Hakîkat Sırrı
1.Beyit:
İki cihânın zübdesiyim cânibim cânân ile
Ben mekânıyım kânımın kânım bana mekân imiş
(İki cihânın özüyüm, her ânım sevgili ile olmaktır, her yönümde sevgiliye yönelmektir. Kaynağımın mekânıyım kaynağım da bana mekândır. (Sevdiğim ile her an birlikteyim.))
Zübde sözlük anlamıyla bir şeyin en kıymetli parçası, özü, özeti demektir. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi bu beytinde zât-ı şahânesinde insanın iki cihânın zübdesi olduğunu ortaya koyar. İnsanın zübde-i âlem olması ya da iki cihânın zübdesi olması demek Allah’ın onda tecellî etmesi demektir. Zira kâinatın yaratılış sebebi de insandır. Aslında bu beyitte tevhid anlayışı husûle gelmiş birlik ortaya çıkmıştır. Bu sebeple mekânda kaynakta birleşmiştir, birlik hâli zuhûr etmiştir.
Sevgide Zirve
Hazreti Osman (r.a.), her fırsatta, Peygamber Efendimiz’i memnun etmek, O’nun mübârek duâsına mazhar olmak için fırsat kollardı. Bir gün Hz. Osman, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’i evine dâvet etti. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki; “Yalnız beni mi davet ediyorsun?” buyurduktan sonra Peygamber Efendimiz, Bilal-i Habeşî Hazretleri’ni, bütün ashâbına haber vermesi için gönderdi.
Kendisi de Hazreti Ali ile Hazreti Osman’ın evine doğru yürümeye başladı. Hazreti Osman arkadan, Peygamber Efendimiz’in adımlarını sayıyordu. Rasûlullah (s.a.v.) bunu fark edip, sebebini sorduğunda, şu cevabı verdi: “Ya Rasûlallah! Her adımınıza bir köle azat edeceğim.” dedi ve davetten sonra da, saydığı adımlar kadar köle azat etti.
2.Beyit:
Ayrı bilenler ayrıdır uşşâkını mâ’şûkîden
Ben cânıyım cânânımın cânânım bana cân imiş
(Âşıkları sevgililerinden ayrı bilenler onları ayırıyor. Gerçek ayrı olanlar onları ayırmaya çalışanlardır. (Oysa) ben sevgilimin canıyım sevgilim de benim canımdır.)
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi bu beytinde âşıkları sevgilisinden ayıranın onları ayrı olarak düşünenler olduğunu ifâde etmektedir. Aslında gerçek ayrı olanlar Onları ayırmaya çalışanlardır. 20. yüzyılda zamanın kutbu olan bu büyük Velî’nin burada serzenişte bulunduğu tip hiç şüphesiz ham, kaba sofu kimselerdir. Yani maneviyatın inceliğinden anlamayan aşk kavramından yoksun kimselerdir.
Hakîkî sevgili âşığının her şeyidir, o olmadan bir şey olmaz. Âşık sevgilisine aşkını itiraf etmek istediğinde dahî onu yalnız bulamaz onu yalnız bulsa kendisini asla bulamaz. Çünkü âşık ile mâşuk bir gönülde yekvücût olmuştur. Âşık sevgilisine duyduğu aşkı sayesinde vardır.
Aşk, gizli bir hazine olup bilinmek isteyiş sırrıdır. Âşık ya da mâşuktan biri olmasaydı diğeri de olmazdı. Zira mâşuk-ı ekber olan Allah âşıklarını yani kullarını yaratmasaydı aşk olmazdı. Âşıkları olmayınca mâşuk da bilinemezdi. Allahu Zülcelâl bilinmek istediği için varlığı yarattı.
Bilindi ve tüm âşıkların gönüllerini yakan bir mâşuk oldu. O yüzden maşuk âşığına can âşıksa mâşuğa can oldu. Her şey ama her şey sevgilide birleşti, yekvücût oldu. O (sevgili) olmadan hiçbir şeyin anlam kazanamayacağı âşikâr oldu.
Sevgili ile Olmak
Hazret-i Ömer hilâfet makamına geçtikten sonra, kızı Hazret-i Hafsa, muhterem babasını görmeye geldi. Mübarek yüzlerini gördüğünde, üzerinde olan hırkanın on iki yerde yaması vardı. Hafsa Validemiz, babasını bu hırka ile görünce hâtır-ı şerifleri mahzûn olup, dedi ki, ey gözüm nuru babacığım. Bu hırkayı bir fakire verip, kendi arkanıza bir yeni hırka yapsanız, olmaz mı?
Hazret-i Ömer buyurdu ki, “Kızım, sen Fahr-i Âlem Hazretleri’ne bizden yakın idin. Bilmez misin ki, Server-i Âlem bu alçak dünyadan ne mertebe sakınmıştır. Dünyayı hor ve zelîl edip, emri altına almıştır. Âhirete teşrif edeceği zaman, bana vasiyet edip, ‘Ya Ömer, kıyamet gününde, benimle ve Ebu Bekir’le buluşmak istersen, yolumuzdan ayrılma.’ diye buyurmadı mı? Sevgili ile olmak, aşk sırrına ermek için tüm vardan ve varlıktan geçmek gerekir. Gösteriş ve şatafattan uzaklaşmak gerekir ki ancak sevgili ile birlikte olunabilsin.”
3.Beyti:
Ben bir dürr-i sencîdeyim kânımdır ummân içinde
Ben kânıyım ummânımın ummânım bana kân imiş
(Tasavvuf ehli ledün ilmini bilenler için) çok değerli bir inciyim kaynağım deryânın içindedir (Değerimi anlamak için deryada bulunmak gerekir). Ben deryânın kaynağıyım deryâda benim kaynağımdır.)
Dîvân edebiyatında inci çok çeşitli terkipler içerisinde kullanılmıştır. Teşbih olarak ifâde edilmiş, aktarılmıştır. Osman Hulûsi Efendi Dîvân edebiyatında pek de alışık olmadığımız bir terkiple dürr-i sencîde kavramını kullanmıştır. Sencîde kelimesi sözlükde ölçülü, tartılı, değerli, tam yerinde söylenmiş söz manasındadır.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi burada kendisini çok kıymetli bir inciye benzetmiş, kaynağının deryâ olduğunu, aynı zamanda kendisinin de deryâya kaynak olduğunu vurgulamıştır. İkinci mısrada “Ben kânıyım ummânımın ummânım bana kân imiş” diyerek deryânın varlığının kaynağı, kendisinin de deryânın kaynağı olduğunu belirtmiştir ki bu yine Yaratan ile yaratılan arasındaki o birbirini bütünleyen bağlılığa, birliğe işarettir.
Aynı zamanda ummânın/okyanusun kaynağı olması, zamanın Kutbu’l-Âzâmı olduğunun delilidir. Bu durumu ise yapmış olduğu tüm hizmetler, yazmış olduğu telif eserler ve halefi olarak yetiştirmiş olduğu mümtaz insanda (Hamid Hamideddin Ateş Efendi Hazretleri) görmek mümkündür.
4.Beyit:
Ya’kûb-veş âh eylerim Yûsuf benimle yâr iken
Ben dürrüyüm Ken’ân’ımın Ken’ân benimle kân imiş
(Yusuf benimle dost iken ben Yakup gibi ah ediyorum. Ben Ken’ân ilinin incisiyim ve bu ilin kaynağıyım.)
Cenab-ı Hak kendi güzelliğinin yansımasını güzeller ile sevdikleri nezdinde yaratmıştır. Böylece kendi güzelliğini sevdikleri üzerinde görmüş ve sevdikleri ile bir olmuştur.
Böylece seven ve sevileni birbirinden ayrı tutmamıştır. Osman Hulûsi Efendi’nin buyurduğu gibi Yusuf ile beraberken Yakup gibi ah etmesi “Hakîkat” makamıyla ilgilidir. Bizlere hakîkat ehli olduğunu ve bu sırra vakıf olduğunu göstermektedir. İkinci mısrada Hazret kendisini Ken'an'ın incisi ve kaynağı olarak betimlemiştir. Hem çile çektiğini bu çileden sevdiği için razı olduğunu ifâde ederken hem de Yusuf’a yâr olmak ifâdesiyle sevdiğine kavuştuğunu ve birlikte olduğunu ifâde etmektedir.
Hulûsi Efendi Hazretleri burada rücû sanatına başvurmuştur. İlk mısrada kendisinin Yusuf ile yar olduğunu söylemesine rağmen bu mısrada kendisinin bizzat Ken'an'ın incisi yani Hz. Yusuf olduğunu söylemiştir. Böylelikle ilk mısrada belirttiği ifâdesini güçlendirmiştir. Burada sevenlerin sevdikleri ile her an birlikte olduğu çok güçlü bir şekilde ifâde edilmiştir.
5.Beyit:
Hızr ile buldum hayâtı ben sırr ile erdim ana
Ben âb-ı hayât aynıyım aynım bana ayân imiş
(Hayatı Hızır ile buldum ve sır ile ona erdim. Kendim âb-ı hayâtın kaynağıyım, kaynağım da bana ayândır (görünüp, bilinmektedir ancak sır olduğu için gizli kalmıştır.))
Bu beyit Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin Hızır ile olan bağlantısını anlatır, efsanede Hızır ile yolculuğa çıkan İskender'in yerine bu beyitte kendisini koymaktadır. Beyite göre Hulûsi Efendi, Hızır ile yolculuğa çıkmış ve bu yolculuk sonunda âb-ı hayatı bulmuştur. Hayat kelimesiyle ölümsüzlüğe kavuşmayı ifâde etmektedir.
Efsaneye göre Hızır diriliği ölümsüzlük suyu yani âb-ı hayat ile elde etmiştir. Ancak Hulûsi Efendi'nin beyitininde efsaneden farklı bir durum söz konusudur. Efsanede Hızır ile yolculuğa çıkan İskender âb-ı hayata ulaşamazken burada Osman Hulûsi Efendi’nin kendisinin âb-ı hayata ulaştığını ifâde etmektedir.
Ayrıca mısranın devamında yer alan “Ben sır ile erdim ana” ifâdesiyle Osman Hulûsi Efendi’nin sonsuzluk ülkesine yapılan yolculuğu sır olarak kalmıştır. Bu mânâ ikliminde İskender'e nispet edercesine kendisinin âb-ı hayatı bulduğunu, ona sırlarla ulaştığını ifâde etmektedir.
Bu sır ve gizliliğin yanında çok üst düzey bir ifâde ile kendi varlığının âb-ı hayata kaynak olduğunu vurgulamaktadır. Ancak bu sır ise kendisine ait olduğunu çok güzel edebî bir üslup ile ifâde etmiştir. Osman Hulûsi Efendi “Aynım bana ayân imiş” diyerek kaynağının aslında kendisine göründüğünü belirtmektedir.
Bu ifâdelerde bir mükemmellik, olağanüstülük görülür ki başka yazarların beyitlerinde görebilmek mümkün değildir. Çünkü tüm bunlar mânâ ikliminde yaşanan hâllerdir. Bizler ise ancak lügat mânâsı ile izaha çalışıyoruz, gerçekte ise izahı mümkün değildir. Hakîkat ancak mânâ âleminde bir sır olarak saklanmaktadır.
6.Beyit:
Şol vahdete yol bulmuşum âhir o yol ben olmuşum
Îkânı tahkîk görmüşüm tahkîk bana îkân imiş
(Birliğe, vahdete yol bulmuşum. En sonunda o yol ben olmuşum. Gerçekleri sağlam bir biçimde görmüşüm. Hakikatlere vasıl olmuşum.)
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi vahdete yani Allah'a ulaşmada hakîkî yolu bulduğunu, Gerçekte ise bulduğu doğru yolun kendisi olduğunu dile getirmektedir. Vahdete kavuşma yolunda takip edilecek yolun, takip edilecek izin kendisi olduğunu güzel bir üslup ile izah etmiştir.
Aslında burada bağlı olduğu yolun sırât-ı müstakîm üzere olduğunu ifâde ederken pîrânın göstermiş olduğu yolda mânevî dereceler kat ederek sonunda kendisinin zamanın sahibi olduğu görülmekte ve kendisine bağlı olanların Allah’a erişme sırrına kavuşmak için kendi yolunu takip etmesi gerektiği ifâde edilmektedir.
İkan sözlük anlamıyla sağlam biliş, bilme demektir. Tasavvufî mânâda îkân yakîn hâlinin başlamasıdır. Hulûsi Efendi “Îkânı tahkîk görmüşüm tahkîk bana îkân imiş” mısraında îkân basamağında olduğunu ifâde eder. İkân basamağında kişi iman ettiği şeyi görür hale gelir. O yüzden bu basamak Ayne’l-Yakin olarak değerlendirilir. Bu ise zamanın Kutbu’l-Âzâmı olduğunun isbatıdır.
8.Beyit:
Hulûsi’yi bî-çâreyim her derdlere men çâreyim
Ben seyrimin hayrânıyım seyrim bana hayrân imiş
(Çaresiz Hulûsi’yim. Tüm dertlerin de çaresiyim. Ben seyrime hayranım seyrim de bana hayrandır.)
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi gazelinin son beytinde kendisini çaresiz Hulûsi olarak vasıflandırıp her derde de dermanın yine kendisi olduğunu vurgulamaktadır. Bir kimse Cenab-ı Allah’ın huzurunda âcizliğini fark ettiği oranda mânevî irtifâ kazanır. Cenab-ı Allah’ın izniyle beraberinde mânevî dertlere derman olabilme hâlini getirir.
İkinci mısrada Osman Hulûsi Efendi’nin kendisinin kendi seyrine hayran olduğunu aynı zamanda seyrinin de kendisine hayran olduğunu vurgular. Hayran kavramı hayret kökünden gelmektedir. Bir kimse ancak karşısında hayrete düştüğüne hayran olabilir.
Böylelikle Hazret kendi seyrinin karşısında hayrete düştüğünü ifâde etmektedir. Beri taraftan o seyir de seyredenin zâtına hayrandır. Çünkü o zât ilâhî tecelligâhtır. Hayret/hayranlık, hakîkat ehli olduğunun göstergesidir tüm bunlar ise hakîkatin sırrını tamamlamaktadır.
Resul KESENCELİ
YazarBilge Bir Hükümdârın Gönül Dünyası: Kadı Burhâneddîn Dîvân’ında Gönül Gemisinin Seyri‘Işkı denizine ben biliş idüm ezeldeÂşinâyam nola eşkümde eger yüzer isem[1]Kadı Burhâneddîn, XIV. yüzyılı ilmî, ed...
Yazar: Fatih ÇINAR
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Kudüs, Gazze ve Nablus sancakları olarak ayrılmış, huzur içerisinde yönetilmiş; ancak Yahudilerin Kudüs'e duyduğu özlem hiçbir zaman azalmamıştır. 1896'dan sonra ...
Yazar: Kemal DEMİR
Bağdat OkuluDünyanın matematik düşünce hayatını değiştirerek bilim tarihine ismini yazdırmış, kuramlarının kullanımı günümüz bilimi içinde de gelişerek süren çok az çalışma sahibi vardır. Bunlardan bi...
Yazar: Resul KESENCELİ
İstanbul’da bir sohbette Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri askerlik hatıralarını anlatırken şöyle buyurur: “Diyarbakır’da askerdik. Bir pazar günü arkadaşlarla beraber Dicle Nehrinin kenarınd...
Yazar: Resul KESENCELİ