DÜNYANIN ORTA YERİ
Arzın kalbi Kâbe'dir¸ gözü İstanbul.
Yeryüzünün kanı¸ Kâbe'yle arınır¸ ciğeri Anadolu ile soluk alır.
Arzın kalbi Kâbe'dir¸ gözü İstanbul.
Yeryüzünün kanı¸ Kâbe'yle arınır¸ ciğeri Anadolu ile soluk alır.
Anadolu¸ dünyanın merkezidir. İlahi merkez¸ Mekke ve İstanbul'dur.
Anadolu'nun İslâmlaşması¸ hem tarihin bir dönüm noktasıdır¸ hem de kader-i ilahinin bir remzidir.
İlahi hakikat¸ Mekke'de¸ Efendimiz'in kalbine indikten sonra¸ arzın çeşitli yerlerine adım adım ulaşmış¸ yayılmıştır.
Üzerinde yaşadığımız bu kutlu coğrafyanın her karışında bir sahabi izi buluruz.
Efendimiz'in seçkin dostları¸ O'nun kutlu neslinden gelen bilgeler ve âlimler¸ Türkiye'nin Asya kıtasında bulunan bu toprakları¸ İlahi Hakikat'in feyziyle yıkamış¸ temizlemiş¸ o nuranî gülşenin Muhammedî gülleriyle şereflendirmişlerdir.
'Türkmen' kelimesinin¸ 'Müslüman-Türk' anlamında Anadolu'daki ilk kullanımı¸ Türklerin ve onların göç ettiği bu toprakların İslâmlaşmasından sonra gerçekleştiğini başta Fuad Köprülü olmak üzere birçok araştırmacı bildirmektedir.
Sahabilerin Anadolu'nun çeşitli yerlerine gelerek Kur’an'ın İlahi bildirisini ulaştırmaları¸ bu toprakların aziz bir hatırası olmak dışında¸ tarihi açıdan da son derece önemli bir sürecin başlangıcı olmuştur. Anadolu'nun birçok şehri¸ sonradan Hz. Ömer'in hilafeti döneminde Müslümanlıkla tanışır.
İslâm uygarlığının özellikle Selçuklular döneminde ulaştığı derinlik ve zenginlik¸ Anadolu'nun irfanî ve estetik birikiminin doruğa çıkmasını sağlar.
Mağrib'den Anadolu'ya akan irfan ırmağı¸ sadece İbn Arabi'yle sınırlı değildir. Efendimiz'in kutlu soyundan gelen Ebu'l-Hasan Harakani hazretleri gibi pek çok bilge¸ Anadolu topraklarına irfanı taşır. Yusuf Hemedani gibi bir çok halifesi olan Harakani hazretleri'nin irfan geleneğinden gelen Ahmed Yesevi ve Somuncu Baba gibi nice bilge¸ Anadolu ve Balkan topraklarına gelerek buraları kâmil insanla tanıştırmışlardır.
Anadolu kelimesinin etimolojisinde¸ 'güneş' karşılar bizi.
Doğu Roma İmparatoru Konstantinos VII Porphyrogenetoş Asya topraklarını ondört idari bölgeye ayırdığında¸ bugünkü Batı Anadolu kısmı Bizans İmparatorluğuna nazaran doğuda kaldığı için buraya¸ Themata Anatolika adı verilmiştir. Anatole¸ Yunancada¸ güneşin doğduğu yer anlamına gelir. Bu ad¸ Batı dillerine¸ çeşitli dönemlerde Anatolie¸ Anatolien¸ Anatolia biçiminde geçmiştir. Anadolu kelimesi¸ İbn Hordazbeh'te 'el-Natolus'¸ İdrisi'de ise¸ 'Natos' şeklinde kullanılmıştır. Zaman içerisinde¸ Türkler arasında¸ Anadolu biçiminde yer etmiştir. Bu tezin dışında¸ Anadolu kelimesinin kökenine ilişkin çeşitli tezler olmakla birlikte¸ tümünde¸ aslında¸ 'güneşin doğuşu'na ilişkin bir ima bulmak mümkündür.
Işık¸ Doğu'dan yükselir¸ der bir Yunan atalarsözü.
Sonradan Selçuklu ve özellikle Osmanlı dönemlerinde¸ Anadolu coğrafyası¸ sadece 'güneşin doğduğu yer' değil¸ üzerinde güneşin hiç batmadığı yer haline dönüşür.
Güneş¸ İlahi Hakikat'in ve Zat'ın sembolüdür.
Şems-i Hakikat¸ Şems-i Ezeli gibi terkiplere irfanî metinlerde çok rastlarız.
Bu anlamda Anadolu coğrafyası¸ İlahi Hakikat'in doğduğu ve hükümferma olduğu yer anlamında düşünülmelidir.
Selçuklular¸ Doğu Roma imparatorluğunun Asya toprakları üzerine yerleşince¸ öncekilerin kullanmış olduklarından farklı idari bölümler uygulamışlardır. Bununla birlikte Anadolu adı hiç unutulmamış ve terkedilmemiş¸ coğrafi bir kavram¸ bir ülke adı olarak kalmıştır. Ondördüncü yüzyılın ilk yarısında Seyyah İbn Batuta¸ Anadolu isminin¸ Küçük Asya yarımadasının ortabatı bölümü için kullanıldığını belirtir. Osmanlı yönetimi¸ Kanuni döneminde eyalet örgütünü kurarken¸ ülkeyi¸ Rumeli ve Anadolu olmak üzere ikiye ayırmış ve yarımadanın bütün batı yarısı¸ kadim Themata Anatolika'ya göre¸ çok daha geniş bir yer kaplayan Anadolu eyaletine alınmıştır. Onyedinci yüzyılın sonunda ondört livaya (sancak) ayrılan ve başında beylerbeyi bulunan eyaletin merkezi¸ ilkin Ankara sonradan Kütahya olmuştur. Ondokuzuncu yüzyılın başında bu büyük idari bölüm¸ birkaç eyalete bölünmüş ve 1864'te sancaklar kaldırılarak vilayetler kurulmuştur. Böylece¸ Anadolu kelimesi¸ idari bir anlam taşımaktan çıkmış¸ coğrafi bir mana kazanmıştır. Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında¸ Anadolu kelimesi¸ bugünkü kullanım biçimine kavuşmuştur.
Biz¸ bugün Anadolu derken¸ Müslüman Türklerin yaşadığı¸ etnisite kökü ne olursa olsun¸ İslâm irfanında ortak bir yaşamı kabullenmiş bir topluluğun vatanını kastediyoruz.
Anadolu'nun İslâmlaşma süreci¸ bir anda olup bitmemiş¸ uzun bir zaman süreci içerisinde gerçekleşmiştir.
Özellikle Anadolu topraklarına bilgelerin gelişiyle birlikte¸ her sancakta hatta her köyde bir dergâhın¸ bir medresenin¸ bir hankah ve zaviyenin açıldığı ve İslâm irfanının bu topraklarda bir mayalanma¸ bir manevi dönüşüm gerçekleştirdiği görülüyor.
Bu manevi hikâyenin bugün de her şeye rağmen sürdüğü söylenmelidir.
Anadolu'nun hikâyesi¸ bir bakıma bilgelerin hikâyesidir.
Kamil insan¸ iklim ve yurttur.
Bizatihi kendisi¸ hem yaşadığı coğrafyayı temsil eder¸ hem de¸ yeryüzündeki varlıklar¸ kâmil insanın parçalarıdır.
Anadolu'nun öyküsü de¸ kâmil insanın öyküsüdür.
Bir kâmil insan olarak Hz. Ömer'in döneminde¸ İslâm orduları düzenli biçimde Anadolu'ya seferler düzenlemişlerdir.
Darende Tarihi'nden öğrendiğimize göre¸ 'bu devirde¸ İslâm ordusu¸ Suriye ve el-Cezire bölgelerinin geri kalan kısımlarını ve Anadolu'nun güneydoğusunu fethederek Toros dağlarına kadar dayanmıştı.'
Bugün Anadolu'nun manevi çekim merkezlerinden biri olan Darende gibi birçok Anadolu yerleşim yerinin fethi¸ bu dönemlerden itibaren gerçekleşmiştir.
Fetih¸ açılma demektir.
İftitah tekbiri¸ namazın sırlarına açılmayı ima eder.
Fatih¸ açandır. Allah'ın esma-yı şerifelerinden biri de Fettah'tır.
Fetihten kasıt¸ sırların ve kalplerin açılmasıdır.
Bir toprak ancak onu çiğneyenlerin kalbinin açılmasıyla fethedilir.
Bilgeler¸ hep bir fetih arzusuyla yanıp tutuşurlar.
Asıl fatihler onlardır.
Anadolu'nun büyük fatihlerinden biri de¸ Somuncu Baba'dır.
Şeyh Hamid-i Veli¸ güneşin doğduğu yer olan Anadolu'nun aziz topraklarına gönderilen kamil velilerdendir.
Efendimiz'in kutlu soyundan gelen Somuncu Baba'nın Anadolu'nun farklı yerlerinde yaktığı ateş¸ hâlâ yanmaktadır.
Yine O'nun neslinden ve izinden gelen Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi¸ Anadolu'nun ilçelerinden Darende'yi maddi ve manevi bakımdan imar etmiş¸ beldeyi manevi bir çekim merkezi haline getirmiştir.
Anadolu¸ arzın merkezidir.
Kâbe¸ yeryüzünün kalbi¸ Anadolu toprakları akciğeridir.
Burada irfan soluk alıp verir¸ burada kamil insanlar uç verir.
Anadolu¸ dünyanın orta yeridir.
Anadolu'dan kasıt¸ kamil insandır.
Sadık YALSIZUÇANLAR
Yazar
Tefsir, hadis ve fıkıh âlimi. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in bacanağı, Şeyh Edebali’nin hemşehrisidir. Doğum tarihi bilinmemektedir. Sultan Orhan devrinde vefat etti. Karamanlı olan Durs...
Yazar: Muammer YILMAZ
Gönül kelimesi Türkçemize hastır¸ hiçbir dünya dilinde tam karşılığı ve benzeri yoktur. Yürek¸ kalp ve benzeri kavramlara rastlarız diğer dillerde ama ‘gönül’e tesadüf edemeyiz.Gönül kelim...
Yazar: Sadık YALSIZUÇANLAR
Kanûnî’nin küçük oğlu Selim, 28 Mayıs 1524’te İstanbul’da dünyaya geldi. Annesi Hürrem Sultan, saray içinde sözü geçen, etkili bir kadındı. Saray kadınlarına ve hizmetkârlara, Şehzade Selim’in terbiye...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Rivayetler bize¸ ilk yaratılan şeyin Efendimiz’in Nuru olduğunu söyler. Kainat O’nun nurundan yaratılmıştır. O¸ nur suretinde bir insandır.Rivayetler bize¸ ilk yaratılan şeyin Efendimiz&...
Yazar: Sadık YALSIZUÇANLAR