İmâm-ı Rabbânî'ye Göre Mânevî Yolculuğun Mertebeleri
İmâm-ı Rabbânî (k.s.)’nin tâkipçileri olan Müceddidiyye meşâyıhına göre, Kemâlât-ı Ulü’l-Azm Dâiresi’nden sonra mânevî yol ikiye ayrılır. Bu yollardan birine “Hakâik-ı İlâhiyye/İlâhî Hakîkatler”, diğerine “Hakâik-ı Enbiyâ/Peygamberlerin Hakîkatleri” adı verilir. Hakâik-ı İlâhiyye yolunda Hakîkat-ı Ka‘be, Hakîkat-ı Kur’ân ve Hakîkat-ı Salât isimlerinde üç adet hakîkat; Hakâik-ı Enbiyâ yolunda ise Hakîkat-ı İbrâhîmî, Hakîkat-ı Mûsevî, Hakîkat-ı Muhammedî ve Hakîkat-ı Ahmedî isimlerinde dört adet hakîkat bulunmaktadır. Bunların toplamı yedi mertebe olup Hakâik-ı Seb‘a/Yedi Hakîkat adıyla da bilinirler.
Sâliki bu hakîkatlere yönlendirirken bu iki yol dan birine öncelik vermek mürşidin tercihine bağlıdır. Hakâik-ı Enbiyâ grubunun ilk mertebesi, tüm sülûk mertebelerinin sekizincisi olan Hakîkat-ı İbrâhîmî Dâiresi’dir. Hakîkat-ı İbrâhîmî seyrinde mahbûbiyyet-i sıfâtiyye (Allah’ın sıfatlarına ilişkin sevgililik, sıfatlarına âşık olma) hâlleri oluşur. Bu mertebeye “Velâyet-i Halîlî” ve “Velâyet-i Hullet/Allah’ın dostu” olma makâmı da denir. Dokuzuncu mertebe Hakîkat-ı Mûsevî Dâiresi’dir. Buna Velâyet-i Mûsevî de denir. Bu mertebedeki yolculukta muhibbiyyet-i zâtiyye/Allah’ın zâtına yönelik sevgi hâli oluşur. Onuncu mertebe Hakîkat-ı Muhammedî Dâiresi’dir. Buna Velâyet-i Hâssa-i Muhammedî de denir.[1]
Bu makâmdaki yolculukta muhibbiyyet-i zâtiyye ile mahbûbiyyet-i zâtiyye hâlleri karışmış durumdadır. Bu mertebedeki tasavvuf yolcusunda Hz. Peygamber (s.a.v.)’e karşı özel bir muhabbet oluşur. İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî bu mertebede: “Hak Teâlâ’yı onun için severim ki, Muhammed’in Rabb’idir.” demiştir. On birinci mertebe Hakîkat-ı Ahmedî Dâiresi’dir. Bu mertebede mahbûbiyyet-i zâtiyye/Allah’ın zâtına âşık olma hâli zuhûr eder, sıfatlarından ilgi kesilir. On ikinci mertebe Hubb-i Sırf-ı Zâtî Dâiresi’dir. Ahmed Sirhindî buna varlık mertebelerinde Taayyün-i Hubbî demiştir.
Hakîkat-ı Ahmedî Dâiresi’ndeki yolculuğunu tamamlayan sâlik Hubb-i Sırf-ı Zâtî (Allah’ın sırf zâtî sevgisi) mertebesinde seyre başlar. Allah’ın zât mertebesi demek olan Lâ-taayyün’e en yakın makâm budur. Dolayısıyla Sirhindî’ye göre gerçek anlamda Hakîkat-ı Muhammedî/Taayyün-i Evvel, Taayün-i Hubbî bu mertebedir. Bundan önce sözü edilen Hakîkat-ı Muhammedî bunun gölgesidir. Bu mertebede yolculuğunu tamamlayan sâlik Peygamberlerin Hakîkatleri grubunu tamamlamış olarak on üçüncü mertebe olan Zât-ı Baht Dâiresi’ne kademî değil nazarî seyr ile kavuşur. Burası Zât makâmı/Lâ-taayyün olduğu için oraya adım atmak mümkün değildir.
Hakâik-ı Enbiyâ grubundaki mertebeler aşıldıktan sonra sıra Hakâik-ı İlâhiyye grubundaki mertebelere gelir. Bu yolun ilk mertebesi, tüm sülûk mertebelerinin on dördüncüsü olan Hakîkat-ı Ka‘be Dâiresi olmaktadır. Hakîkat-ı Ka‘be makâmında Zât mertebesinin azameti zuhûr eder. On beşinci mertebe Hakîkat-ı Kur’ân Dâiresi olup burada Zât’ın keyfiyeti meçhûl olan genişliğinin başlangıcı zuhûr eder. On altıncı mertebe de Hakîkat-ı Salât Dâiresi’dir. Burada Zât’ın keyfiyeti meçhûl genişliğinin kemâli idrâk edilir.
İlâhî Hakîkatler grubundaki bu mertebeler aşıldıktan sonra onyedinci sıradaki Ma‘bûdiyyet-i Sırf Dâiresi seyr-i kademî ile değil, seyr-i nazarî ile müşâhede edilir. Zîrâ burası ilâhlık ve Zât mertebesidir (Lâ-taayyün). Buraya kadar anlatılan mertebeler seyr-u sülûkteki yükseliş/urûc makâmlarıdır. Bundan sonra sâlik inişe/nüzûl geçer, seyr ani’llâh billâh ve seyr fi’l-eşyâ aşamalarını tamamlayarak yolculuğa başladığı yer olan kalp makâmına döner. Bunlara ek olarak, Müceddidî seyr-u sülûk sistemi içinde “Murâkabeler” konusunun da önemli bir yeri vardır. Ahmed Sirhindî murâkabeler hakkında eserlerinde geniş bilgi vermemiş ise de[2], sonraki Müceddidîler bunları detaylı ve sistematik bir şekilde anlatmışlardır.
Bu murâkabeler belli âyet ve kavramların derinlemesine tefekkürü olup bu tefekkür bağlamında feyzin Allah’ın Zât’ından sâlikin letâifine gelişini beklemek ve düşünmektir. Meselâ birinci murâkabe olan “Murâkabe-i Ahadiyyet”te bütün kemâl sıfatlara sâhip ve noksan sıfatlardan uzak olan “Allah” isminin mânâsı (İhlâs Sûresi) tefekkür edilir ve bu mertebeden sâlikin kalp latîfesine feyzin geldiği düşünülür. Bu murâkabe, İmkân Dâiresi’nin seyri esnâsında, ism-i celâl (bedendeki letâif üzerine yoğunlaşarak “Allah” diye zikretmek) ve nefy u isbât (nefesi tutarak “Lâ ilâhe illallâh” diye zikretmek) zikirlerinden sonra yapılır.
İkinci murâkabe olan “Murâkabe-i Ma‘iyyet”, Velâyet-i Suğrâ Dâiresi’nde yapılır. Burada, “Her nerede olursanız, O (Allah) sizinle berâberdir.”[3] âyetinin anlamı üzerinde derinlemesine düşünülür. Üçüncü murâkabe olan “Murâkabe-i Akrabiyyet” Velâyet-i Kübrâ Dâiresi’nin başlarında yapılır. Burada “Ve biz ona (insana) şahdamarından daha yakınız.”[4] âyeti tefekkür edilir. Dördüncü murâkabe olan “Murâkabe-i Muhabbet”, Velâyet-i Kübrâ Dâiresi’nin orta ve sonraki aşamalarından Velâyet-i Ulyâ’nın sonuna kadar yapılır. Bu murâkabede “Allah onları sever, onlar da Allâh’ı severler.”[5] âyeti tefekkür edilir.
Beşinci murâkabe olan “Murâkabe-i Zât-ı Baht” da, Kemâlât-ı Nübüvvet Dâiresi’nde ve sonraki tüm mertebelerde yapılır. Ahmed Sirhindî (k.s.)’nin eserlerinde de bu tarzda sistematik olarak murâkabelerden bahsedilmez. Üstelik Sirhindî Murâkabe-i Zât yapan sûfîleri eleştirmekte ve Allah’ın Zât’ının düşünülemeyeceğini öne sürmektedir. Yukarıda anlatılan tarzda sistematik murâkabe usûlünü Müceddidiyye sülûk metodları arasına katan ilk kişi Mazhar Cân-ı Cânân (ö. 1195/1781) olmalıdır.
Özetle söylenecek olursa, İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî (k.s.) kendi rûhî tecrübelerinin yardımıyla seyr-u sülûk ve mertebeleri konusunda geniş açıklamalar yapmış, bu konuda tasavvuf kültürüne “Kemâlât-ı Nübüvvet, Hakîkat-ı Ahmedî ve Taayyün-i Hubbî” gibi yeni terimler kazandırmıştır.
Kaynaklar:
[1] Sirhindî, Mektûbât, I, 393 (no. 236).
[2] Sirhindî, Velâyet-i Kübrâ mertebesinde seyrin “Akrabiyyet”te olduğunu kaydetmiş ise de bu konuda detaylı bilgi vermemiştir. Bk. Sirhindî, Mektûbât, II, 15-16 (no. 3).
[3] 57/Hadîd, 4.
[4] 50/Kâf, 16.
[5] 5/Mâide, 54.
Necdet TOSUN
YazarHicretin ikinci yılında (624), Müslümanlarla Mekkeliler arasında cereyân eden Bedir Savaşı’nda ağır bir yenilgi alan müşrikler, bunun intikamını almaya yemin etmişlerdi. Aradan bir yıl geçmişti. Mekke...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Tâ ezelden künyemiz, gariplere yazılmış Kalbimize gariplik, dağlanarak kazılmış Bu din garip gelmiştir, yine garip gidecek Ne mutlu gariplere, kutsal rota çizilmiş Beşi...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN
İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî (k.s.) Kur’ân-ı Kerîm’e ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetine uymaya, bid‘at ve hurâfelerden sakınmaya çok özen gösterirdi. Terâvîh ve küsûf namazı hâricinde hiçbir nâfi...
Yazar: Necdet TOSUN
Kur’ân’a Adını Yazdıran Kahraman Hz. Meryem, Kur’ân’da ismi açıkça geçen tek hanımdır. Kur’ân, geleneğe uyarak âyetlerinde kadın ismi zikretmez. Sözgelimi, pek çok âyette konu edildiği halde Hz. Âdem’...
Yazar: Ali AKPINAR