HER HÂLÜKÂRDA ŞÜKRETMENİN ANLAMI ÜZERİNE
"Belaları büyük bir talihsizlik ve eksiklik olarak görmek yerine¸ onları ebedî hayır ve saadetin temînini sağlayan birer fırsat ve imkân olarak görmek gerekir. Bu fırsat ve imkânı değerlendirmek¸ ancak akıllı ve iradeli varlıklar için mümkün olduğuna göre¸ insan başka hiçbir şey için değil¸ yalnızca Allah'ın kendisini değersiz herhangi bir yaratık olarak değil de aklı ve iradesi olan bir varlık olarak yarattığı için O'na şükretmek durumundadır."
İnsana bazen¸ esenlik¸ huzur ve nimet içerisinde yüzen kimselerin şükretmeleri normal görünür de; hastalıklar¸ acılar ve ızdıraplarla boğuşan insanların şükretmeleri anlaşılmaz gelebilir. Bazen insan çok ağır bir imtihan sürecinden geçiyor olabilir; fakirliğin ve yoksulluğun verdiği ıstıraplar yetmiyormuş gibi¸ sağlık vb. daha pek çok problemle baş etmek zorunda kalabilir. Kısacası bazen sıkıntılar o kadar üst üste gelir ki¸ insan her hâlükârda şükretmesi gerektiğini unutuverir. Hatta bu durumda olan bir kısım insanlar¸ bazen hallerine şükretmek bir yana dursun¸ isyan etme durumuna bile gelebilirler. İmtihanın bu en zor aşamasında olan insanların¸ ayaklarının sürçmemesi için doğru bir şükür bilincine sahip olmaları gerekir. Bu bilincin oluşması için ise şükrün anlamının ve gerekçesinin iyi bilinmesine ihtiyaç vardır.
Şükür¸ kelime anlamı olarak "nimeti düşünüp açığa çıkarmaktır". Karşıtı ise küfürdür; o da "nimeti unutup gizlemek" anlamına gelir. Meselâ sahibinin kendisine yaptığı hizmete karşılık semiren hayvan için¸ "dâbbetun şekûr" denir. Şükrün etimolojik olarak "aynun şükrâ/dolu pınar" kavramından geldiği de söylenir. Bu durumda şükür; "nimet verenin hatırıyla dolmak" anlamına gelir. Bu anlamda şükür¸ üç şekilde tezahür eder: Nimeti düşünmekten ibaret olan kalbin şükrü¸ nimet vereni övmekten ibaret olan lisanın şükrü ve nimete hak ettiği karşılığı vermekten ibaret olan diğer organların şükrü.[1] Bu anlamların hepsini birden içeren şükür¸ Kur'an'da pek çok yerde emir ve tavsiye edilir ve onları yerine getirenlere âhiretteki durumlarıyla ilgili büyük müjdeler verilir.[2] Bu bağlamda bizim için dikkate alınması gereken en önemli hususlardan birisi¸ nimet ile şükür arasındaki ilişkidir. Nitekim Bakara Suresi'nin 172. ayetinde¸ nimetle şükür arasındaki ilişkiye ve şükrün tevhid ehli mü'minlerin en önemli kulluk göstergelerinden birisi olduğuna açık bir şekilde vurgu yapılır. Buradan tekrar başa dönecek olursak şöyle bir soru gündeme getirilebilir: Kendisine nimet verilmiş olan bir kulun şükretmesi gerektiği anlaşılabilir bir şeydir; fakat acı ve ızdıraplar içerisinde kıvranan bir kimseden aynı duyarlık ve içtenlikle şükretmesi nasıl beklenebilir?
Aslına bakılırsa¸ insan daima iki durumdan birisiyle karşı karşıyadır. O ya belâ ya da nimet içerisindedir. Belâlar karşısında olgun bir mü'minin alacağı ilk tavır¸ sabretmek ya da en azından kendisini sabra zorlamak olmalıdır. Bundan sonra kişinin takvâ derecesine göre¸ belâya rızâ göstermesi ve onu hoş karşılaması gelir. Nimet içerisinde olan kimse ise her hâlükârda şükretmekle mükelleftir.[3] Peki¸ belâ ve musîbetlerle boğuşmaktan acı ve ızdıraplara gark olmuş bir kimse¸ hangi nimete mazhar olmuştur da şükretmekle mükellef kılınmıştır? Bu sorunun cevabı¸ Allah'ın şu buyruğu içerisinde gizlidir: "Allah'ın nimetini saymaya kalkışsanız¸ onu sayamazsınız."[4] Bu yüzden en ağır belâlarla imtihan edilen bir insan için bile şükretmek için çok ciddi sebepler bulmak mümkündür. Meselâ bu durumda olan bir kimse¸ eğer isyan etmeyip içerisinde bulunduğu şartları sabırla ve hatta mümkün olduğu ölçüde rızâ ve hoşgörüyle karşılayabilirse¸ Allah'ın lütfu¸ keremi ve ihsanıyla bu tutum ve davranışının bir karşılığı olarak ebedî olan âhiret yurdunda hayalinin ötesinde büyük nimetlere mazhar olacaktır. Şu halde¸ bu kimsenin içerisinde bulunduğu şartlar¸ belki geçici olan dünya hayatının dış görünüşü itibariyle çok kötü görülebilir. Ancak her türlü amelin ve davranışın hesabının görülüp karşılığının eksiksiz olarak verileceği âhiret yurdu açısından bakıldığında¸ onları aynıyla birer nimet ve ebedî saadet kapısının açılması için birer fırsat olarak da görmek mümkündür.
Sonuç olarak söylemek gerekirse¸ belâları büyük bir talihsizlik ve eksiklik olarak görmek yerine¸ onları ebedî hayır ve saadetin teminini sağlayan birer fırsat ve imkân olarak görmek gerekir. Bu fırsat ve imkânı değerlendirmek¸ ancak akıllı ve iradeli varlıklar için mümkün olduğuna göre¸ insan başka hiçbir şey için değil¸ yalnızca Allah'ın kendisini değersiz herhangi bir yaratık olarak değil de aklı ve iradesi olan bir varlık olarak yarattığı için O'na şükretmek durumundadır. O halde¸ insanı henüz anılan bir şey olmadığı hiçlik durumundan çıkarıp onu denemek için işiten ve gören olarak yaratan[5] Allah'a her hâlükârda şükretmek¸ gayet açık bir şekilde anlaşılabilir ve kabuledilebilir bir durumdur. İnsanın¸ beden gözüyle gördüğü hakîkatleri¸ akıl ve kalp gözüyle değerlendirerek şükre yönelmekten geri durmasına ya da onu ihmal etmesine¸ âcizliğini ve çaresizliğini mazeret olarak ileri sürmesi de mümkün değildir. Çünkü Allah insana doğru yolu göstermiş[6] ve ona asla güç yetirmeyeceği bir yük yüklememiştir.[7]
[1] Bkz.¸ Râgıb el-İsfehânî¸ Müfredâtü Ğarîbi'l-Kur'ân¸ Tahran 1379 H.¸ 265.
[2] Bkz.¸ 2/Bakara¸ 152; 172; 3/Âl-i İmrân¸ 145; 7/A'râf¸ 16-17; 14/İbrâhîm¸ 7; 34/Sebe'¸ 13. Şükürle ilgili âyet ve hadislerin geniş bir değerlendirmesi için bkz.¸ İmam Gazâlî¸ İhyâu Ulûmi'd-Dîn¸ tercüme: Ahmed Serdaroğlu¸ İstanbul 1975¸ IV¸ 152 vd.
[3] Abdulkâdir Geylânî¸ Fütûhu'l-Gayb¸ çeviren: İlyas Aslan¸ Derya Çakır¸ İstanbul 2007¸ 136.
[4] 16/Nahl¸ 53.
[5] 76/İnsân¸ 1-2.
[6] 6/En'âm¸ 71; 3/Âl-i İmrân¸ 3-4; 17/İsr⸠9.
[7] 2/Bakara¸ 286.
Metin ÖZDEMİR
YazarRamazan ayının kalan yarısını idrak ederken, bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi’ni ve Ramazan’ın bitimiyle de bayramı yaşayacağız inşaallah. Bu mübarek günler, hayırların tavsiye edildiği ve mü’minle...
Yazar: Raziye SAĞLAM
"Kur'ân Allah'ın tanınması/marifetullah konusunda gözleme dayalı bir akıl yürütmeyi esas alır: Ona göre öncelikle Allah'ın âyetlerine ve yaratıklarına bakmamız gerekir."Allah (c....
Yazar: Metin ÖZDEMİR
Şeyh Abdurrahman Erzincanî’nin soyu, Orta Asya’dan gelerek Erzincan’a yerleşmiştir. Evlâd-ı Rasûl’den ve Yıldırım Bâyezîd devri meşayihlerindendir. Zamanının gerekli ilimlerini memleketi olan Erzincan...
Yazar: Resul KESENCELİ
Kanûnî’nin küçük oğlu Selim, 28 Mayıs 1524’te İstanbul’da dünyaya geldi. Annesi Hürrem Sultan, saray içinde sözü geçen, etkili bir kadındı. Saray kadınlarına ve hizmetkârlara, Şehzade Selim’in terbiye...
Yazar: İsmail ÇOLAK