İMÂM-I RABBÂNÎ (K.S.)’NİN VAHDET-İ VÜCÛD EHLİNDEN AYRILDIĞI TEMEL KONU
İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî’nin vahdet-i vücûd ehlinden ve bu düşünceden ayrıldığı temel konu şudur: Vahdet-i vücûd ehline göre âlem Allah’ın isim ve sıfatlarının gölgesidir, ancak bu gölge asıldan farklı değildir. Ahmed Sirhindî’ye göre de âlem gölgedir. Ancak bu gölge, asıldan farklıdır. Bir şeyin gölgesi onun aslı olamaz.[1] Âlem gölge olmakla birlikte gerçek bir varlığı bulunmaktadır, hayâl ürünü değildir.[2] Bir başka ifâdeyle, vahdet-i vücûd ehli, âlem (evren) için dört sıfat zikrederler. Onlara göre âlem “vehim”, “hayâl”, “aynadaki yansımalar” veya “gölgeler”dir. Nitekim Abdurrahman Câmî bir şiirinde bunu şöyle ifâde etmiştir: “Kâinâttaki her şey vehim veya hayâl veya aynalardaki akisler veya gölgelerdir.”[3] İmâm-ı Rabbânî bu sıfatlardan son ikisini (akis ve gölge) kabul eder. Ancak ilk ikisinin (vehim ve hayâl) kullanılmasına gönlü râzı olmaz. Bunların yanlış anlamaya müsâit olduğunu düşünür. Çünkü “hayâl” kavramını halk, hiçbir gerçekliği olmayan ve zihnin ürettiği bir şey olarak algılar. “Eğer âlem ve insanlar, zihnin ürettiği bir şey ise âhiretteki mükâfaat ve cezâ kime olacaktır?” sorusu cevapsız kalacaktır. İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî’ye göre vahdet-i vücûd telakkîsi sekr (mânevî sarhoşluk) ve aşırı muhabbetten doğmaktadır.[4] Tasavvuf yolunda bu düşüncenin ortaya çıkması normal, hattâ güzeldir ama orada kalmayıp geçmek gerekir.[5] Ahmed Sirhindî vahdet-i vücûd ehline bazı eleştiriler yöneltmiş ve farklı görüşler bildirmiş ise de bunlar âlimlerin dışarıdan yaptıkları eleştiriler gibi değil, tasavvuf yolunda tecrübe edilerek yapılmış eleştirilerdir. Öte yandan Sirhindî, vahdet-i vücûda muhâlif olan âlimler ile onu savunan sûfîler arasındaki ihlilâfları gidermek için gayret sarfetmiş, uzlaştırıcı yorumlar yapmıştır. Sirhindî’ye göre, sûfîlerin “ihâta” (Allah’ın âlemi kuşatması) ve “maiyyet-i zâtî” (Allah’ın âlem ve insanlarla beraber olması) derken kasdettikleri şey Taayyün-i Evvel’dir. Taayyün-i Evvel mertebesinin zuhûruna tecellî-i zâtî derler ve bu taayyünü bütün âleme sirâyet etmiş olarak düşünür ve bu sirâyete “ihâta” ve “maiyyet-i zâtî” derler. Kelâm ulemâsı ise “Zât” derken bütün taayyünlerin üstündeki Zât-ı Baht’ı (sırf zât) kastederler. Bu Zât-ı Baht’ın da âlem ile ihâta, maiyyet, ittihâd ve infisâl türünden hiçbir ilişkisi yoktur.[6] Ahmed Sirhindî’ye göre, sûfîler, âlemi hayâl ve hâriçte yok bilseler de ona hâriçte vehmî bir varlık nisbet ederler. Hâriçte bir görünüş hâsıl eden bu vehmî varlık, vehmin kalkması ile ortadan kalkmaz. Âlimler de vâcibu’l-vücûd olan Allah’ın varlığına nisbetle mümkinü’l-vücûd olan âlemin varlığını zayıf ve değersiz görürler. Dolayısıyla tartışma ortadan kalkar ya da lafzî olur (âlimlerin “mümkinü’l-vücûd” dedikleri evrene, sûfîler “vehmî varlık” derler).[7] Sirhindî’ye göre âlimler ile sûfîler arasındaki ihtilâfların hepsi bu şekildedir, yani hakîkî değil lafzîdir, birbirinin terminolojisini yanlış anlamaktan kaynaklanır.[8] Ahmed Sirhindî’ye göre “Heme O’st.” diyenler aslında, âlemdeki yaratılmış ve muhtelif olan cüzlerin, tek Zât’ın zuhûru olduğunu (Heme ez O’st: Her şey O’ndandır.) kasdetmektedirler. Tıpkı bir kişinin birçok aynada yansımasını gören insanların “Hepsi odur.” derken, farklı aynalardaki birçok sûretin, gerçekte o bir kişinin zuhûru (görüntüsü) olduğunu kasdettikleri gibi.[9] Bir diğer yoruma göre, bazı sûfîler muhabbetin ağır basması sonucunda müşâhedelerinde Allah’tan başkası kalmayınca “Her şey O’dur.” demişlerdir. Bunun mânâsı, “Bu görülenlerin hepsi hayâldir, gerçekte mevcûd olan sâdece Allah’tır.” anlamına gelir. Böyle olunca da (âlimlerin zannettiği gibi) hulûl ve ittihâda, yani Allah ile âlemin birleşmesi düşüncesine yer kalmaz. Zîrâ hulûl ve ittihâd iki şey arasında olur.[10] Sirhindî’ye göre, âlimlerin âleme aslî vücûd (gerçek varlık) nisbet etmeleri, varlık konusunda mümkin olan âlemi, vâcib olan Allah’a ortak etmek olacağı için doğru değildir. Öte yandan sonraki döneme âit (müteahhirîn) birçok sûfînin mümkini (âlemi), vâcibin (Allah’ın) aynı bilmesi de doğru değildir. Sirhindî bu iki görüşü, iki ayrı uç olarak telakkî etmekte, kendisini ise bunların ortasında görmektedir. Zîrâ o, âlimler gibi âleme aslî vücûd değil zıllî (gölge) varlık nisbet etmektedir. Yine o, bazı sûfîler gibi âlem ile Allah’ ı bir görmediği gibi, âlemin hayâl ürünü olduğunu da kabul etmemekte, hâricî varlığı bulunduğunu söylemektedir. Sirhindî, varlık konusunda âlimler ile sûfîler arasında bulunduğu, bu iki grubun ihtilâf hâlinde görünen fikirlerini lafza indirgeyip birbirine yakınlaştırdığı, böylece bu iki grup arasında bir “köprü” olduğu düşüncesiyle kendisini “Sıla” (köprü, irtibât) olarak adlandırmıştır. Bazı Müceddidîler “sıla” kelimesinin “Benim ümmetim içinde kendisine sıla denen bir kişi gelecektir. Onun irşâd ve şefâatiyle birçok insan cennete girecektir.” hadîsinden mülhem olduğunu ifâde etmişlerdir. [1] Sirhindî, Mektûbât, I, 382 (no. 234), 433 (no. 260), II, 7, 10-11 (no. 1). [2] Sirhindî, ae, II, 11-12 (no. 1). [3] Abdurrahmân Câmî, Nakdü’n-nusûs fî şerhi Nakşi’l-Füsûs (nşr. W.C. Chittick), Tahran 1977, s. 181. [4] Sirhindî, Mektûbât, I, 601 (no. 290). [5] Sirhindî, ae, I, 590 (no. 290), II, 107 (no. 42). [6] Sirhindî, Ma‘ârif-i Ledünniyye, s. 38-39. [7] Ahmed Sirhindî, Ta‘lîkât ber Şerh-i Rubâ‘iyyât-ı Hâce Bâkî Billâh, Resâil-i Müceddidiyye (nşr. Mahbûb İlâhî), Lahor 1385/1965 içinde, s. 235; a.mlf., Mektûbât, II, 118-121 (no. 44). [8] Sirhindî, Mektûbât, II, 118 (no. 44). [9] Sirhindî, Mektûbât, III, 475 (no. 89). [10] Sirhindî, ae, III, 477 (no. 89).
Necdet TOSUN
Yazarİmâm-ı Rabânî Ahmed Sirhindî (k.s.) tasavvufî eğitimi sürecinde varlık (vücûd) konusunda farklı bilgi, düşünce ve telakkîlere (algılamalara) ulaşmıştır. Ulaştığı bilgileri eserlerinde anlatan Sirhindî...
Yazar: Necdet TOSUN
İmâm Rabbânî Ahmed Sirhindî’nin (ö. 1034/1624) yaşadığı dönem olan 16. yüzyılın sonu ile 17. yüzyılın başlarında Hindistan’da Bâbürlüler Devleti hüküm sürüyordu. Bu dönemde devletin başında Ekber Şah ...
Yazar: Necdet TOSUN
Tevbe sözlükte “dönmek, pişmanlık, vazgeçme günahı itiraf, günahı terk edip Allah’a yönelmek, isyandan itaate, günahtan sevâba, bâtıldan Hakk’a rücû etmek, günahından ötürü Allah’tan af dileyerek vazg...
Yazar: Gökhan ÖZBEK
Hac ve zekât zenginlere, oruç da sağlıklı insanlara farz iken, “namaz” bütün Müslümanlara farzdır. Bu sebeple namaz dinin direği olarak kabul edilmiştir. Namazın kılınabilmesi için de önce “abdest” al...
Yazar: Necdet TOSUN