Hüsn-i Hat ve Şiir
Atalarımız İslâm dâiresine girdikten sonra ortak mirasa elden geldiğince katkıda bulunmaya çalışmış; bu medeniyeti geliştiren üç büyük milletten biri olmuş; İslâm inancının neticesi olan insan merkezli bir hayat tarzının oluşmasında büyük hizmetlerde bulunmuşlardır.
Özellikle şiir ve hat vadisinde dünya ölçeğinde eserler ortaya koydukları cümlenin kabul ettiği gerçeklerdendir. Yine, “Kur’ân Mekke’de nâzil oldu, İstanbul’da yazıldı, Mısır’da okundu.” sözü bu konuda önemli bir vurguyu ifade eder. Kur’ân harfleri hattatlarımız elinde gören herkesi hayrete düşüren bir gelişme gösterdi.
Kur’ân harflerinin yumuşak ve esnek yapısı hattatlara zengin seçenekler sunuyordu. Şekilden şekle giren harflerle oluşan tablolar camileri, medreseleri, evleri süslemekteydi. Her kurum için ayrı bir yazı sitili kullanıldığını bilmekteyiz. Şairler eserlerini yazıyor, hattatlar çoğaltıyor; müzehhibler ise süslüyordu.
Böylece kitap, birkaç sanat kolunu dolaştıktan sonra insanlara okunmak üzere sunuluyordu. Kitap, hem muhtevâsı hem de görünüşü ile bir sanat eseri olmanın saltanatını sürüyordu. Kitapta kullanılan hat ise başlı başına bir sanat ziyâfetiydi.
Süleymaniye Kütüphânesi, Aşir Efendi koleksiyonunda bir mecmuâda (Sül. Ktp. Aşir Ef. 00438/yk. 52) hatları tarif ve tavsif eden bir manzûme ile karşılaştım. On iki beyitlik bu manzûmede on iki hat türü sıralanıyor, her birinin özelliklerine dikkat çekiliyordu.
Manzûmenin şairi, bütün hat türlerinden haberdâr görünüyor. Zira hangi hattın ne işe yarayacağı konusuna da değiniyor, âdetâ okuyucuya rehberlik etmek istiyor gibi bir durum sergiliyor. Aşağıda bu manzûmeyi nesre çevirerek kısa notlarla sunmak istiyorum. Bu kısa manzûme bile atalarımızın sanatla nasıl iç içe yaşadıklarının belgesi olarak algılanabilir.
Der Ta’rif ve Tavsif-i Hatt-ı İsna-‘Aşar
On iki hattın tarif ve tavsifi hakkında
1. Şöyle bil kim devr içinde ḫûb ḫaṭ
Tarz-ı kûfîdür heman maḥżâ faḳaṭ
(Şunu iyice bil ki dünyada (zaman içinde) başlıca güzel hat sadece kûfî tarzında olanlardır.)
Şair, söze tarihî hat olan kûfî ile başlıyor. Şaire göre tarih içindeki en güzel hat kûfî yazısıdır. Bu yazı, duvarlara nakşedilen yazılarda görsel bir şölen sunma gibi bir özelliğe de sahiptir. Çoğu insan tarihî yapılarda gördüğü bu hattın anlamlı bir metin olduğunun farkına bile varamamaktadır.
Bursa Ulu Camii’nin duvarlarında bu yazının güzel örnekleri vardır. Kûfî yazı eski devirlerden beri vardır. Tarihi, câhiliye devrine kadar gitmektedir. Ayrıca celî kûfi yazısı da vardır.
2. Çün sülüsdür dehrde aṣl-ı ḫuṭûṭ
K’andadur vaṣf-ı su’ûd ile hübûṭ
(Dünyada hatların aslı sülüsdür. Onda yükseliş ve düşüşün tarif ve tasvirleri vardır.)
Sülüs iki mm.lik kalemle yazılır. Harfler yumuşak ve âhenkli döner. Görünüş olarak nesihten biraz büyük, harflerinin yuvarlaklığı daha azdır. Hattın temeli kabul edilir. Bütün hat kuralları sülüsten çıkarılmıştır. Hat öğrenmeye sülüsten başlanır. Osmanlı’da en çok kullanılan hattır.
Sülüs kısaca: “harflerin altında dört parçası düz, iki parçası devirlidir. Yazının, sülüs (üçte bir) adını alması, bu üçte iki ve üçte bir nisbetinin korunmasından dolayıdır. Bu, yazıda harflerin çıkış ve inişi “suûd” ve “hübût” kelimeleri ile ifade edilmiştir. Şair, sülüs yazısının güzelliğini vurgulamak için “suûd” ve “hübût” kelimelerini farklı anlamlara gelebilecek şekilde kullanıyor.
Bu kelimeler, insanın yükseliş ve düşüşünü de çağrıştırıyor. Sülüste başarılı bir hattatın mevkiinin yükseleceğine îmâda bulunduğu düşünülebilir.
3. Haṭṭ-ı reyḥânî ‘acebdür iy püser
‘Âḳıl iseñ ḳıl aña bir dem nazar
(Ey oğul, reyhânî yazısı da çok güzeldir; akıllı isen bu yazıya bir kez bak.)
Reyhânî hat da estetik olarak çok güzeldir. Reyhânî yazının kalınlığı sülüs gibidir. Bunda gözü kapalı harf yoktur. Kur’ân ve duâ yazımında çok kullanılmış ise de sonraları terk edilip kullanılmaz olmuştur. 16. yüzyıldan itibaren terk edilmiş olduğu bildirilmektedir. İbni Bevvâb tarafından icat edildiği söylenir.
4. Riḳʿadur çünki rüsûmât-ı ṣükûk
Ehl-i ‘ilm iseñ aña eyle sülûk
(Rik’a, resmî yazışmalarda kullanıldığından, ilim ehliysen o yola gir.)
Nesih yazının dişsiz, yuvarlak ve kıvrak bir türüdür. İcâzetler bu hat ile yazıldığı için buna “icâzet hattı” da derler.
Rik’a: Aslı “rıkaa” olan bu yazı, bitişmesi ve süratli yazılması bakımından Latin harflerinin kabulüne kadar resmî yazışmalarda kullanılmıştır. Rik’a, Dîvânî yazıdaki dikey harflerin boylarının kısaltılması, sadeleşmesi, kavis ve meyillerinin azaltılmasıyla meydana gelmiştir.
Rik’a’nın Dîvânî yazıdan sonra ortaya çıktığı söylenmektedir. Bu yazı, mektuplarda da kullanılmıştır. Bu sebeple şair, ilim erbabına bu yazıyı öğrenmeyi tavsiye etmektedir. Bu yazıyı iyi yazan bir kâtibin girdiği memuriyette daha kolay yükselebileceği anlatılmak istenmiştir.
5. Nesḫdür ‘âlemde çün ḫaṭṭ-ı güzîn
Dâyimâ sa’yi aña eyle hemîn
(Nesih, dünyada seçkin bir hat olduğundan daima ona gayret sarf et.)
Sülüsle çok sıkı bağları bulunan bu yazı sülüs yerine ikâme edilmiştir. Nesih kalemi, sülüs kaleminin üçte biri kadardır. Bu sebeple nesih “ba”sı sülüs “ba”sının üçte biri oranındadır. Nesih, kûfînin köşelerinin yuvarlaklaştırılması ile meydana gelmiştir. Kolay yazılması bakımından rağbet gösterilen önemli bir yazı türüdür.
Diğer yazılara oranla yazarken kalemin hareketinde harflerin sür’atle ve muntazam sûrette meydana gelmesine ve bitişmesine elverişli bir durum vardır. Bu yazı daha çok Kur’ân-ı Kerim yazmada kullanılmıştır. Nesih, sülüste kullanılan kalemden ucu çok daha ince (ağzı yaklaşık bir mm. kalınlığında) kalemle yazılır.
Bu yazı çeşidi geliştikten sonra Kur’ân-ı Kerimler Kûfî yerine-bilhassa Türklerde-Nesih hat ile yazılmıştır. Dolayısıyla beyitte, şair tarafından bu yazının iyi öğrenilmesi tavsiye edilmiştir.
6. ‘İzzet isterseñ bu gün itme ġalaṭ
Eyle ser-meşḳi hemân ta’lîḳ ḫaṭ
“Değer (bulmak) istersen bugün yanlış yapma; çalışmanın sermeşkini/çalışmanın ilk işini) ta’lîk hattı yap.)
Bu yazı sülüsle aynı kalınlıktaki kalemle yazılır. 12. yy.da İran’da ortaya çıkan bu yazı biçiminde harflerde düz hat yoktur. Harfler hep kavislidir. Ta’lîk yazının ince biçimine hafî veya ince ta’lîk adı verilir. Bu yazının hat tarihimizdeki en ünlü ismi Yesârî Es’ad Efendi (ö.1766)’dir.
Ta’lîk hattının en güzel örnekleri Türk hattatları tarafından ortaya konmuştur. Ta’lîk yazıda. İran Ta’lîk’i ve Osmanlı Ta’lîki olmak üzere iki üslûp vardır. Anadolu'da hattatlar önceleri İran üslûbunun etkisinde kalmış, fakat daha sonra kendi görüş ve sanat anlayışları ile bu yazıya yeni bir üslûp kazandırmışlardır.
Bunda Yesârî'nin öncülüğü ve oğlu Yesârîzade Mustafa İzzet'in gayretleri etkili olmuştur. Ta’lîk, ince, kavisli, nârin yapısı ve harekesiz yazılışıyla hoş ve şiir gibi görünüşe sahiptir. Osmanlı Ta’lîk hattının hurde (küçük) veya hafî (ince) denilen şekli edebî eserlerde ve dîvânlarda kullanılmış; fetvahânenin de resmî yazısı olmuştur.
Dîvân ve mesnevîler bu yazı ile yazıldığından ta’lîk hattatları, yazılarının güzelliği oranında okuyucuya ulaşma imkânına sahip olurlardı. Bu bakımdan şair, “Değer bulmak, izzet görmek, insanlar tarafından takdir edilmek istersen bu yazıyı öğren.” diyerek konunun sosyal statü ile ilişkisine de vurgu yapmış oluyor.
7. Diler iseñ baḫt ü devlet ola yâr
Ḫaṭṭ-ı dîvânîye eyle saʿyi var
(Baht ve saâdetin sana yar olmasını istiyorsan dîvânî hattına çalışmaya gayret et.)
“Dîvâna mahsus” anlamına gelen bu yazı rivayete göre İstanbul’un fethinden sonra devlet işlerinin yürütülmesi için kurulan Dîvân-ı Humâyûn’dan çıkacak resmi yazışmalar için özel olarak icat edilmiştir. Bu yazı, fermân, berat gibi içeriğini silmeğe ve bozmağa, hatta bir harfini dahi değiştirmeye imkân bırakılmaması gözetilen resmî vesikalarda, hüccetlerde bazı vakfiye ve ilâmlarda görülür. Devletin resmî yazışma yazısıdır.
Yukarıdaki beyitte de bu yazının devletle ilişkisi, bir tevriye zenginliği içinde veriliyor. "Eğer talihin, bahtın sana yar olmasını istiyorsan bu yazıyı çok iyi öğrenmen lâzım.” diyor. Ayrıca devlet işlerinde görev almak istiyorsan bu hattı çok iyi öğren, mânâsına gelecek şekilde kullanılıyor.
8. Kırma dîvânî ‘aceb ḫaṭdür ‘aceb
Oldı maḥżâ ḳullara iḥsân-ı Rab
(Şaşılacak derecede çok güzel bir hat olan kırma dîvânı Allah’ın kullarına tam bir ihsânıdır.)
Dîvânî kırması ilk bakışta dîvânî yazının biraz sadeleşmiş ve ufalmış bir türü gibidir. Ancak dîvânîden daha kolay ve çabuk yazılır. Bu hızlı yazıştan dolayı harfler birbirine bitişir ve okunmasında zorluklar meydana gelir. Yine bu bitişmeden dolayı taklit ve tahrifi zor bir yazıdır. Bu hat ile genel olarak i’lâm, hüccet, vakfiye, berat, ilmühaber vb. belgelerle; arşivin ikinci derecede yazıları yazılmıştır.
Şair, beyitte “aceb” kelimesini yine farklı manalara gelecek biçimlerde kullanmıştır. Aceb kelimesine “güzel ve garip, anlaşılması zor” anlamları yüklenmiştir. Allah’ın kullarına ihsanı olması ise ilginçtir. Zira bu yazının amaçlarından biri, taklit edilememesi ve tahrifinin çok zor olmasıdır.
Yani dileyen bu yazı ile yazılmış bir berat ya da fermâna ilâve yapamaz, bir yerini değiştiremez. Bu sebeple “Allah’ın ihsanı” diyor müellif. Zira tahrifi kolay olsa büyük sahteciliklere ve toplumsal kargaşalara sebebiyet verebilirdi.
9. Ger dilerseñ mâl-ı Kârûn bî-dirîġ
Kırma-i defterde ḳıl saʿy-i belîġ
(Eğer Kârûn gibi hesapsız mal sahibi olmak istersen defter kırmasına çok çalış.)
Defter kırması, muhtemelen muhâsebe defterlerinde kullanılan kırma dîvânîdir. Kârûn, Hz. Mûsâ’nın akrabasından bir zat olup Hz. Mûsâ’nın duâsı bereketiyle zengin olduğu hâlde zekât ve sadaka vermeye yanaşmayıp hasislik ettiğinden serveti ile yere batmıştır. Burada anılması zenginliğinden dolayıdır. Bu yazı, zor olduğundan, iyi bir kırma dîvânî hattatı iyi ve geliri yüksek bir kitâbet mansıbı, makamı elde edebilirdi.
10. Olayum dirsen cihanda çîn-i Cem
Elde ḫaṭṭuñ ola ta’lîḳ-ı ‘Acem
(Dünya’da Cem gibi ünlü olmak istersen Acem ta’lîki hattını elde etmen gerekir.)
Ta’lîk kûfînin ayrıntıları ile Pehlevî yazısından ortaya çıkmış bir hat olup menşei İran’dır. Bunun yazılması zor ve kendine özgü incelikleri ve diğer yazı türlerinde bulunmayan harf özellikleri vardır. Bu hat için, Acemler tarafından bulunup kullanıldığından “Acem ta’lîki” denmiştir. Daha sonra bizde en güzel biçimini alarak dîvân ve mesnevîlerde kullanılmıştır.
Cem, İran’ın efsanevî hükümdarıdır. Şarabın ve içki meclislerinin mûcidi olduğu varsayılır. Şair, “Acem ta’lîkini iyi bilen, şöhrette Cem gibi ünlü olabilir.” demeye getiriyor.
11. Eyleme her naḳşa çoḳluk i’tibâr
Dehr içinde ḫaṭ hemân nesḫ-i ġubâr
(Her süse, çok itibar etme, dünyada hat sadece gûbârî nesihtir.)
Gûbâr, Arapça “toz” demektir. Çok ince ve küçük yazılmış, toz denecek tarzdaki yazıya da bu sebeple “Gûbârî” denmiştir. Nesih kırması biraz daha incelip ufalırsa nesih hurdası, bu da incelip âdetâ toz hâlini alan yazılara dönüşürse nesih gûbârîsi adı verilir. Gûbârî denmesinin sebebi yazının âdetâ ince toz gibi görünmesidir. Klasik şiirimizde sevgilinin ayva tüyleri gûbârî yazıya benzetilir.
12. Ḫaṭṭ-ile dirseñ olasın kâmrân
Sana ta’lîḳ-i ġubârî bes hemân
(Eğer hatla murâdına erip mutlu olmak istersen sana gûbârî ta’lîki kâfdir.)
Şair, son dersi bu beyitte veriyor. Ta’lîkin gûbârî tarzının önemine vurgu yaparak hat meraklısını teşvik ediyor. İncecik, toz görünümlü ta’lîk yazısının zor olduğunu, ancak bunu başarırsa muradına ereceğini ifade ediyor. Osmanlı’da hat sanatına önem verildiğinden başarılı bir hattat bu sanatla geçimini sağlayabilir, hatta refaha kavuşabilirdi.
Hat sanatının inceliklerini şiir formunda anlatan bu manzûme bize has bu enfes sanatın macerâsını kısa bir biçimde dile getirmektedir. Hat sanatı, Latin harflerinin kabulüyle, kısa bir süre görmezden gelinmiş olsa da günümüzde yeniden sanatseverlerin gözdesi hâline gelmiş, yeni hattatların yetişmiş ve birçok yerde hat kurslarının açılarak yeniden rağbet görür olması çok önemlidir.
Hat sanatındaki gelişmeler ve yeni yeni istif tarzlarının denenmesi memnuniyet verici bir gelişme olarak dikkat çekmektedir.
Mahmut KAPLAN
YazarAllah’a yakın olabilmek için iyilik yolunda yürümek, iyiliğe gönül vermek, gerekirse can vermek gerekir. Sahâbe-i kirâm bütün hayatını, malını, canını Allah’ın dinine ve Rasûlullah’ın emri üzere fedâ ...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Adâlet, haklıya hakkını vermek, zâlime engel olup mazlûmu korumaktır. Haksızlığı gidermeye çalışırken yeni mazlumlar üretmemek, ata ot, aslana et vermektir. Adâlet, işi ehline vermek böylece insanlara...
Yazar: Mahmut KAPLAN
Osmanlı padişahları yoğun devlet işlerinden fırsat buldukça, belki de saltanat ve idare işlerinden bunaldıkları zamanlarda şiir limanına sığınmış; nazmın ürpertici dünyasında ağır siyasî sorunlarını b...
Yazar: Mahmut KAPLAN
Bu başlık, bizim yıllar önce yaptığımız bir kitap çalışmasının başlığıdır. Bu çalışmamızda biz kültür dünyamıza damgasına vurmuş dinî motifleri ve bunların başında da Kur’ân izlerini tesbit etmeye çal...
Yazar: Ali AKPINAR