İMÂM-I RABBÂNÎ’YE GÖRE VARLIK MERTEBELERİ
İmâm-ı Rabânî Ahmed Sirhindî (k.s.) tasavvufî eğitimi sürecinde varlık (vücûd) konusunda farklı bilgi, düşünce ve telakkîlere (algılamalara) ulaşmıştır. Ulaştığı bilgileri eserlerinde anlatan Sirhindî, önceki bazı fikirlerini sonraları değiştirmiştir. Dolayısıyla onun gençliğinde yazdığı eserlerdeki bilgiler ile Mektûbât’ının ilk ciltlerindeki bilgiler dikkatli ve ihtiyatlı olarak ele alınmalıdır. Mürîdlerinden Muhammed Hâşim Kişmî, Mektûbât’ın birinci cildindeki keşfî bilgilerin, diğer iki cilde nisbetle Sirhindî’nin ilk hâllerine âit olduğunu ifâde ederken bunu kasdetmiş olmalıdır.[1] Ahmed Sirhindî, varlık mertebelerini önce iki kategoride ele alır. Birisi “İmkân Dâiresi” denilen yaratılmış âlem, diğeri “Vücûb Dâiresi” ya da “Vücûb Mertebeleri” denen ve Allah’ın zât ve sıfatlarından oluşan ilâhî âlemdir. Yaratılmış olan âlem (İmkân Dâiresi) kendi içinde Âlem-i Halk (cisimler âlemi) ve Âlem-i Emr (ruhlar âlemi) diye ikiye ayrılır. İlâhî âlem (Vücûb Dâiresi) de (1) “İlâhî isim, sıfat ve fiiller âlemi (yani Taayyün-i Sânî)”, (2) “Taayyün-i Evvel” ve (3) “Lâ-taayyün (Zât)” olmak üzere üç kategoriden oluşur. İsim ve sıfatların gölgeleri ise İmkân ve Vücûb Dâireleri arasında bir berzah olarak telakkî edilir. Ahmed Sirhindî (k.s.), eserlerinde kullandığı İmkân Dâiresi (sonradan yaratılmış âlem) ve Vücûb Dâiresi (sonradan yaratılmamış, ilâhî âlem) terimlerini ömrünün sonuna doğru yeniden gözden geçirmiş, bunların tanımı ve sınırı hakkında bazı önemli değişiklikler yapmıştır. Önceleri İmkân Dâiresi derken cisimler ve ruhlar âlemini, Vücûb Dâiresi derken de ruhlar âleminin (Âlem-i Emr’in) üstündeki bütün mertebeleri (ilâhî isimler, sıfatlar, fiiller ve Zât) kasdetmiştir.[2] Sonraları ise İmkân ve Vücûb ayrımını üçe çıkarmış, İmkân Dâiresi’ne “Vehim Mertebesi” derken, Vücûb Dâiresi’ni ikiye ayırarak “Nefs-i Emr Mertebesi” ve “Hâriç Mertebesi” adlarını vermiştir. Nefs-i Emr Mertebesi, ilâhî isim, sıfat, fiiller ile peygamberlerin ve meleklerin hakîkatlerinin bulunduğu âlemdir (yani Taayyün-i Evvel ve Taayyün-i Sânî). Hâriç Mertebesi ise Allah’ın Zât’ı ile sekiz hakîkî sıfatının bulunduğu mertebedir.[3] Ahmed Sirhindî (k.s.) daha sonra bir adım daha atarak, esâsen Zât’tan taayyün olmayacağını, kendisinin de geleneklere uyarak “Taayyün” kelimesini kullandığını, Taayyün-i Evvel ve Hakîkat-ı Muhammedî olan “Taayyün-i Hubbî” de dâhil bütün taayyünlerin mahlûk (yaratılmış) ve mümkin (İmkân Dâiresi’nde) olduğunu söylemiştir.[4] Bu konuda onun delili: “Allah’ın ilk yarattığı şey benim nûrumdur”[5] şeklindeki rivâyettir. Bu rivâyette Hakîkat-ı Muhammedî’yi ifâde eden “nûr”un “yaratılmış” olduğu anlatılmaktadır. Başka bir rivâyette bu nûrun, semâlardan 1000 sene önce yaratıldığı ifâde edilerek yaratılışı için zaman bile tâyin edilmiştir. Ahmed Sirhindî (k.s.)’ye göre hâriçte bizzât mevcûd olan sâdece Allah’ın zâtı ve sekiz hakîkî sıfatıdır. Bunun dışında kalanlar mümkin, mahlûk ve hâdistir. Burada Sirhindî’nin İmkân Dâiresi’nin sınırlarını taayyünleri de içine alacak şekilde genişlettiği görülmektedir. Sirhindî taayyünler mertebesindeki sıfatları Allah’ın Zât’ının gayrı gördüğü için bu değişikliği rahatça yapabilmiştir. “Zât’ın ne aynı ne de gayrıdır” dediği sekiz hakîkî sıfatta bile İmkân’dan bir koku olduğunu söyleyen Sirhindî, bunlar hakkında “Zâtı’ın gayrıdır denmese bile, gayriyyet lâzımdır, çünkü Zât ile aralarında ikilik vardır.” demiş, ancak bu sıfatlar için “Mümkin” denemeyeceğini, zîrâ böyle denirse insanların onları hâdis (sonradan yaratılmış) zannedeceğini ifâde etmiştir. [1] Kişmî, Berekât-ı Ahmediyye, s. 218. [2] Ahmed Sirhindî, Mektûbât, I, 434 (260); III, 346 (no. 31). [3] Sirhindî, ae, III, 509 (no. 100). [4] Sirhindî, ae, III, 573 (no. 122). [5] Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, Kâhire ts., I, 311-312.
Necdet TOSUN
Yazar
Kur’ân’ın anlattığına göre Hz. Süleyman, güneşe tapan Sebe’* kraliçesine, halkıyla birlikte emrine itâat ederek teslim olmaları için bir mektup gönderir. Mektubu alan kraliçe, Hz. Süleyman’a bir hediy...
Yazar: Ali AKPINAR
İmâm Rabbânî Ahmed Sirhindî’nin (ö. 1034/1624) yaşadığı dönem olan 16. yüzyılın sonu ile 17. yüzyılın başlarında Hindistan’da Bâbürlüler Devleti hüküm sürüyordu. Bu dönemde devletin başında Ekber Şah ...
Yazar: Necdet TOSUN
Kana kana içip aşk meclisinde, Sermest olup muhabbete dal gönül. Daim ümitvâr ol dost kapısında, El bağlayıp asırlarca kal gönül. Hasretinden ölüp ölüp dirilsen, Geceleri yıldız yıldız kırıls...
Şair: Bestami YAZGAN
İmâm-ı Rabbânî (k.s.) “kötü âlimler ve iyi âlimler” hakkında şöyle demektedir: “Âlimlerin dünyaya olan düşkünlüğü, güzel yüzleri üzerinde bir lekedir. Bu gibi âlimlerin ilmi halka fayda verse de ke...
Yazar: Necdet TOSUN