarımızda zikredilen Hotin seferi¸ 3 Kamaniç4 ve Çehrin5 kaleleri¸ birçok meşhur yetiştiren Akkirman6 ve halen Ukrayna’ya bağlı bir özerk cumhuriyet olan Kırım7 bu ülke toprakları içerisinde yer almaktadır. Gitmeden önce yaptığım bazı araştırmalarda özellikle ülkenin güneyinde baskın bir Türk nüfuzunun olduğunu tespit etmiştim. Yukarıda zikrettiğimiz bu kaleler uzun süre Osmanlı hakimiyetinde kalmış¸ hatta bir dönem Ukrayna tarihinin en ünlü hatmanlarından8 Ukrayna-Kazak Devletini kuran Boğdan Hmelnitski (1648-1657)¸ Osmanlı hakimiyetine girmiştir.9
Kırım ise Rus ve onlara bağlı Kazak askerlerin saldırıları sonrasında elimizden çıkmıştır. Artık bölgenin yegane hakimi Çarlık Rusyası olmuş ve bu devletin önderliğinde Panslavizm10 hareketi etkisini bölgede göstermeye başlamıştır.
Osmanlı imparatorluğu hakimiyetinde olması dolayısıyla uzun yıllar Ukrayna’nın güneyinde bir Türk nüfuzu söz konusu olmuştur. Ukrayna¸ Osmanlı imparatorluğuna bağlı Kırım hanlarının köle ve ganimet devşirme mekanıydı. Zira bu ülke toprakları kuzey-batıda Polonya¸ kuzey-doğuda Rusya¸ güneyde ise Osmanlı’ya bağlı Kırım hanları tarafından sürekli sıkıştırılmaktaydı. Bölgede yaşayan insanlar¸ ganimet olarak alınarak önce Kırım oradan da İstanbul’a gönderilip esir pazarlarında satılmaktaydı. Bu pazarlarda satılan bir genç kız daha sonra Kanuni Sultan Süleyman’ın hasekisi olan Roksalan yeni ismiyle “Hürrem Sultan”’dır. Hürrem Sultan’ın hayat hikâyesini akıcı bir dille her ne kadar biraz tarafgir de olsa Ukraynalı yazar Pavlo Arhipoviç Zahrebelniy’in “Rohatin’den Payitaht’a Bir Talih Hikayesi¸ Hürrem Sultan”11 isimli romanından okuyabilirsiniz. Genelde Avrupalı seyyahların hareme bakışı bellidir. Bu yazarın düşünceleri en azından daha az tarafsız hatta daha insaflı sayılabilir kanaatindeyiz.
Kanuni’nin biricik aşkı Hürrem Sultan’ı bir tarafa bırakalım ve biz Ukrayna’ya yeniden dönelim. Peki buradaki Türk nüfuzu sadece Osmanlı hakimiyetinden mi kaynaklanmaktaydı? Bunun evveliyatı olabilir miydi?
Aslında bölgede ilk olarak Hunlar¸ Ogur kavimleri¸ Avarlar¸ Sabirler ve sınırları kısmen Kırım yarımadasına kadar uzanan Göktürkler’i12 görmekteyiz. Akabinde ise Kafkaslar ve çevresini ellerinde tutan Göktürk devletinden ayrılarak oluşmuş olan Hazar Devletinin (630-1000’li yıllar) hakimiyeti Kiev’e kadar uzanmış ve burasını Kozar denilen onlara bağlı bir topluluk yönetmiştir.13 Julius Brutzkus’a göre ise Kiev şehrini Hazarlar kurmuştur.14
Müteakiben bölgede Peçenekler15 ve Uzlar (Oğuz-Tork)16 görülmüştür. Özellikle bu iki topluluk Kievliler tarafından kuzeyde Polonya’ya güneyde ise yoğun bir nüfusla gelen Kıpçaklar karşısında istihdam edilmişlerdir.17
Yukarıda girişte zikrettiğimiz Deşt-i Kıpçak18 tabiri Müslüman coğrafyacıların X. ve XI. yüzyıllarda bu bölgeyi tanımlamak amacıyla kullandıkları bir tabirdir. Deşt¸ Fars dilinde bozkır anlamına gelmektedir. Kıpçaklar diğer isimleriyle Kumanlar19 tarihte bu bölgede yaşayan çok önemli bir Türk topluluğudur. Bunların Ruslarla ciddi mücadelelerde bulundukları bilinmektedir. Daha sonra bunların bir kısmı Kafkasları aşarak Gürcülerle beraber yaşamaya devam etmişlerdir.20 Anadolu’ya Kafkaslar yolu ile gelen Kıpçakların çoğunluğu ise Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yerleşmişlerdir.21
İslam coğrafyasının bütününü etkileyen Moğol saldırılarından nasibini Deşt-i Kıpçak’ta almıştır. Moğol ordularının karşısında yenilgiye uğrayan Kıpçakların bir kısmı Macaristan’a yerleşmişlerdir. Batu Han’ın orduları 1239-1240 yıllarında Karadeniz’in kuzey bozkırlarını ve Kırım yarımadasını tamamıyla ele geçirmiş ve burada yaşayan Kıpçakların çoğunu esir almıştır.22 Bölgede yaşayan Kıpçaklar¸ kendilerini bir zaman sonra Mısır Memlük (köle) askerleri olarak Mısır ve Suriye’de önemli görevlerde bulunmuşlardır. Deşt-i Kıpçak’tan devşirilen23 gençlerden birisi olan Baybarş bir Moğol ordusunu 1260 yılında Ayn Câlut mevkiinde imha ederek Mısır’ı Moğol istilasından korumuştur.24 XIV ve XV. yüzyıllara gelindiğinde bu coğrafyada Kazak25 denilen topluluklar yaşamakta ve bunlar bazen Osmanlı bazen de Rusların hizmetinde yer almaktadırlar. 26
Ukrayna’nın başkenti olan Kiev şehri¸ Celal Nuri’nin de ifade ettiği üzere¸ Küçük Rusya’nın merkezi olarak algılana gelmiştir. 27 Ukrayna tanıtım kitapçıklarında ise Kiev’in Rus şehirlerinin anası olduğu belirtilmektedir.28
Bu kısa tarih bilgisinden sonra biz gezimize dönelim. 2 Ağustos’ta¸ Suriye’den tanıdığım ve kendisi de bir Ukraynalı olan arkadaşım İryna Krasniuk¸ beni Borispol havaalanında karşıladı ve gezi boyunca bana rehberlik etti. Suriye’de birlikte Arapça eğitimi gördüğümüz İryna Hanım’la gezi süresince ortak lisanımız olan Arapça ile anlaştık.
3 Ağustos sabahı rehberimle birlikte kaldığım yerden az bir yürüyüşle şehrin üç ayrı metro hattından Arsenalna istikametine gidenine bindik. Buradan yürüyerek yeşilin içerisinde Kyiv-Pechersk Lavra’ya girdik. Girişte soldan bu bina kompleksi içerisinde yer alan binalardan birisinde Ukrayna tiyatro¸ müzik ve sinema sanatları müzesine ücreti mukabilinde ziyaret ettik. Her girdiğiniz binaya ayrı ücret ödemek zorunda kalıyorsunuz ve genelini orta yaşlı hanımların oluşturduğu görevliler sizin fotoğraf çekmenize de izin vermiyorlar. Müzenin hemen her bölümünde¸ daha doğrusu her odasında bir Ukraynalı hanım görev yapmaktadır. Müzenin ilginç olan kısmı ise üst kattaki müzik aletlerinden oluşan bölümüdür. Arkadaşın bandora (kopraz) dediği aletlerin muhtelif çeşitlerinin burada görmek fırsatını bulduk; fakat maalesef fotoğraflarını çekmemize izin vermediler. Buradan çıkışta güzel sanatlar öğrencisi olduğunu anladığımız bir genç Ukraynalı bayan oturmuş ve bu kompleks içerisinde yer alan yüksek çan kulesinin resmini çiziyordu. Tabii ki bu manzara kaçmazdı ve ben de arkadaşımın izin alması sonrasında genç ressamın eseriyle birlikte fotoğrafını çektim.
Kyiv-Pechersk Larva¸ Rus ve Ukrayna’nın en eski Ortodoks kilisesidir. Bu kilise¸ rahip Lubeck’li Antoniy tarafından 1051 yıllarında kurulmuştur. Kiev’e manastır yaşamına yaymak için gelmiş olan bu rahip¸ Dinyeper29 nehrinin kıyısında bir mağarada yaşamaya başlamıştır. Zamanla burada toplanan keşişler ilk olarak mağaralarda yaşamışlar ve ibadetlerini buralarda ifa etmişlerdir. Daha sonra da yüzeydeki yapılar inşa edilmiştir. Yüzyıllar boyunca burası zamanla çok sayıda keşişi ve hac için gelen çok sayıda kalabalığı cezb etmiştir. Kyiv-Pechersk Larva gayet güzel dekore edilmiş¸ taştan yapılmış kiliseler¸ hücreler¸ çan kuleleri ve diğer yapılardan meydana gelmektedir. Muhtelif yerleri gezdikten sonra rehberim¸ bu binaların altında yer alan hücrelere (mağaralar) girip girmek istemediğimi sordu. Ben de memnuniyetle girmek istediğimi belirttim. Keşişler burada uzlete çekilmişler¸ ibadetlerini yapmışlar; öldüklerinde ise kendi hücrelerine defnedilmişlerdir. Önceki grubun çıkmasını bekledikten sonra biz de bir grup halinde dehlizlere girdik. Ellerimizde mumlar yanmış halde dar koridorlardan yürümeye başladık. Her ne kadar içerisi aydınlatılmış ise de hem mum kokusu hem de ışığın loşluğuyla ağır ağır tünellerde yürüyorduk. Sağda solda keşişlerin cam içerisinde üstleri bezlerle örtülü tabutları vardı. Bir tanesinin kolu ve eli gözüküyordu. O zaman arkadaşıma bunların mumyalanıp mumyalanmadığını sordum. Fakat arkadaşım bu konuda bilgi sahibi değildi. Zira bu azizlerin cesetleri gördüğüm kadarıyla mumyalıydı. Halbuki Rus geleneğinde mumyalamadan ziyade ölülerin yakıldığını biliyordum. Örneğin İbn Fazlan (11 Safer 309/21 Haziran 921’de yolculuğa başlamıştır) Seyahatnâme’sinde uzun uzadıya anlattığı bir Rus büyüğünün cenaze merasiminde Rusların¸ o kişiyi elbiseleriyle birlikte kabire koyduklarını ve üzerini bir tavanla örttüklerini¸ daha sonra da ölünün oradan çıkartılıp bir cariyesiyle birlikte bir tekneye konulup nehirde yakıldığını zikretmektedir.30
XIV. Türk Tarih Kongresinde (9-13 Eylül 2002) dinlemiş olduğum bir tebliğden31 Türklerin de her ne kadar eski Mısırlılar kadar olmasa da ölülerini mumyaladıklarını biliyordum. Tebliğci özellikle Selçuklu Sultanı Alâaddin Keykubâd’ın¸ cenazesinin mumyalandığını İbrahim Hakkı Konyalı’nın şahitliğinde yer vermişti. Ayrıca Kosova’da şehit edilen Murad Hudâvendigar ve Zigetvar’da vefat eden Kanuni Sultan Süleyman’a kadar çok önemli kimselerini iç organlarının oraya defnedilip naaşlarının nakledildiği de bilinmektedir.32
İbn Fazlan’ın yolculuğa başladığı tarihten Kiev’deki bu kilisenin kurulduğu 1051 tarihine kadar geçen sürenin kısalığı ve 1055’lerde Kıpçakların buraya geldikleri33 (ki daha önce Peçenekler ve Uzların bölgeye geldiklerini zikretmiştik) hesaba katılacak olursa özellikle bu bölgede onların gelişleriyle birlikte ciddi anlamda bir Türk nüfuzunun oluştuğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar Kıpçakların mumyalama yapıp yapmadıkları hakkında elimizde bir bilgi yer almamakla34 birlikte yukarıda zikrettiklerimizden Türkler’de en azından çok önemli şahsiyetlerin mumyalandığını bilmekteyiz.
Türkî Cumhuriyetlere giden hocalarımızın anlattığı izlenimlerden de anlaşıldığı üzere Rusların işgal ettikleri bölgeleri çok güzel imar ettikleri¸ Kiev örneğinden açıkça anlaşılmaktadır. Kiev’de gördüğüm kadarıyla Ruslar şehirlerini inşa ederken hem yaşam alanlarını en ince ayrıntılarına kadar planlamışlar ve hem de şehirleri birer müze şehir gibi tasarlamışlardır. Dinyeper’in ikiye böldüğü şehirde ağaçlıklardan oluşan oldukça geniş park alanları¸ geniş yollar¸ binaların özellikle ön cephelerinin süslemeleri ilk etapta göze çarpmaktadır. Kaldığım daireden gördüğüm ve burada çalışan Türkler’den işittiğim kadarıyla her ne kadar daireler küçük de olsa¸ binalarda estetik kaygıların güdüldüğü aşikar. Binalar genelde tuğladan inşa edilmiş¸ aralarından neredeyse bir kamyonun geçebileceği kadar geniş kemerlerden arka kısma geçiş mümkün. Binaların arka kısımları daha sade yapılmış¸ hem park yeri hem de çocuk parkı gibi değerlendirilmektedir. Hemen her yerde bir sokakta¸ bir bina girişinde veyahut meydanlarda Rus veya Ukraynalı bir ünlünün heykeliyle karşılaşabiliyorsunuz.
Bizim Özi dediğimiz Dinyeper nehri ülkeyi neredeyse ikiye bölmekte ve Ukrayna topraklarına daha verimli kılmaktadır. Özellikle nehrin iki kıyısı da yeşillik içindedir. Nehirde bir tekne gezisi yaptık. Teknemiz güneye akıntı yönüne doğru giderken ilk olarak ağaçlar arasında elinde büyük haçı ve peleriniyle ayakta duran Prens Vladimir’in heykeli¸ daha ileri de kıyının sağında şehrin kurucuları olduğuna inanılan¸ bir kayık üzerinde Kiy¸ Shchek¸ Khoriv ve kız kardeşleri Lybid’in heykelleri ve Kardeşlik Anıtı görülmektedir. Ayrıca altın sarısı kubbeleriyle Kyiv-Pechersk Lavra’a yeşillikler arasında size göz kırpmaktadır. Daha ileride ise tam 108 metre boyunda kollarını kaldırmış vaziyette sağ elinde 12 ton ağırlığındaki kılıcı ve sol elinde ise eski SSCB’yi sembolize eden kalkanı ile Rodina Mat (Anavatan) heykeli yeşillikler arasında bütün heybetiyle durmaktadır. Bu heykelin olduğu yerde 20 hektar alan üzerine Nazi işgaline karşı yapılan savunmaya ithaf edilmiş olan Büyük Vatansever Savaş Tarihi Müzesi (1941-1945) bulunmaktadır.
Kaldığım yer Taras Şevşenko Üniversitesi’ne çok yakın olduğundan yürüyerek hem metro duraklarına hem de şehrin merkezi sayılabilecek Kreschatyk Caddesi’ne sadece on dakikada ulaşabiliyordum. Bu cadde üzerinde bulunan sağlı sollu Rus şehirciliğinin güzel örnekleri olabilecek güzel dekore edilmiş rengarenk tuğlalardan yapılmış yüksek binalar¸ teraslı bahçeler¸ ana caddeye büyük kemerlerle bağlantılı sokaklar ve ağaçlı yollar gezenleri büyülemektedir.
Kısaca vermiş olduğumuz bu bilgilerle ve bir sonraki sayıda kaldığımız yerden devam etmek kaydıyla Kiev İzlenimlerinin birinci bölümünü burada bitiriyoruz.
1 27 Temmuz 1912 yılında Kiev’e giden Celal Nuri (İleri¸ 1877-1939) şehir hakkında şunları söylemektedir: “Küçük Rusya’nın Merkezi¸ bütün Rusyalıların Kuds-i Şerifi olan bu yarım milyon nüfusluk şehr-i dil-nişînde (gönlün oturduğu şehirde) Rusluk olanca letâfetiyle¸ olanca mahsusâtıyla görünür. Manzarası şâhânedir. Dinyeper Nehri pek güzeldir. Aya Sofya¸ Aya Vasili¸ Aya Andreya ve sair kiliseler emsâli ancak Moskova ve Petersburg’da görülebilen bedâi-i asâr-ı dîniyyedendir.” Şimal Hatıraları¸ Matba’a-ı İctihâd¸ İstanbul 1330/1912¸ s. 119¸ 120.
2 Başkentin adı Türkçe’de her ne kadar Kiev olarak okunsa da Ukraynalılar Kyiv olarak telaffuz etmekteler ve ısrarla da Kiev telaffuzunu düzeltmektedirler.
3 Bkz. Bu şehre (kale) karşı yapılan seferler ve özellikle Sultan II. Osman’ın Hotin seferi ile ilgili olarak bkz. Dariusz Koloziejczyk¸ “Hotin”¸ DİA¸ (İstanbul 1998)¸ c. XVIII¸ s. 253¸ 254.
4 Bugün Ukrayna’nın Podolya bölgesinde bulunan tarihî bir kale şehri. Geniş bilgi için bkz. Dariusz Koloziejczyk¸ “Kamaniçe”¸ DİA¸ (İstanbul 2001)¸ c. XXIV¸ s. 274¸ 275.
5 1678 yılında Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın gerçekleştirdiği ve Çehrin Kalesi’nin alınmasıyla sonuçlanan sefer için bkz. Abdülkadir Özcan¸ “Çehrin Seferi”¸ DİA¸ (İstanbul 1993)¸ c. VIII¸ s. 249-251.
6 Akkirman Akkale anlamına gelmektedir. Mustafa L. Bilge¸ “Akkirman”¸ DİA¸ (İstanbul 1989¸ c. II¸ s. 269¸ 270; A. Halûk Dursun¸ Nil’den Tuna’ya Osmanlı Yazıları I¸ Ötüken¸ İstanbul 2006¸ s. 173. Ebû’l-Fidâ kitabında bu kaleyi Akça Kirman olarak zikretmektedir. Bkz. ‘İmâdüddîn İsmail b. Muhammed b. Ömer (732/1331)¸ Takvîmu’l Buldân¸ Paris 1840¸ s. 213. Brutzkuş Batu Han tarafından tahrip edildikten sonra Kiev yeniden inşa edilince Tatarların bu şehre Man (yüksek) ve Kermen (kale) olarak iki kelimden müteşekkil Mankerman ya da Menkermen dediklerini belirtmektedir. Ayrıca kerim kökünden kermen (kale)¸ kermencik (kalecik)¸ keremli (kale) şekillerinin çıktığını ve yalnızca Tatarlar için değil diğer Türk lehçeleri için de bunun karakteristik olduğunu ve aynı kökü Kırım şehri Kremnoi ile Rusça Kreml’de de fark etmenin mümkün olduğuna işaret etmektedir. J. Brutzkuş “Eski Kiev’in Türk Hazar Menşei”¸ (Çev. Halil İnalcık-İkbal Berk)¸ Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi¸ IV/3 (1946)¸ s. 350. Akkirman hakkında geniş bilgi için bkz. Mustafa L. Bilge¸ “Akkirman”¸ DİA¸ (İstanbul 1989¸ c. II¸ s. 269¸ 270. Burada Akkirmanlı meşhurlar içerisinde Hikmet Atik’in¸ Divân’ını çalıştığı Nakşî Ali Akkirmânî’yi zikretmeden geçemeyeceğim. Bkz. Nakşî Ali Akkirmânî Divânı¸ Buruciye Yayınları¸ Sivas 2007.
7 Kırım hakkında geniş bilgi için bkz. DİA¸ “Kırım”¸ DİA¸ c. XXV¸ s. 447-450; Halil İnalcık¸ “Kırım Hanlığı (1441-1783)”¸ DİA¸ c. XXV¸ s. 450-458; Hakan Kırımlı¸ “Rus İdaresi Dönemi”¸ DİA¸ c. XXV¸ s. 458-465.
8 Bu unvan Eski Türk topluluklarında ve özelikle Lehistan ve Ukrayna Kazakları arasında yaygın olarak kullanılmaktadır. Ferhad Nagıyev¸ Hatman hakkında şunları söylemektedir: “Kelimeye ilk defa yazılı olarak Orhun âbidelerinde rastlanır. Bilge Kağan kitabesinde¸ cülûs törenine katılmak üzere kuzeyden gelen heyetin başı olarak zikredilen Taman Tarkan bazı tarihçilere göre kişi adı değil iki ünvandan oluşan bir terkiptir. Bunlardan birincisi “taman” veya “ataman” ünvanı olup Türkçe “ata” sözüne mübalağa eki olan “man” ın ilavesiyle yapılmıştır. Daha sonra Moğolca’ya geçen kelime “başbuğ” anlamında kullanılmış¸ Slavca’da “hatman (hetman)”¸ Çekce’de “hetjman” şeklini almıştır…” “Hatman”¸ DİA¸ (İstanbul 1997)¸ c. XVI¸ s. 484¸ 485.
9 Ferhad Nagıyev¸ agm¸ XVI¸ 484. Osmanlı-Ukrayna ilişkileri için geniş olarak bkz. Mücteba İlgürel¸ “Osmanlı-Ukrayna Münasebetlerinin Başlaması”¸ Belleten¸ LX¸ (Nisan 1996)¸ Sayı 227¸ s. 155-164.
10 1659 tarihinde Rus çarı Aleksey Michayloviç’in hizmetine giren Hırvat asıllı Katolik din adamı Yuriy Krijaniç (1618-1683?) “Rusya’nın Siyaseti’ ne dair yazdığı eserinde siyâsî ve kültür Panslavizmini açık bir şekilde formüle etmiştir. Krijaniç¸ Machiavellist esasa dayandırdığı bu eserinde Rus Çarlarının devlet idaresinde özellikle hangi prensiplere riayet etmeleri gerektiğini vurgulamaktadır. Slav kavimleri olan Ruslar¸ Lehler¸ Çekler¸ Hırvatlar¸ Sırplar¸ Bulgarlar’dan bahisle bunlardan sadece Rusların bir devleti olduğunu diğerlerinin ise yabancıların boyunduruğu altında olduğunu belirtmekte ve Moskova Çarı’nın müstakil bir devletin yagâne hükümdarı olması nedeniyle terkedilmiş Slav kavimlerini korumak ve bunları birleştirmek vazifesi de onundu. Panslavizmin bütün Slav kavimleri ve özellikle Ruslar arasında zemin kazanırken Lehlilerin bu hareketin dışında kaldıkları görülmektedir. Zira Lehliler nazarında “Slavcılık” (Panslavizm)¸ Ruslaştırma (Panrussizm) siyasetine varacağından bu da Rusların¸ Lehistan üzerindeki hakimiyetini ve baskısının devamını sağlayacaktı. 1830’da Lehlilerin Rus tahakkümüne karşı ayaklanmaları şiddetle bastırılınca¸ bu durum Lehlerin¸ Ruslara olan nefretlerini ve düşmanlıklarını artırmıştı. Böylece Ortodoks Ruslarla¸ Katolik Lehlilerin anlaşma imkanı ortadan kalkmıştır. Bu düşmanlık kendisini farklı boyutlarda göstermeye başlamıştır. Leh yazarlardan Duchinsky yazdığı eserinde Rusların¸ Turanî asıldan olduklarını (yani Tatarlarla çok karıştıklarını) iddia etmiş ve kendilerini yersiz olarak “Rus” diye isimlendirdiklerini asıl Slav’ların Lehler ve Ukraynalıların olduklarını ispata gayret etmiştir. (Akdes Nimet Kurat¸ “Panslavizm”¸ AÜDTCF Dergisi¸ (Eylül 1953)¸ c. XI¸ Sayı 2¸ 3¸ 4¸ s. 245¸ 251¸ 257) Aslında Panslavizm¸ Ortodoks dini yapılanma içerisinde bir Ruslaştırma olarak algılanmıştır. Zira Ortodoks Ukrayna’nın da her ne kadar Ruslarla aynı kökten geldikleri söylense de aslında birbirinden tamamen farklı iki millet oldukları da vurgulanmaktadır. Bkz. Murat Adji¸ Kaybolan Millet¸ (Deşt-i Kıpçak Medeniyeti)¸ (Çev. Zeynep Bağlan Özer)¸ Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları¸ Ankara 2001¸ s. 49. Lehistan’a uygulanan Ruslaştırma hareketi kendisini Ukrayna’da da göstermiştir. Ukraynalı alimlerden Kuliş¸ 1857 yılında Ukrayna dilinin gramerini çıkarttığında¸ Rusçadan ayrılan ve fonetik esaslara göre düzenlenen Ukrayna imlası ortaya çıkınca¸ Rus ve Ukrayna dillerinin ayrılıkları tespit erilmiş oldu. Her ne kadar Ruslar ilk etapta fazla ses çıkarmasalar da bu arada Ukrayna’da milli uyanış hareketi başlamıştır. Fakat 1863 Leh ayaklanması sonrasında Ukrayna milli hareketi¸ Rus hükümeti tarafından yasaklanmış¸ mekteplerde ve kiliselerde Ukraynaca yazılmış olan kitapların okunmasına izin verilmemiştir. 1876’da çıkarılan ikinci bir kanunla da Ukraynaca yazılmış olan her cins malzemenin kullanılması ve dışarıdan getirilmesi yasaklanmıştır. Böylece Ukrayna’nın tamamen Ruslaştırılması programı yürürlüğe konulmuştur. 1905 Rus ihtilali¸ Çarlık rejimini sarsmış ve Rus hakimiyetindeki milletlerin harekete geçmelerine imkan vermiştir. Bu ihtilal özellikle millî hisleri¸ şuurları ve kültürleri kuvvetli kavimlerin¸ en az millî muhtariyet olmak üzere¸ bir takım taleplerine yol açmıştır. Bu bakımdan ilk önce Finler ve daha sonra da Lehliler ve Ukraynalıların faaliyetleri özellikle göze çarpmaktadır. Akdes Nimet Kurat¸ “Panslavizm”¸ AÜDTCFD¸ XI¸ 258¸ 259¸ 273.
11 (Çev. Ömer Dermenci)¸ Ufuk Yayınları¸ İstanbul 2006. Ayrıca Hürrem Sultan’ı hayat hikayesi için bkz. Cahit Baltacı¸ “Hürrem Sultan”¸ DİA¸ (İstanbul 1998)¸ c. XVIII¸ 498-500.
12 Laszlo Rasonyi¸ Türk Devletlerinin Batıdaki Varisleri Ve İlk Müslüman Türkler¸ Yayına Hazırlayanlar: S. K. Seferoğlu-Adnan Müderrisoğlu)¸ Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü¸ Ankara 1983¸ s. 16-18. Bkz. Ahmet Taşağıl¸ “Hazarlar”¸ DİA¸ (İstanbul 1998)¸ c. XVII¸ s. 116¸ 117.
13 Yücel Öztürk¸ Özü’den Tuna’ya Kazaklar 1¸ Yeditepe Yayınları¸ İstanbul 2004¸ s. 134.
14 Bkz. Brutzkuş agm¸ 343-358. İsminin Slavlardan önce bölgeyi hakimiyeti altında tutan Hazar Türkleri zamanında konulduğu ve Kuyu-Ev’den geldiği öne sürülmektedir. Bkz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Kiev. İslâm coğrafyacılarında şehrin adı Kûyâbâ (Kuyu-oba ?) olarak geçmektedir. el-İstahrî¸ İbn İshak İbrahim b. Muhammed el-Fârisî el-Kerhî (346/957)¸ Kitâbu Mesâliki’l Memâlik¸ Leiden 1927¸ 226; İbn Havkâl¸ Ebû’l-Kâsım en-Nasîbî (350/961)¸ Kitâbu Sureti’l-Arz¸ I-II¸ Leiden 1938¸ 397.
15 Bkz. Akdes Nimet Kurat¸ “Peçeneklere Dair Araştırmalar I”¸ Türkiyat Mecmuası¸ (1935)¸ V¸ 101-140. Ayrıca bkz. A. N. Kurat¸ IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri¸ Ankara 2002¸ s. 44-64.
16 Akdes Nimet Kurat¸ Türk Kavimleri ve Devletleri¸ 65-68. Bugün Ukrayna’nın batısında Macaristan ve Slovakya sınırında yer alan eyaletin ismi Uzgrad’dır.
17 Akdes Nimet Kurat¸ Türk Kavimleri ve Devletleri¸ 77.
18A Persian Geography (372/982)¸ Hudûdu’l-A’lem¸ (The Regions of the World)¸ (Çeviri ve izah. V. Minorsky)¸ Londra 1937¸ s. 75¸ 83¸ 99¸ 101. İbn Batûta da Deşt-i Kıfçak olarak zikretmektedir. Bkz. Ebû Abdullah Muhammed et-Tancî (1304-1368)¸ er-Rihle¸ (Thk. Muhammed Abdülmün’im el-‘Uryân)¸ Beyrut 1992¸ s. 328. R.R.A. “Kıpçak”¸ İA¸ (İstanbul 1997)¸ c. VI¸ s. 713.
19 Kıpçakların menşei üzerinde çok fazla tartışılmış ise de bunların bir Türk kavmi olduğu kesindir. Kıpçaklara Ruslar “Polovtsi”¸ Bizanslılar “Kuman”¸ Macarlar “Kun¸ Kuman¸ Palo甸 Almanlar “Falon ve Falb”¸ Ermeniler “Chardeş” demişlerdir. Latin kaynaklarında da Bizanslılardan alınmış şekliyle Kuman adı geçmektedir. Türkçe’deki Kuman ise Bizanslılardan alınmıştır. Bkz. Kurat¸ Türk Kavimleri¸ 70; Gökbel¸ 28¸ 29¸ 30.
20 Kıpçakların Kafkasların güneyine doğru inmeleri Kıpçak-Gürcü yakınlaşmasıyla Gürcü Kralı David II (1088-1125)’nin krallığında olmuştur. Geniş bilgi için bkz. Ahmet Gökbel¸ Kıpçak Türkleri¸ 132¸ 133.
21 Ahmet Gökbel¸ Kıpçak Türkleri¸ İstanbul 2000¸ 161.
22 Kurat¸ Türk Kavimleri¸ 96¸ 97.
23 Kâzım Yaşar Kopraman¸ Mısır Memlükleri Tarihi¸ Sultan al-Malik al-Mu’ayyad Şeyh al-Mahmûdî Devri¸ (1412-1421)¸ Ankara 1989¸ s. 3; Ahmet Gökbel¸ 134¸ 135.
24 Akdes Nimet Kurat¸ Türk Kavimleri ve Devletleri¸ 99; Ahmet Gökbel¸ age¸ 107¸ 108.
25 Kazak kelimesi¸ kazakların menşei ve ilk devirleri hakkında bakınız. Yücel Öztürk¸ Özü’den Tuna’ya Kazaklar 1¸ 59-173.
26 Bkz. Yücel Öztürk¸ age¸ 187-434.
27 Celal Nuri İleri¸ Şimâl Hatıraları¸ 119.
28 Touring Kyiv¸ Kyiv 2003¸ s. 8.
29 Rusya Federasyonu ile Ukrayna topraklarının bir kısmını sulayan bir nehir. Volga ve Tuna’dan sonra Avrupa'nın üçüncü uzun nehridir. 2200 km uzunluğundaki bu nehir¸ Valday Dağları yaylasının güneyinden doğar¸ Smolensk’e ulaşır¸ Beyaz Rusya’ya girer¸ bu cumhuriyetin doğu kısmından geçerek Ukrayna'ya ulaşır. Soldan Desna Irmağı ile birleşen nehir¸ Kiev’e geçer. Daha sonra Dinyeper Yaylasını bir eğri çizerek dolaşır ve kıyı dilinin kısmen kapattığı bir haliç meydana getirerek Odessa’nın doğusundan Karadeniz’e dökülür. http://tr.wikipedia.org/wiki/Dinyeper. Osmanlı bu nehre Özi demektedir. Bkz. A. Halûk Dursun¸ s. 172.
30 İbn Fazlan¸ Seyahatnâme¸ (Haz. Ramazan Şeşen)¸ İstanbul 1995¸ s. 73-75. Ayrıca bkz. el-İstahrî¸ Mesâliku’l-Memâlik¸ 226; İbn Havkâl¸ Kitâbu Sûreti’l-Arz¸ 397; Ramazan Şeşen¸ İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri¸ Ankara 2001¸ s. 162.
31 Slaytlar eşliğinde anlatılan bu tebliğin metnine daha sonra yayınlanan kongre kitabında ne var ki rastlayamadım.
32 İskit Türklerinde ölülerin mumyalandığı arkeolojik malzemelerden tespit edilmiştir. Bkz. Abdulhaluk M. Çay-İlhami Durmuş¸ “İskitler”¸ Türkler¸ (Ed. Hasan Celal Güzel)¸ I¸ 585. Ayrıca Amasya Müzesi’ndeki yer alan 7 adet İlhanlılar döneminden kalma mumya da bu konuda önemlidir. Amasya emirliği yapan İzzettin Pervane ve ailesine ait olan bu mumyalar iç organları çıkarılmadan tahnitlenmiştir.Bkz.Prof.Dr.İ.HamitHancı¸http://www.medicine.ankara.edu.tr/internal_medical/forensic_medicine/tk25.html. Ahmet Gökbel Türklerdeki bu mumyalama olayının ölüm ve defin tarihleri arasındaki uzun zaman farkı sebebiyle cesedi güvenle muhafazanın ötesinde bir dinî anlamın olup olmadığı hususunda kesin bir bilginin bulunmadığını söylemektedir. Kıpçak Türkleri¸ 260.
33 Kurat¸ Türk Kavimleri ve Devletleri¸ 77; Ahmet Gökbel¸ Kıpçak Türkleri¸ 48. Kıpçaklar 1090’lardan itibaren de Rus topraklarında geniş çaplı akınlara başlamışlardır. Özellikle 1090 ile 1110 yılları arası Kıpçakların en kudretli dönemlerini oluşturmaktadır. Bkz. Kurat¸ Türk Kavimleri¸ 77-79; Gökbel¸ age¸ 48¸ 49. Bu dönemde Hrıstiyanlığı benimsemiş hatta rahip olmuş olana Türklerin varlığı da söz konusudur. Kiev’de Saint Sophia Katedralinde 1974 yılında bulunan XI. yüzyıla ait ve sekiz Türkçe kelimeyi veya cümleciği ihtiva eden 153 numaralı Türk-Slavca grafitte (doğal karbon) Hrıstiyan dini anlam taşırken iletinin ana fikrini oluşturan Slavca ve Türkçe unsurların dağılımı kayda değerdir. Bu metinde dil Oğuz Türkçesidir ve Kiev knezlerine hizmet eden ve de Hristiyan olan Karkalpakların üst düzey bir yetkilisiyle ilgilidir. Omeljan Pritsak’a göre bu üst düzey yetkili Vsevolod Yaroslaviç’in (1078-1093) hizmetindedir ve rahip olarak bu hizmeti sürdürmüştür. Zira bu katedralin duvarında isminin olmasını bundan kaynaklanmaktadır. Bkz. “Türk-Slav Ortak Yaşamı¸ Güneydoğu Avrupanın Türk Göçebeleri”¸ Türkler¸ (Ed. Hasan Celal Güzel¸ Kemal Çiçek¸ Salim Koca)¸ c. III¸ s. 516.
34 Gökbel meşhur seyyah Rubrouck ve Fransız Kralı IX. Louis’in tarihini yazan Joinville’nin 1251-1252’de tanıklıklarıyla Kıpçak definlerinin nasıl olduğunu bize aktarmaktadır. Fakat burada Kıpçakların mumyalama yapıp yapmadıkları hakkında bir bilgi yer almamaktadır. Bkz. Kıpçak Türkleri¸ 261¸262.
Fatih ERKOÇOĞLU
YazarŞeyh Abdurrahman Erzincanî’nin soyu, Orta Asya’dan gelerek Erzincan’a yerleşmiştir. Evlâd-ı Rasûl’den ve Yıldırım Bâyezîd devri meşayihlerindendir. Zamanının gerekli ilimlerini memleketi olan Erzincan...
Yazar: Resul KESENCELİ
"Kaynaklarımızda Hz. Hüseyin (r.a.)'in şehit edilmesi öncesinde onun ve maiyetindekilerin susuz bırakılması hususu¸ Hz. Hüseyin (r.a.)'in suya ulaşmaya çalıştığı¸ özellikle Fı...
Yazar: Fatih ERKOÇOĞLU
"Hayber'e gece yolculuğu yaptığımızdan yol güzergâhını pek görememiştik. Ancak dönüş yolunda 170 km'lik mesafenin oldukça zorlu ve çetin bir güzergâh olduğu anlaşılıyordu. Her ne kadar biz iki...
Yazar: Fatih ERKOÇOĞLU
“Sâde” yazmak, “basit” yazmak değildir. Çoğu kimse sâde kelimesini basit kelimesiyle aynı anlamda kullanır. Oysa sâde, içinde derinlik barındıran bir kavram… Fakat basit, sathîdir; yüzeysel, üstünkörü...
Yazar: Bilal KEMİKLİ