İslâm’ın Uçlardaki Muhteşem Kalesi: Endülüs İslâm Devleti
Çocukluk yıllarımızdan itibâren Tarık bin Ziyad bizim için diğer İslâm kahramanları gibi öncüydü ve büyük fetihlerin efsâne komutanıydı. Sonra bir fetret döneminde hem bu yiğit öncüyü hem de Endülüs rüyasını toplum olarak unutuverdik.
Başkaları kendileri için uyduruk tarihler yazarken biz şanlı İslâm tarihini tam olarak bilmiyor, öğrenmiyorduk. Şükürler olsun ki şimdi, bir uyanış ve diriliş dönemindeyiz ve üç kıtada hüküm sürmüş muhteşem tarihimizi yeniden keşfetmeye başladık.
‘Endülüs İslâm Devleti ve Medeniyeti’nin 800 yıldan fazla ömür sürdüğünü duyduğumda, hem şaşırmış hem de bu bilgiye geç eriştiğim için doğrusu mahcup olmuştum. Demek ki Müslümanlar, bugün İspanya dediğimiz ülkenin topraklarında, yani Endülüs’te sekiz asır hükümranlık sürmüş ve İslâm’ı Avrupa’nın bazı bölgelerine yaymıştı. Ama bunu pek bilmiyorduk.
Daha doğrusu bu hakîkatler, tarih kitaplarında bize bildirilmemişti. Zararın neresinden dönülürse kârdır. Bundan böyle bu gerçekleri araştırıp öğreneceğiz ve yeni nesillere göstereceğiz. Başka çaremiz yoktur.
Endülüs’ün Tarihinden
Endülüs’ün muhteşem tarihinden kısaca bahsetmekte fayda vardır. Herkes Tarık bin Ziyad’ı Endülüs’ün ilk ve en önemli komutanı zannediyorsa da tarihçilerimiz bize asıl kumandanın Emevî Halîfesine bağlı olan Kuzey Afrika Valisi Musa bin Nusayr olduğunu söylüyorlar. Musa bin Nusayr, evvela 710 yılında Tarif bin Malik’i keşif amacıyla Afrika’dan karşı kıtaya yani Avrupa’nın Akdeniz’deki kıyılarına gönderir.
Bir yıl sonra da yani 711 senesinde bu sefer Tarık bin Ziyad, 7 bin kişilik bir orduyla karşıya geçer. Kumandan Tarık’a takviye için 5 bin asker daha gönderilir. Bu İslâm ordusu, Lekke Vadisindeki savaşta en az 90 bin kişilik Hıristiyan Vizigot Krallığı ordusunu mağlûp eder. Kral Rodrigo bu harpte hayatını kaybeder.
Kıtanın batısına ve kuzeyine doğru ilerleyen Müslümanlar, kısa bir zamanda Kurtuba’yı ele geçirir. Daha sonra İşbiliyye ve Tuleytula fethedilir. 712 senesinde de Musa bin Nusayr, 18 bin kişilik orduyla İspanya’ya geçer. İki sene süren fetih hareketlerinden sonra yerine oğlu Abdülaziz’i bırakıp 714’te Tarık’la birlikte Şam’a dönerler.
Bu arada İslâm dünyası karışmıştır. Abbasiler, 750 yılında hilâfeti ele geçirirler. Şam’da kurulmuş bulunan Emevî Devleti yıkılır ve hanedânın bütün fertleri katledilir. Sadece Halîfe Hişam’ın torunu Abdurrahman Bin Muaviye sağ kalır. Abdurrahman kendisini destekleyen idarecilerin davetiyle, 756’da Kurtuba’ya gelerek Endülüs Emevî Devleti’ni kurmuştur.
İşte 756-1031 yılları arasında hüküm süren Endülüs Emevî Devleti, hem askerî, hem siyasî hem de medeniyet bakımından güçlü bir devlet olarak dünyaya kendisini kabul ettirir. Üçüncü Abdurrahman 929 yılında kendisini Halîfe ilan eder. Emevî Devleti hâkimiyetini bu topraklarda iki buçuk asırdan fazla devam ettirmiştir. Müslümanlar iktisadî bakımdan da üstün durumdadırlar.
Endülüs’te ilim en yüksek seviyeye çıkar ve dünyaya ışık saçan âlimler yetişir. Kurtuba, bu devirde Avrupa’nın en kalabalık ve gelişmiş şehirlerinden biridir artık. Farklı sahalardaki kitapların süslediği kütüphaneleri, dillere destandır ve dünyanın en kıymetli eserleri burada yazılıp koruma altına alınmaktadır.
Bu dönemde yetişen dünya çapındaki İslâm âlimleri arasında Zehravî, Zerkalî, İbni Hazm, İbni Rüşd ve Mesleme el-Mecritî gibi önemli şahsiyetler de bulunmaktadır. Bu âlimlerin eserleri hem İslâm dünyasına hem de dünyanın birçok bölgesine ulaşmış ve okunmuştur. Müslümanlar tıp, sanayi ve hayata dair birçok ürünü bu devirde üretip insanlığın hizmetine sunar. Avrupa ise koyu bir Ortaçağ karanlığı içindedir.
Endülüs’te Emevîlerin yıkılışından sonra 200 yıllık bir ara dönemde Murâbıt ve Muvahhid Devletlerinin hâkimiyetini görüyoruz. Son olarak Gırnata Emirliği (1231-1492) kurulur. Nasrîler veya Beni Ahmer denilen Sultanlığın kurucusu Muhammed bin Yusuf’tur. Gırnata, zamanla Hıristiyanların hedefi hâline gelir.
1469 yılından itibaren gayr-ı Müslimlerin sistemli biçimde saldırıları başlar. Bu arada düşmanları, Müslümanların arasına nifak tohumunu ekmiştir. Ebu Abdullah ile amcası ez-Zağal büyük bir mücâdele içindedir. Bu mücâdeleye hâliyle çok sevinen Hıristiyanlar, Ebu Abdullah’ı kullanırlar.
1491’de şehir kuşatılır. Musa bin Ebu Gassan hariç devletin bütün ileri gelenleri teslim olur. Hıristiyanlar 1492’de Gırnata’ya gelip Ebu Abdullah’tan şehrin anahtarlarını teslim alırlar. İspanya’daki en son İslâm kalesi de böylece yıkılmış olur.
O Kaleden Bu Kaleye
Peki, Gırnata kalesi yıkıldı da, İslâm’ın hükümferma olduğu diğer kaleler teslim edildi mi, hayır! En son Batı emperyalistlerinin teslim almaya çalıştığı Türkiye kalesi, aziz milletimizin ve yüce devletimizin elbirliğiyle korundu ve 15 Temmuz’da FETÖ ihânet örgütüne ve hâmîleri devletlere muhteşem bir Osmanlı tokadı atıldı.
Türkiye bugün Türk dünyasının, İslâm âleminin ve mazlûm coğrafyaların biricik ve tek kalesidir. Geçmişte de böyle kaleler vardı. Geçenlerde Nurettin Taşkesen’in Endülüs’ün Son Kalesi Elhamra’nın Gözyaşları belge romanını okudum. Meğer Endülüs İslâm Devleti ve Medeniyeti, bir rüya değil aksine yaşanmış bir gerçek imiş.
Uzun süre âdeta üstü tül perdeyle örtülen Avrupa’daki bu muazzam devletimizin yeniden anılması ve yazılması, son yıllardaki mânevî kazançlarımızdandır. Bu konuda büyük emeklerin sahibi olan tarihçi ve romancı Nurettin Taşkesen’in eserleri ufuk açıcıdır. Müslümanların mazideki ihtişamını ve medeniyetini hepimize hatırlattığı için kendisine şükran borçluyuz.
Yazarımız, sekiz asır süren Endülüs İslâm Devleti’nin kuruluş ve yükseliş dönemini Fatihler Geliyor romanıyla kaleme almış, ömrünü cihada ve fethe adayan kutlu mücâhidleri anlatmıştı. Eserin devamı olan Kurtuba’nın Altın Çağı’nda, Endülüs’ün her alanda zirvede olduğu devir gözler önüne serilmişti.
Serinin üçüncü kitabı, Endülüs’ün Son Kalesi Kurtuba’nın Gözyaşları adını taşıyor. Müslümanların hâkimiyetinin iç çekişmeler, nifak ve fesat şebekelerinin çabaları, gereksiz didişmeler ve taht kavgaları yüzünden nasıl sona erdiğinin hazin hikâyesini okuyoruz. Askerî ve siyasî zâfiyete rağmen Endülüs’te vücut bulan mimarî eserlerin mükemmel örneklerini görüyoruz.
Uzaklardaki Güzel
Endülüs uzaklarda kalmış bir yalnız güzel. 711 yılında Tarık bin Ziyad’ın Cebelitarık Boğazı’nı geçerek İspanya topraklarına ayak basmasıyla başlayan muhteşem bir tarih. Avrupa’daki ilk iftihar levhamız. İslâm’la şereflenen ve medenîleşen ilk Batılılar… Sonra bu ihtişamın hüzne dönüşmesi… Ve 1492’de Gırnata’da Elhamra Sarayı’nın önünde sona eren hükümranlık.
Elbette her kemâlin zevâli, her yükselişin düşüşü vardır. Bu mutlak hakîkat, devletlerin hayatında da şüphesiz geçerlidir. Ancak bu gerileyişin sebepleri vardır. Endülüs İslâm Devleti’nin giderek zayıflaması ve çökmesi, Müslümanların ihtilâfa ve birbirlerine düşmesinden kaynaklanmıştır. “Müminler kardeştir.” âyetini unutan Müslümanlar, bu yüzden İspanya’da güç birliğini devam ettiremedi.
Aralarına ayrılık tohumları ekildi. Yazarımız bu gerileyişi şöyle yorumluyor: “Ortaçağ Avrupa’sına ilim, sanat ve medeniyeti öğreten Müslümanlar, ne yazık ki aralarındaki kardeşliği unuttular. İslâm’ın açıkça yasakladığı kavim asabiyeti yüzünden devamlı birbirleriyle kavga ettiler.
Endülüs’te isyanlar, darbeler ve iç savaşlar, asırlar boyunca fırsat kollayan düşmana davetiye çıkardı. Fethin ilk gününden itibâren can, mal ve namus emniyeti sağlanan; din, inanç ve ibâdet hürriyeti verilen Hıristiyanlar, yüzyıllar boyunca içlerindeki kin ve düşmanlığı hiçbir zaman unutmadılar.”
Sekiz asırlık Endülüs Medeniyeti’nin son halkası Gırnata Beni Ahmer Devleti’dir. Askerî ve siyasî baskılara rağmen tam 254 sene Güney Endülüs’te hâkimiyetini devam ettirdi bu devlet.
Gırnata’da Sebike Tepesi’nde inşa edilen Elhamra Sarayı, bugün de Endülüs İslâm mimarîsinin şâheseri sayılıyor. Hem kale, hem şehir, hem saray olan Elhamra’nın nakışları arasında belki binlerce tekrar edilen çok mânidar bir ibâre var; “Velâ gâlibe illallah/Allah’tan başka galip yoktur.”
Son sultan Ebu Abdullah, önce sultan olan babasıyla mücâdele etti, onu tahtından indirerek yerine oturdu. Sonra Hıristiyanlarla yaptığı savaşta esir düştü, kasıtlı olarak serbest bırakılınca da amcasıyla taht mücadelesine başladı. Sonunda iyice zayıf düşen Beni Ahmer Devleti, Katolik hücumlarına dayanamadı.
Ebu Abdullah bir yazılı anlaşma yaparak 2 Ocak 1492 tarihinde Elhamra’nın anahtarlarını Kral Ferdinand ve Kraliçe İzabel’e teslim etti. Bu tarihten itibaren bir asır boyunca büyük zulümlere uğrayan Müslümanlar, 1614 yılında tamamen İspanya’dan sürüldü.
“Savunamadın, Şimdi Ağla!”
Bu hüzünlü ayrılışın yankıları büyük olur. Rivâyete göre şu hadise de tarihin kederli sayfaları arasında yer almıştır: Son Beni Ahmer Sultanı Ebu Abdullah, şehri Katolik krallara teslim edip Gırnata’dan ayrılırken, Büşşerât’a giden yol üzerindeki son dönemeçte Gözyaşı Tepesi’nden geriye dönüp muhteşem şehir Elhamra’ya bakarak ağlamaya başlar.
Bunu gören annesi Ayşe Sultan ise ona şöyle der: “Erkekler gibi savunamadığın ülken için şimdi kadınlar gibi ağla.” Ne var ki, son pişmanlıklar fayda vermez ve sekiz asırlık rüya sona erer. Müslümanların kurduğu bu devlet tarih kitaplarına geçer.
Yüksek Medeniyet
Endülüs tarihi ve medeniyeti hakkında kıymetli araştırmaları ve eserleri bulunan yazar Nurettin Taşkesen ile bu konuyu konuştuk ve kendisine, “Acaba Müslümanlar, Avrupa’nın en batısında yer alan Endülüs’te nasıl böyle güçlü bir devlet ve yüksek bir medeniyet kurabilmişler?” sorusunu yönelttik. Nurettin Taşkesen, bu suale şu şekilde cevap verdi:
“Her şeyden önce Müslümanlar geldikleri yerlerin kültür ve medeniyetine ait bütün birikimleri Endülüs’e taşımışlardır. Karanlık Ortaçağ Avrupası’nın hayal bile edemeyeceği bir seviyede, toplumun ihtiyacı olan maddî ve mânevî bütün müesseseleri kurmuş, ülkeyi kısa zamanda refâha kavuşturmuşlardır.
Örnek olarak ziraat, imalât ve ticareti ele alabiliriz. Sadece düz tarımı bilen İspanya, Müslümanların doğudan getirdiği yeni ziraî ürünlerle ve sulama teknikleriyle tanışmıştır. Böylece Endülüs, senede birkaç defa hasat yapılan, pirinç, mısır gibi ürünlerle, hurma, şeftali, üzüm gibi meyvelerle zengin bir ülke hâline geldi. Ayrıca dokumacılık çok ilerlemişti.
Bu dokumalar Mısır’a oradan da Horasan’a kadar gidiyordu. Yüksek kalitede kadife türünde yünlü kumaşlar yapılıyor ve Endülüs’te yetişen bitki kökboyaları ile boyanıyordu. Sedef kakmacılığı ve fildişi oymacılığı da gelişmişti. Endülüs halkını refâha kavuşturan ihracat ürünleri; zeytinyağı, kuru meyve, işlenmiş deri, seramik, ipekli ve yünlü kumaşlardı.
Tabiî ki bu maddî kalkınmanın yanında çok canlı bir dinî ve mânevî hayat vardı. Halk âlimlere ve fakihlere çok hürmet eder, sohbetlerini dinler ve kitaplarını okurdu. Bu geniş kültür birikimi zenginlik ve refahla birleşince, Ortaçağ karanlığında bir güneş gibi Endülüs İslâm Medeniyeti doğdu.”
Endülüs Filmini Ne Zaman Seyredeceğiz?
Televizyonlarımızdaki tarihî diziler ve filmler önemli ve değerlidir. Çok sevilen bu eserler, dünyada da epey ilgi ve talep görüyor. Bu sahaya en çok emek ve yer veren televizyonların başında TRT geliyor. Daha önce “Diriliş Ertuğrul”, “Kuruluş Osman” gibi dizileri hazırlayan bu seçkin kurum, şimdi de Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubî dizisini yayınlamaya başladı.
Tam da günümüz insan kasapları ve bebek katillerinin Gazze’de soykırım uygulamaya başladığı bu sıralarda dizinin başlayışı çok iyi oldu. Elbette bu tür tarihî dizilerde abartıya kaçılabilir, hatta yaşanmamış bazı hâdiseler de filme eklenebilir. Ancak unutulmamalıdır ki bunlar sonuçta film. Tıpkı roman gibi…
Nasıl tarihî romanlarda kurgu ağır basabiliyorsa, tarihî filmlerde de benzer abartılar ve kurgular kaçınılmaz. Ancak bu filmleri takip eden meraklı ve dikkatli seyirciler, bununla yetinmiyor, kitaplara yöneliyor ve tarihi esasen kitaplardan öğrenmeye çalışıyor.
Şimdi kültüre, sanata ve medeniyete en çok değer veren dergiler arasında yer alan Somuncu Baba Dergisi olarak TRT yetkililerinden önemli bir hizmeti daha istiyor ve bekliyoruz. Endülüs İslâm Devleti ve kahramanı Tarık bin Ziyad hakkında önemli bir dizi hazırlanmalıdır.
Avrupa kıtasının en ucunda İslâm’ın bayrağını 8 asır dalgalandıran Müslümanların bu destanı mutlaka emek mahsûlü bir dizi olarak kültürümüze kazandırılmalıdır. Bugüne kadar yapılan ve toplumda bir tarih şuuru uyandırmayı hedefleyen kurumun yöneticileri, bu hizmetlerini, “Endülüs ve Tarık bin Ziyad” filmi ile taçlandırılmalıdır.
Arap ve İslâm dünyasında da büyük alâka uyandıracağı kesin olan Endülüs filmi hemen çekilmeye başlanmalıdır. Emperyalist ülkelerin büyüğü, sığır çobanları için binlerce kovboy filmi çekerken, dünyaya insanlığı ve medeniyeti öğreten ecdadımız hakkında da benzer seçkin filmler hazırlamalı ve bunları dünyaya göstermeliyiz.
Böyle bir proje geciktirilmeden hayata geçirilmelidir. İslâm ve Türk tarihlerinde yaşamış, zaferler kazanıp destanlar yazmış bu kahramanları biz, hem gençlerimize tanıtmalı ve sevdirmeliyiz, hem de dünyanın her tarafına ulaştırıp Türkiye’nin bugünkü gücünü nereden aldığını dosta/düşmana göstermeliyiz.
Böylece yeryüzündeki bütün masumlara, mağdurlara ve mazlumlara niçin sahip çıktığımız, zalimlere karşı nasıl direndiğimiz ve kanlı emperyalist hesapları neden her zaman inançla, cesaretle ve metanetle bozduğumuz da gün gibi ortaya çıkmış olur.
Mehmet Nuri YARDIM
YazarEdebiyatımızda Saat/Vakit VurgusuTürk edebiyatında saat ve vakit vurgusu birçok eserde, şiirlerde, hikâyelerde, romanlarda geniş şekilde yer almıştır. Hatta bu tema, sadece bu ana türlerde değil hatır...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Türkiye’de 6 Şubat 2023 Pazartesi günü Kahramanmaraş merkezli olan ve 10 şehrimizi daha etkileyen 7.7. ve 7.6 şiddetindeki iki büyük deprem, haftalardır hepimizi büyük üzüntülere sevk ediyor. Yü...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Bu yazıyı hazırlarken İstanbul’da yaşayan ve çok kıymetli romanlara imza atan bir yazarımızı aradım. Telefonda biraz dertleştik. Biraz da sitem edercesine evden dışarıya çıkmadığını söyleyince şu ceva...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Tarık bin Ziyad’dan Gırnata Hükümetine yahut Avrupa'da Endülüs'ün SeyriEndülüs İslâm medeniyeti, 711’deki fethinden 1492’deki çöküşüne kadar 881 yıllık bir dönemi kapsamaktadır. İslâm ordusu bu toprak...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ