Gönül Fethi Coğrafyanın Fethinden Öncedir
Fetih, “açma-açış” anlamına gelir. Fâtih, “açıcı” demektir. Hayat kitabımız Kur’ân, Fâtiha Sûresi’yle başlar. Çünkü Kur’ân, o sûreyle başlar, açılış o sûreyle yapılır. Fâtiha Sûresi, Ümmü’l-Kitab/Kitabın Anası-esası’dır. Zira Kur’ân, bir anlamda o sûrede özetlenir. Sûre, hem Kur’ân’ın özü-özeti hem de açılış sûresidir.
Bir bütün olarak ilk inen sûre de Fâtiha Sûresi’dir. Namazın her rek’atında Fâtiha okunur, günlük hayatta da Müslümanlar en fazla bu sûreyi okurlar. Onların Rablerine ellerine açtıklarında ilk okudukları duâ, bu mübârek sûredir. Şâfiî mezhebine göre cenâze namazında da bu sûre okunur. Mü’minler, öldükten sonra da arkalarından okunacak Fâtihaları beklerler. Buna göre Kur’ân, Fâtiha ile başladığı gibi, hayat Fâtiha ile devam eder, bu dünyadan göçüp gittikten sonra da Fâtihalar okunur ve okunması beklenir.
Kur’ân’ın bir başka sûresinin de adı Fetih Sûresi’dir, bu sûre “Şüphesiz Biz sana açık/ büyük bir fetih verdik.” âyetiyle başlar. Âyette, Hudeybiyye Barış Anlaşması açık ve büyük fetih olarak isimlendirilmiştir. Çünkü Kur’ân’ın asıl hedefi gönüllerin fethidir. Müşriklerle barış anlaşmasının imzalanmasıyla insanlar sâlim kafayla İslâm’ı inceleme ve öğrenme imkânı bulmuşlar ve kısa zamanda kitleler hâlinde Müslüman olmuşlardır.
Âyetin bu anlaşmadan iki sene sonra fethedilen Mekke fethine, Hayber’in fethine ve sonraki fetihlere işaret ettiği de söylenmiştir. Bu âyet tarih boyunca Müslümanların sancaklarını süslemiş, sancaklara bu âyet yazılır olmuş, askerimiz bu âyetten aldıkları ilhamlarla fetihten fethe koşmuş, mehterimiz bu âyetle askeri coşturan marşları söylemiştir. Fâtiha Sûresi gönüllerin fethine mü’mini hazırlarken, Fetih Sûresi de hem gönüllerin hem beldelerin fethine hazırlar.
Zafer anlamına gelen ve sûre olarak en son inen sûre olan Nasr Sûresi’nde de, “Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde…” buyrularak fetihten bahsedilir. Fâtiha Sûresi’nde, fetih kavramı açıkça geçmez, Fetih ve Nasr Sûresin’de ise fetih kavramı açık olarak geçer. Zira Fâtiha Sûresi’nde tevhîdin temel ilkeleriyle mânevî fethin temelleri atılır, diğer iki sûrede ise beldelerin fethinden, yani maddî fetihten bahsedilir.
Mânevî fetih ise gözle görülmez, onun için Fâtiha ismi sûrede açıktan geçmez. Ama kâmil anlamda fetih için gönüllerin fethi/mânevî fetih de önemlidir, beldelerin fethi/maddî fetih de gereklidir. Çünkü imanlı gönüllerin, yüreklerinde taht kuran imanın gereği Müslümanca bir hayatın yaşanabilmesi için fethedilmiş beldelere/vatan ihtiyaç vardı. Onun için Yüce Rabb’imiz âyetlerinde, “Benim arzım geniş, Ben arzımı sâlih kullarıma miras bıraktım.” buyurmuş ve insanı da yeryüzünün halîfesi kılmıştır.
“Ben yeryüzünde bir halîfe var edeceğim…”[1]
“Ey inanmış kullarım! Benim yarattığım yeryüzü geniştir. O halde güven içinde olacağınız yere gidip yalnız Bana kulluk ediniz.”[2]
“Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının; bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah’ın yarattığı yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, ecirleri sonsuz olarak ödenecektir.”[3]
“And olsun ki, Tevrat’tan sonra Zebur’da da yeryüzüne ancak iyi kullarımın mirasçı olduğunu yazmıştık.”[4]
Mânevî fetih, maddî fethin temelidir. Onun için Mekke’nin fethi yirmi bir senelik bir çalışmanın sonucunda gerçekleşmiştir. Yüce Allah isteseydi, İslâm’ın ilk yıllarından itibaren Mekke’nin fethini müyesser kılardı. Ama öyle olmadı. Fethin hak edilmesini istedi. Onun için Peygamberimiz, sıfırdan başlayarak on üç yıl Mekke’de davet mücâdelesine hiç ara vermeden azim ve kararlılıkla devam etti.
Ardından hicret gerçekleşti, bu sefer sekiz yıl Medine’de gönüllerin fethine yönelik mücâdele devam etti ve nihâyet Mekke fethi müyesser oldu. Yirmi üç yılın sonunda vefât ettiğinde Müslümanların sayısı yüzbinlerle ifade edilir oldu, İslâm devletinin sınırları/vatan toprağı iki milyon kilometrekareye ulaştı. Demek ki önce gönüllerin fethi için çalışılmalı, gönüllerin fethi gerçekleştiğinde beldelerin fethi gelecektir. Yürek Fâtihleri oldukça, mânevî fetihlerle beraber maddî fetihler de müyesser olacaktır.
İslâm coğrafyasına ve tarihine baktığımızda gönüllerin fethinden sonra ya da gönüllerin fethiyle birlikte fethi gerçekleştirilen coğrafyalarda, İslâm düşmanlarının bütün engellemelerine rağmen Müslümanlar yaşamaya devam etmişlerdir. Ancak maddî fetihlere ağırlık verilen coğrafyaların bir kısmında Müslümanlar yok denecek duruma düşmüşlerdir. Onun için gönüllerin fethi demek olan mânevî fetih önceliklidir ve önemlidir.
Maddî ve Mânevî Fetihlerle Fetih Gününe Hazırlanmalı
Ne var ki aceleciliği ile bilinen insan, mânevî fetihleri gerçekleştirmeden maddî fetihlere erişmek ister. Evet, mânevî fetihler kolay değildir; azim ve kararlılıkla, sabır ve sebatla mücâdele gerekir. Kur’ân’ın aydınlığında, Kur’ân ile cihadı kesintisiz sürdürmek gerekir. Şimdi cihad ile ilgili yüzlerce âyetten birkaçını okuyalım:
“İnananlar, ancak Allah’a ve peygamberine inanmış, sonra şüpheye düşmemiş; Allah uğrunda mallarıyla, canlarıyla cihat etmiş olanlardır. İşte onlar doğru olanlardır.”[5]
“Ey İnananlar! Allah’tan sakının, O’na ulaşmaya yol arayın, yolunda cihat edin ki kurtulasınız.”[6]
“Allah uğrunda hakkıyla/gereği gibi cihat edin.”[7]
“Hak uğrunda cihat eden, ancak kendisi için cihat etmiş olur. Doğrusu Allah, âlemlerden müstağnîdir.”[8]
“Ama Bizim uğrumuzda cihat edenleri elbette yollarımıza eriştireceğiz. Allah şüphesiz, iyi davrananlarla beraberdir.”[9]
“Yoksa içinizden Allah cihat edenleri ve sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mı sanıyordunuz?”[10]
“Sen, inkârcılara uyma, onlara karşı Kur’ân ile olanca gücünle savaş.”[11]
Âyetlerde öne çıkan hususları şöylece özetleyebiliriz:
Cihad, Allah yolunda olmaktan alıkoyan nefis başta olmak üzere bütün düşmanlarla dille, malla, canla mücâdele etmenin adıdır. Allah için savaş da cihadın bir aşamasıdır.
Yalnızca Allah yolunda, O’nun rızâsını kazanma uğruna cihad, mü’min olmanın temel şartlarından biridir.
Cihad, Allah için can ve malla yapılan bütün fedakârlıkların adıdır.
Dünya ve âhirette kurtuluşa ermek için, dünyada izzete âhirette cennete ermek için cihad kaçınılmazdır.
Cihadın hakkının verilebilmesi için, yapılan eylemin Allah için olması ve yapılabilecek bütün gayret ve çabanın ortaya konulması gerekir.
Cihad, mü’minin kendine yatırımıdır, cihad eden kendi izzet ve cennetini hak etmiş olur.
Cihad, dosdoğru yolda kalmanın yoludur. Allah’ın doğru yolunda olanların yürüyüşüdür.
Cihad, dünyaya geliş amacımız olan imtihanın gereğidir. Her sorumlu insanın tâbi tutulduğu kutlu sınavın en zorlu sorusu cihaddır.
Önce mal ile cihad gerekir, ardından canla cihad gelir. Malından fedakârlık yapamayanların canlarından geçmesi zordur.
Kur’ân’ın en büyük cihadı, Kur’ân ile yapılan cihaddır. Onun için mü’minler Kur’ân’ın rehberliğinde ve onun evrensel mesajlarının aydınlığında bu kutlu yürüyüşlerini sürdürmelidirler. Zira Peygamberimiz (s.a.v.)’in ifadesiyle, cihad, kıyâmete katar devam edecektir.[12] İşte rahmet ve savaş Peygamberi (s.a.v.)’nin konuyla ilgili hadislerinden bir kısmı:
“Mücâhid nefsiyle cihad edendir.”[13]
“Mü’min kılıcı ve diliyle cihad eder.”[14]
“Müşriklere karşı mallarınız, nefisleriniz ve dillerinizle cihad edin.”[15]
“Cihadın en fazîletlisi zâlim sultanın yanında hakkı söylemektir.”[16]
“Kim onlarla eliyle cihad ederse o mü’mindir, kim onlarla diliyle cihad ederse o mü’mindir, kim onlarla kalbiyle cihad ederse o mü’mindir.”[17]
Öyleyse fetihlerin anası olan Mekke Fethinden alacağımız ilhamla, büyük fâtih Hz. Peygamber (s.a.v.)’in önderliğinde fetih ordularının bir neferi olmaya gayret edelim. Elimizden ne geliyorsa, Allah için ve Allah yolunda harcamasını bilelim ve kendimizi fetih/hüküm gününe hazırlayalım.
“Hükmün verileceği gün/Yevmü’l-Fetih inkârcılara ne inanmaları fayda verir ve ne de ertelenirler.”[18]
“Birine ölüm gelip de; ‘Rabb’im! Beni yakın bir süreye kadar ertelesen de, sadaka versem, iyilerden olsam.’ diyeceği zaman gelmezden önce, size verdiğimiz rızıklardan sarfedin. Bir canın eceli gelip çatınca, Allah onu asla geri bırakmaz; Allah, işlediklerinizden haberdardır.”[19]
[1] 2/Bakara, 30.
[2] 29/Ankebût, 56.
[3] 39/Zümer, 10.
[4] 21/Enbiyâ, 105.
[5] 49/Hucurât, 15.
[6] 5/Mâide, 35.
[7] 22/Hacc, 78.
[8] 29/Ankebût, 6.
[9] 29/Ankebût, 69.
[10] 3/Âl-i İmrân, 142.
[11] 25/Furkân, 52.
[12] Mecmau’z-Zevâid, I, 106.
[13] Tirmizî, Feżâʾilü’l-cihâd, 2.
[14] Müsned, III, 456.
[15] Müsned, III, 124; Ebû Dâvûd, Cihâd, 17.
[16] Ebû Dâvûd, Melâḥim, 17; Tirmizî, Fiten, 13.
[17] Müslim, İmân, 80.
[18] 32/Secde, 29.
[19] 63/Münafikûn, 10-11.
Ali AKPINAR
Yazarİnsanoğlunun da her yaşayan canlı gibi bir ömrü var. Aslında dünyanın içinde bulunan her şeyin; canlı cansız tüm varlığın bir ömrü var. Kitaplarımız zaman içinde sararıyor, elbiselerimiz zaman içinde ...
Yazar: Erol AFŞİN
Dedemin ninemin irfan bahçesiToprağı sevmeyi öğretti bize.Erenlerin yurdu cennet vatanıBayrağı sevmeyi öğretti bize.Asırlık çınarı, öğüdü bildikMemlekete âşık yiğidi bildikBaşımızın tâcı şehidi bildik...
Şâir: Ahmet Sami BENLİ
HAPİSHÂNELERDE ESERLER YAZAN BİR ÂLİM: Âlimlerin Güneşi İmam SerahsîOnun unvanı, Şemsüleimme yani Âlimlerin Güneşi’dir. Bugün Türkmenistan-İran sınırında bir kasaba olan Serahs’ta doğmuştur. Vefât tar...
Yazar: Ali AKPINAR
Fetih; topraklar kazanmak, coğrafî hinterlandı genişletmek, güç ve emperyalist emellerle yayılmak değil, kafaları, kalpleri ve müesseseleri açarak toprakların dirilişini sağlamaktır. Fetih; gönülleri ...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE