İMÂM-I RABBÂNÎ (K.S.)’YE GÖRE Bid’atlarla Mücâdele
“Bid‘at” yenilik ve sonradan ortaya çıkan şey demektir. Ulemâ bid‘atı iki başlık altında toplar: Güzel yenilik (bid‘at-ı hasene) ve kötü yenilik (bid‘at-ı seyyie). Bid‘at-ı hasene dînin rûhuna aykırı olmayan yeniliklerdir. İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî (k.s.), bid‘at-ı hasene kavramını reddederek Hint Müslümanlarının hurâfelerle karışan İslâm anlayışını değiştirmeyi ve kitâbî İslâm anlayışının güçlenmesini hedeflemiştir. O, bid‘at konusunda şöyle der: “Bu, öyle bir zamandır ki, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in gönderilişinden sonra 1000 yıl geçmiş, kıyâmet alâmetleri zuhûr etmiştir. Peygamberlik zamanının uzaklığı sebebiyle sünnet örtülü kalmış, bid‘at da yalanın âşikârlığı sebebiyle ortaya çıkmıştır... Bu fakîr hiçbir bid‘at türünü güzel görmüyor... Zamânımız sûfîleri de insâfa gelip İslâmiyet’in zayıfladığını ve yalanın (bid‘atın) yayıldığını düşünürlerse, sünneti bırakıp şeyhlerini taklîd etmemeleri gerekir. Uydurma işleri, şeyhlerimizin âdetidir diye işlemeye bahâne yapmamalıdırlar. Sünnete uymak mutlakâ kurtarıcıdır, hayır ve bereket getirir. Sünnetin dışındaki bir şeyi taklîd etmek ise tehlike içinde tehlikedir.”[1] Ahmed Sirhindî (k.s.) bir yerde de şöyle der: “Kâmil dinde uydurulan bid‘atin güzel olduğuna nereden hükmettiklerini keşke bilseydim.”[2] İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî (k.s.), muhtemelen dînin rûhuna aykırı bazı uygulamaların “bid‘at-ı hasene” olduğunu iddiâ eden kişilere karşı bir tepki olarak bunu reddetmiştir. Yoksa bu, mutlak mânâda bir red değildir. Nitekim bir mektubunda Hz. Peygamber (s.a.v.)’in fiillerini ibâdetle ilgili fiiller ve örf-âdet ile ilgili fiiller şeklinde iki gruba ayıran Sirhindî, ibâdetle ilgili fiillerine aykırı davranışları bid‘at kabul ettiğini, örf ve âdetle ilgili fiillerine aykırı davranmayı ise bid‘at saymadığını ifâde etmektedir. Zîrâ bu ikinci gruptaki davranışlar, ibâdet ile doğrudan alâkalı değildir.[3] Esâsen bid‘at-ı hasene kavramını kabûl edenler de çoğunlukla bu ikinci grubu kasdettiklerine göre, Sirhindî bid‘at-ı haseneyi kabul ettiğini dolaylı yoldan söylemektedir. O, bid‘atın hasenesi (iyi tarafı) olmaz derken, kötü bid‘atı kasdetmektedir, mutlak mânâda bid‘atı değil. Ahmed Sirhindî’ye göre, mürşid, yeni intisap eden mürîdine Kur’ân ve hadislere kıl ucu kadar bile muhâlif görünen keşf ve rüyâlara önem vermemesini söylemeli, Ehl-i Sünnet inançlarına göre îtikâdını düzeltmesini nasihat etmeli, kendisi için zarûrî olan fıkhî hükümleri öğrenmesini tavsiye etmelidir.[4] Sirhindî bu tavsiyeye kendisi de uyar, mürîdlerine dînî ilimlere âit muhtelif kitaplar okuturdu. Okuttuğu kitaplardan bazıları şunlardır: Beyzâvî (tefsir), Buhârî (hadis), Mişkât (hadis), Hidâye (fıkıh), Şerhu’l-Mevâkıf (kelâm), Hâşiye-i Adudî (kelâm), Avârifu’l-ma‘ârif (tasavvuf).[5] Sirhindî, dînin zâhiri ile bâtınının, şerîatla tasavvufun birbirinden farklı olmadığını anlatmak için Bahâeddîn Nakşbend’in şu sözünü delil olarak kullanmıştır: “Seyr-u sülûk’ten (tasavvufî eğitimden) maksat özet olan bilgiyi detaylı hâle getirmek, delil ile bilineni keşf ile bilmektir.”[6] Bu cümlede Hâce Nakşbend, seyr-u sülûkten maksadın, şerîatın bildirdiğine ilâve olarak farklı/aykırı bir bilgi elde etmek olduğunu söylememiştir. O halde tasavvuf, şerîattan farklı değildir. “Tarîkat, şerîatın hakîkatine ulaşmaktır, yoksa şerîat ve hakîkatten ayrı bir şey değildir.”[7] “Şerîatın zâhirine ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin icmâına aykırı olan keşif, kabûle lâyık değildir.”[8] Bu rivâyetlerden anlaşılacağı üzere, İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî genel anlamda Müslümanları, özel anlamda da sûfîleri yeniden dînî ilimlerle buluşturmak, böylece toplumdaki bid’at ve hurâfelerin önüne geçmek için gayret sarfetmiştir. O, bu gâye ile hem devlet yöneticilerine, hem de mürîdlerine mektuplar yazmış, onları dînî ahkâma ve Ehl-i Sünnet esaslarına sâhip çıkmaya çağırmıştır. Hint Alt Kıtası, Afganistan ve Mâverâünnehr gibi bölgelere gönderdiği halifeleri de bu görevi oralarda icrâ etmişlerdir. Sûfîlerle ilgili yönüne bakıldığında bu faaliyet, tasavvufu Ehl-i Sünnet içinde yeniden yapılandırma ve tecdîd çabasıdır. [1] Sirhindî, ae, II, 58,59, 60 (no. 23). [2] Sirhindî, ae, II, 49 (no. 19). [3] Sirhindî, ae, I, 379 (no. 231). [4] Sirhindî, Mebde’ ve Me‘âd, s. 15. [5]Bedreddîn Sirhindî, Hazarâtü’l-kuds, II, 89. [6]Sirhindî, Mektûbât, I, 183 (no. 84). [7] Sirhindî, Ma‘ârif-i Ledünniyye, s. 49. [8] Sirhindî, Mükâşefât-ı Ayniyye, s. 29.
Necdet TOSUN
YazarHaramları Terk İmâm-ı Rabbânî (k.s.), Molla Muzaffer isimli bir hocaya yazdığı “fâizin haramlığı” hakkındaki mektubunda şöyle demektedir: “O gün, fazla ile birlikte olan borçtaki faizi...
Yazar: Necdet TOSUN
İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî (k.s.)’ye göre seyr-u sülûk (mânevî yolculuk) ilimdeki bir hareketten ibârettir. Düşük seviyeli ilim ve idrâkten yüksek seviyeli ilme, oradan da daha yükseğe ulaşmaktır.[...
Yazar: Necdet TOSUN
İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî (k.s.)’ye göre, sûfîler seyr-u sülûk yani mânevî yolculuk esnâsında varlığı farklı şekillerde algılarlar. Bu algılama çok çeşitli olsa da temelde iki türlüdür. Birincisi ...
Yazar: Necdet TOSUN
İmâm-ı Rabbânî (k.s.) Mektûbât isimli eserinde oruç ve Ramazan hakkında şöyle der: "Bilinmelidir ki, Ramazan ayı çok kıymetli bir aydır. Namaz, oruç, zikir, sadaka ve benzeri bu ayda edâ edilen her tü...
Yazar: Necdet TOSUN